Bizim sessizliğimiz

Gazeteciler, müzisyenler, kadınlar, işçiler, güzelim doğanın içindeki evleri, hayatları inşaata, madene kurban giden insanlar, gençler sessizleştirilirken "Sessizlik Biçimleri" sergisi, inanılması güç ama doğru olan bugünün bütün dertlerini size suratınıza tokat çarpmadan, hafifçe ama net bir şekilde biçimde anlatıyor. Ve buradayız, diyor. Hepimiz buradayız, görüyoruz, duyuyoruz, algılıyoruz. Sessizliğimizde yalnız değiliz.

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

Geçen gün bir kitap üzerine tartışıyorduk arkadaşlarımla. Bir arkadaşım tartıştığımız bu kitabı “dünyanın bütün sorunlarına” değindiği için eleştirdi. "Her şey var" dedi, "Her şey sıkıştırılmış buraya. Kadın hakları da var, ekoloji de var, göçmenlik de var, savaş suçları da var, var da var." Belki kitabın odağını kaybetmesi ile ilgili haklıydı ama diğer yandan “Bütün bu sorunların hepsi, hakikaten hayatımızda şu an var” diye düşündüğümü hatırlıyorum o konuşurken. Kurmaca bir hikâyede okurken içimize fenalık getiren sorunlar silsilesinin içinde yaşıyoruz aslında.

2020’de pandemi artık tüm dünyayı sarıp hepimiz eve kapandığımızda izlediğim, dünyanın en büyük, en kalabalık şehirlerinin drone'la çekilmiş bomboş sokaklarının, yollarının, kıyılarının görüntüleri gelir aklıma bir gerilim filmi gibi. Ulaşmak istediğin, tanışmak istediğin, konuşmak istediğin herkes, insanlığın kendi kendine yarattığı betondan kafeslerin içindedir. İnsana, kalabalığa, sosyalleşmeye, dayanışmaya aç olmak neymiş öğrendik kısa bir sürede. Halen devam eden pandemi, politik “fırsatlar” da yarattı. Gerekçeler bahane oldu, insanlar hala gerçek ve gerçek dışı sebeplerle çeşitli yasakların tutsağı. O yüzden Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’ndeki "Sessizlik Biçimleri" sergisinin kapısından girdiğimde, o dayanışma ruhu, hatırlatması bana iyi geldi. Kent ve ekoloji eksenli görsel hikayeler üreten Demo Lab İnisiyatifi öncülüğünde, eş küratörlüğünü M. Cevahir Akbaş ve Derya Ülker’in üstlendikleri, 16 sanatçının eserlerine yer veren bir sergi bu. Sessizleştirme politikalarından ses yerleştirmeleri, videolar, fotoğraflar ve kolajlarla bahsediyor. Gazeteciler, müzisyenler, kadınlar, işçiler, güzelim doğanın içindeki evleri, hayatları inşaata, madene kurban giden insanlar, gençler sessizleştirilirken sergi size başta bahsettiğim inanılması güç ama doğru olan bugünün bütün dertlerini size suratınıza tokat çarpmadan, hafifçe ama net bir şekilde biçimde anlatıyor. Ve buradayız, diyor. Hepimiz buradayız, görüyoruz, duyuyoruz, algılıyoruz. Sessizliğimizde yalnız değiliz.

.

“Bozulan uyku düzenine, toplu taşımada ya da serviste uyuyacağın saati hesaba katarak yaşıyorsun. Saç tellerini dibinden söküp avuçlarına bırakan soğuğa aldırmadan başladığın sabahlarda, ay sonunda kenara ayırma ihtimalin olan bir para seni mutlu etmiyor. Biliyorsun ki bundan daha fazlası gerekiyor, hep daha fazlası gerekiyor. Modern çağda insanca yaşamak için daha hep fazla feda etmek zorundasın. Hep daha fazla müsamaha göstereceksin. ... Yıllık izne çıkmak aklına bile gelmeden kış oldu ve çalar saatinin her sabah seni 6.35’te uyandıracağı mıh gibi aklında. 6.35… 5 dakika ileri attın. 5 dakika 300 saniye eder ve 300 saniye uyumak seni kendine getirmez. Kötü olan ne biliyor musun? Sen bunların hepsini zaten çok iyi biliyorsun ama yapacak hiçbir şey yok. Oysa ne güzeldir özgür, gerçekten özgür bir insan olarak vücudunun sesiyle uyanıp, tüm gün dilediğin şeyleri üretmek. Ta ki yorulan vücudun kendini uykuya bırakana dek yalnızca yapmaktan keyif aldığı şeyleri yapmak. Ama sen ne yapıyorsun?”

.

Erdem Varol’un bu sözlere eşlik eden, size o kış günü sabahın köründe işe gitmelerin bezginliğini veren satırlarının bir kısmını dayanamayıp sosyal medyada paylaşıyorum. İş arkadaşlarıma “Bugün paylaştığımı kesin okuyun” diye mesaj atıyorum. Yine saati 5 dakika ileri attım ve yine ben daha uykuya yeni dalmışken, en güzel yerdeyken servis ofise vardı. Ateş Alpar’ın yok olan Hasankeyf’ine, bana Youtube’da izlediğim onlarca kentselleşme kurbanı hikâyenin resmini sunan M. Cevahir Akbaş’ın İstanbul fotoğrafına bakarken Ekin Çekiç ile “Yusufeli çok güzel bir yerdir” lafını hatırlıyoruz. Görmeyenler olmuş, güzeldir elbet ama “miş”. Hatıralarda artık. Artık her yer şehir; şehirlerde Şener Yılmaz Aslan’ın Barikatları... Her şeye rağmen bu şehirlerde geceleri korkmadan yalnız başına yürümek için insanlık hakkını arayan kadınların dayanışma fotoğraflarına bakıyoruz başka bir duvarda. O duvara komşu, Berna Küpeli’nin varlıkları mesaja ters de olsa insana huzur veren kadın tarım işçileri ile camdan bakıp her şeyin muhasebesini yapmaya çalışıyoruz. İçinden nasıl çıkılır belli değil bir kaos... Derya Ülker, bu kaosu bizim için bir nebze çözüyor; bize bütün olan biteni Yurttan Sesler Korosu ile haritalıyor. Birileri bu olanları haber yapmak istiyor, diğerleri şov peşinde diyor Bekir Dindar’ın işi. Sergide en çok dikkatimi çeken sanatçı Ekin Çekiç, bunların hepsinin sebebini anlatıyor bize iki çift kavuşturulmuş takım elbiseli elle: Biat.

.

Çıkmadan Nazım Serhat Fırat ile güzel günleri hatırlıyoruz, cesaretimiz olan günleri, Gezi Zamanı’nı. Ne garip, izlerken bile çekiniyorum artık sanki... Birilerine daha çok zarar gelecekmiş gibi korkuyorum. Birlikte bağırmak ne özgür, ne güzeldi halbuki. Üstümüzü sessizlikler örtmeden önce... Ama işte, her sessizliğin bir biçimi var; bu yenik bir sessizlik değil. Bizim sessizliğimiz, başka bir sessizlik. Kaydeden, belgeleyen, arşivleyen... Hepimiz, hissettiklerimiz, anılarımız, gördüklerimiz, müdahale edemediklerimiz ama unutmayacaklarımız bu sergide bir araya geliyor. Berkay Yahya’nın videosundaki gibi, bir masanın etrafında bir araya geliyoruz, hayattan konuşup yemek yapıyoruz. Bizim domatesimiz bir gün salça olur videodaki gibi belki, belli mi olur?

Lafı uzatmamak için her eserden bahsedemesem de bu sergide hakikaten hepsini ayrı ayrı sevdiğim Bekir Dindar, Derya Ülker, M. Cevahir Akbaş, Edze Ali, Erdem Varol, Dilara Açıkgöz, Tolga Akbaş, Ekin Çekiç, Şener Yılmaz Aslan, Nevruz Seyidoğlu, Emirkan Cörüt, Nazım Serhat Fırat, Berkay Yahya, Eren Eryol, Ateş Alpar, Berna Küpeli'nin eserlerinin yer aldığı "Sessizlik Biçimleri”, 20 Ocak 2022'ye kadar Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi'nde.

Tüm yazılarını göster