Bodrum ve yarımadası ne kadar güzel değil mi? Biraz şehir. Devasa marketleri, büyük hastaneleri, konser salonları, fiber interneti, görkemli özel okulları, duvarına dalgalar çarpan güzel okulları var. Biraz da köy, pek çok insan yediği yumurtanın tavuğunu, yaptığı yoğurdun ineğini tanıyor. İklimi mükemmel, rutubetsiz. Soğuk asla değil. Boğucu bir sıcaklık da yok. İnsanları lokum. Zarif ve güler yüzlüler. Yerlisi de taşınanı da öyle üstelik.
Mukavemeti de tam. Şu deniz yüzeyinin güneş yağından görünmez olduğu, milyonlu rakamlarda insanların (İstanbulluların?) felekten bir tatil çalacağım diye neredeyse eşzamanlı olarak eğlenmek, dinlenmek, sevişmek, sarhoş olmak, bronzlaşmak, zehirlenmek ve detoks yapmak üzere geldiği temmuz-ağustos aylarına bile direnen bir yer.
Bu arada o magazin sayfalarında görünen “hızlı ve köpüklü” Bodrum tam olarak nerede bilmiyorum. Burada hayat o görünen zırvaların aksine o kadar yavaş ve kolay ki insan “bir daha bir yere gidemeyeceğim” diye korkuyor.
İstanbul’da mutsuz ve kaba insanların, pisliğin ve sebepsiz telaşın bunalttığı yığınlar akın akın Bodrum’a boşuna kaçmıyor nitekim.
LAKİN BODRUM'UN BİR KUSURCUĞU VAR: KÖTÜ YÖNETİLİYOR
Rant yarımadayı dokuz kollu ahtapot gibi sarmış. Fiyatların pek çoğu denetimsiz, çirkinlik diz boyu. O kadar komik yönetim hataları var ki, insan inanamıyor. Örneğin her yağmur yağdığında aynı yerleri su basar mı? Suyun nereden ve ne vakit geldiği belli, bastığı yer belli. Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle “Böyle bir şey olabilir mi?”. Ya çöplük yangınları? Bu kadar mı çok olur?
Bugüne kadar yerel yönetimlere genel olarak hatta prensip olarak bir itimadım olmadı. Hep kötü şeyler gördüm. Düzey genellikle kayınbiraderini belediye meclisine yerleştirip kankasına imar çıkartmak düzeyinde oldu. İlk defa bu seçimde biraz umutlandım. Özellikle İzmir’de Tunç Soyer ve İstanbul’da Ekrem İmamoğlu benim alışkın olduğum profilin dışında umutkar olunabilecek insanlar gibi duruyor. Sayın Ahmet Aras, siz de öyle.
Aslında şurası kesin: Bütün şehirlerin berbat yönetildiği Türkiye’de belediyelerde harikalar yaratmak çok kolay. Rant peşinde koşmayı ve sırıtarak fotoğraf çektirmek suretiyle yapılan PR’ı bırakıp sıradan belediyecilik ilkelerini takip etmek kısa sürede harikalar yaratmak için kafi. Ne yapsanız parıldayacaktır.
...
Bodrum’da kısa sürede müthiş farklar yaratabileceğinizi, bütün dünyanın şaşkınlık içinde izleyeceği bir yer olabileceğini, sizin bunu başarabileceğinizi düşünüyorum.
Bunun için bütün her şey var elinizde. Gerisi niyet ve çalışkanlık...
İlk aklıma gelen başlıklara böldüm. Umarım size ulaşır. Umarım ciddiye alınır. Alçaktan uçmaya çalıştım. Lakin planlarken sonsuz olanak varmış gibi düşünmenin faydalarını bildiğim için becerememiş olabilirim.
ÇOK ŞANSLISINIZ, KULLANIN
Bence müthiş şanslı bir noktada başlıyorsunuz. Sadece yapacağınız her güzel şey yılların yönetilmezlik yorgunluğu sebebiyle hemen görünür olacağı için değil. Memleket iktisadi olarak krizin eşiğindeyken bu kadar problem varken, teveccüh gören bir yerin, hatta krizden belli ki nispeten az etkilenecek bir yerin başında olmak en büyük şans.
İkincisi de yaşayan insan kaynağı. Çevrenizin farkındasınızdır, kimler kimler, işbirliğine açık ne şehir plancıları, tasarımcılar, mimarlar, yazarlar, fotoğrafçılar, yönetmenler, doktorlar, mühendisler yaşıyor burada.
ÇİRKİNLİK SORUNU
Bodrum müthiş çirkinleşmiş bir yer. Bunun temel sebepleri görkemli ama çirkin binalar, kibrit kutusu gibi saçılmış, uzaktan mezarlık gibi görünen siteler, kaldırımsız hayatsız ruhsuz otoyollar, otoyolların çevresine konuşlanmış dünyanın en çirkin tabelaları.
Bunlar için kısa sürede yol alınabilir. Misal tabelalar derhal kaldırılabilir, nizama sokulabilir. Evlerde beyaz fetişinden kontrollü bir şekilde vazgeçilebilir. O çirkin kibrit kutuları en azından uzaktan daha güzel görünür hale gelebilir. Colourful buildings of Tiran araması yapın ve Enver vaktinde dünyanın en çirkin şehri olan Tiran’ın sıradan renkli kireç boyalarla ne hale gelebildiğini bir görün misal. Daha ciddi ve analitik düşünülerek tez vakitte yapılabilecek çok şey var bence.
İKİ TEKER-TRAFİK
Bodrum’un (ve bütün memleketin) trafik problemi aslında bir matematik problemi. Akla uzak “ilk akla gelen” bir pratiklik yerine matematik problemi gibi ele alınması gerekiyor. Bunun için de yol yapmak, genişletmek, alt-üst geçit tünel gibi sıradan bypass yöntemlerine olan katıksız imandan vazgeçilmesi birinci şart. Sıkışmış yolu genişletmek kadar sınırlamak da bir çözüm olabilir. Oraya nereden gelindiğini nereden gidildiğini değerlendirmek gerekir. Bodrum zaten otoyoldan geçilmiyor. Şehir merkezini pratik olarak arabayla ulaşılmaz kılmak ve dört teker çeken cazibe merkezlerini azaltmak gerekir. Sadece yaşayanlara imtiyaz haricinde aşırı pahalı otoparklar bile sınırlandırmaya yetecektir. Bugün Chicago’da saati 100 USD olan otoparklar var bu sebeple. Bir yere arabanızı bırakamıyorsanız o yere arabanızla gelmezsiniz. Keza iki tekeri çok türlü desteklemek de çok efektif olacaktır. Arabanızı park edemiyorsanız arabanızla gidemezsiniz, bisiklete, motosiklete, yürümeye, toplu taşıma meyledersiniz.
Ya o irrasyonel kırmızı ışıklar? Bakınız Bitez ve Ortakent döner kavşakları ne güzel oldu. Hepsine yapsanız ya. Kullanmayı da öğreniyoruz inceden. Kullanmayı öğretmeye kafa yormuş bir iletişim yürütmek de nefis olabilir.
Ve tabii iki tekerle birlikte yürüme de pozitif ayrımcılığa tabi olmalı. Yayalar bütün memlekette olduğu gibi Bodrum’da da ikinci sınıf. Hayat otomobile göre dizayn edilmiş. Neyse bu uzun ve yaralı bir konu.
LOKANTALAR-ESNAF
Birisinin bütün kıyı şeridindeki lokantalara hayatın yanındakine bakarak geçemeyeceğini anlatması gerekli. Hep aynı menüler, sürprizli hesaplar ile olmaz bu iş. Kafayı çeşide takmış, kısa zamanda yüksek gelir bekleyen mekancılara karşı sert olmanız gerekiyor. Keşke bizde de Yunan adalarındaki gibi kendi yemeğini yapan bulaşığını yıkayan aile işletmeleri olsa. Neyse, uzun ve dertli bir konu bu da. Barlar sokağında yoldan geçenleri süzmekle meşgul jöleli nüfusu da kontrol altına almak gerekiyor. Oradaki bir örnek taklit ürünlere astronomik fiyatlarla alıcı buluyor olabilirler. Lakin bu bütün o civarı o kadar paçoz hale getiriyor ki bütün yarımada çok etkileniyor bundan. Oralar bence çok zor olmayan şekillerde imitasyondan ve zevksizlikten külliyen arınabilir. Ama tabii cesaret ister hep bunlar.
TURİZM
Ben, turizmin insanlık suçu olduğunu düşünüyorum. Gezmek gibi haysiyetli bir edimin boşalmış çürümüş formatının turizm olarak anıldığı fikrindeyim. Ama buradan kendi devrimci fikirlerimi size empoze etmeye çalışacak değilim. Kesin olan şu. Turizm bu haliyle Bodrum’a akıl almaz zararlar veriyor. Artık hakikaten daha fazla insan getirmeye, yatırmaya, saçma sapan otelleri lokantaları zengin etmeye değil kaliteyi yükseltmeye, Bodrum’da çevreyi ve günlük hayatı korumaya dönük hareketler yapmak gerekiyor. Bodrum’un nüfusunun iki milyona yanaştığı zamanlar oluyor. Temmuzda ağustosta yarımada dışkı kokuyor, deniz güneş yağından görünmüyor. Bunun kime hayrı olabilir allasen? Burada bir durum-fayda değerlendirmesi yapılmalı. İktisat doğru yönlendirilmeli. Ucuz olan deniz kıyısındaki pislik yuvası devasa her şey dahil oteller değil pansiyonlar olmalı. Burada duruyorum. Cümlem bittiğinden değil, buradaki pek çok başlık gibi bunun da ziyadesiyle derin, uzun ve yanlış anlamaya açık olduğundan.
YÖNETİM-HALK MECLİSLERİ FİLAN
Halkı yerel yönetime müdahil etmek bu memlekette hep şöyle anlaşılır: Bilmemne salonuna halkı çağırın, bilmemneyi tartışın. Daha açık olalım: “Belediye salonunda şezlong sorununu konuşmak üzere bütün halkımız davetlidir.” En fazla Melih Gökçek usulü göstermelik referandumlar yapılır.
Bunlar, Beyaz TV’de sabah programına çıkıp “70 milyon bizi seyrediyor” demek kadar gülünç bir şey. Halkı yönetime çekmek için milyon tane yol var, örnek, tecrübe, denenmişlik var. Bir Küba seyahatiyle çoğunu öğrenebilirsiniz. Ve bu, yani insanları yönetime dahil etmek, ulaşılabilir olmak, fikir almak, bence hakikaten her bakımdan çok gerekli.
Aslında yönetim için şöyle de bir basit çözüm var. Hemen önünüzde bedava cankurtaran, kabin, şezlong, otopark ve duş hizmeti veren ve bu yüzden fakirlik çekmeyen, turizm açısından şahane hayatı olan, Yunan Adaları var. Oralar başta bütün dünyadan ''benchmark' alınabilecek milyon tane şey var. Bodrum’un karşılaştığı problemler medeni dünyanın uzun yıllar önce çözdüğü ve çözerken de analitik yöntemler geliştirdiği problemler. Bu konuda arayan gözlere ortam literatürle dolu olduğu gibi Batı belediyeleri bilgilerini paylaşmak konusunda heveslidir de. Siz yeter ki doğru yere doğru soruyla gitmenin yöntemlerini bulun. Klişe tabiriyle Amerika'yı tekrar keşfetmeye gerek yok.
İKTİSAT
İnsan yaşadığı yerde çalışmalı. Ben de bunun için çabaladım. Ama Bodrum’un maalesef kendi içinde dönebilen bir iktisadı yok. Emlak-inşaat ve turizm dışında bir gelir kaynağı da yok. Halbuki Bodrum bir marka haline gelebilir. Üzerinde Bodrum yazan her şeyin kıymeti artabilir. Bu kadar müthiş insan kaynağıyla, konum ve doğayla harikalar yaratabilir. Nefis şehir loyalty programları, tarım - üretim - tasarım - deniz fikirleri hayata geçirilebilir. Ah neler neler yapılabilir. Yeter ki zihinler alışverişi saçma hediyelikler, denizi, çupra - levrek - şezlong rantı da inşaat/emlak üçgeni dışında değerlendirebilsin.
İLETİŞİM
Bodrum’da cesur adımlar atmak gerekli. Bir yere otoyol yapmamak gerekiyorsa bu bir gereklilik bile olsa insanları sinirlendirebilir. Hele bizim memleket gibi kimsenin yerel yönetime, devlete hayırla, güvenle bakmadığı bir yerde... Ama bunu güzel anlatırsanız, iletişimini doğru kurarsanız aynı insanları yanınıza alırsınız. Neticede Bodrum’un hayrı için yapılan her adım anlatılabilir. Sadece doğru cümleler kurmalı. Öyle (sizin de bir ara ima ettiğiniz gibi) ihtiyarlar gününde ihtiyarlarla fotoğraf çektirerek olmaz bu iş. Doğru iletişim her şeydir. Doğru iletişimin yolu da doğru zamanda doğru kanal vasıtasıyla ulaşmaktan ve analitik, anlaşılır, samimi bir dil tutturmaktan geçer. Şu anda yaptığınız gibi SMS spam’iyle olmaz bu iş misal. Sizden insanların cebine bir mesaj ulaşacaksa içinde sahici cümleler olmalı. Merakla açılmalı. Bugün sizinkilerin maalesef pek çoğunun okunmadan silindiğini söyleyebilirim.
….
Sevgili Ahmet Bey, sizinle Bodrum’a ilk yerleştiğim vakitlerde tanıştık. Beş yılı geçti yani. Küçük çocuklarımızın verdiği “Arkadaşım Eşşek partisi” esnasında başlayan sohbetimiz ara ara sürdü. Sizi çalışkanlığınızla ve güler yüzünüzle hatırlıyorum. Kimi dilimin ucunda eleştirilerim de var. Onları kendime saklıyorum şimdilik.
Şimdi eylem zamanı. Öyle bir eylem ki, sizin kariyerinize her durumda başkanlık olarak yazılacak. Bu ülkede kimse bir şeyi kötü yönetti diye bir şey kaybetmez. Hatta kazanır. Sarıgül gibi adı karanlık iddialarla anılan birisi bile baksanıza seçimlere girebiliyor, epey oy alabiliyor.
Ama bir de bizim kariyerimiz var. Bodrum’da yaşayanların saadet kariyeri. Bunların arasında siz de varsınız. Bodrum’u ne kadar sevdiğinizi, daha üzerinize vazife değilken düzenlediğiniz festivalleri filan biliyorum. İşte bu çok önemli. Bu saadet kariyerine hassasiyet gösterirseniz efsane olursunuz, örnek olursunuz. Bodrum da bütün dünyanın örnek gösterdiği bir yer olur.
Ne güzel olur.
(Farkında olarak veya olmayarak bu yazıya katkıda bulunan Özgür Özdemir, Serdar Benli, Göray Karadut, Onursal Özbek, Egemen Öztüregen, Orkun Erol, Ozan Sezgin, Nilüfer Yünlü, Meral Nilgün, Hürdem Cemile Parlak, Güliz Meray Kalkan, Aslı Aydın, Ekin Anıl, Berna Köker Poljak, Güzide Yıldırım, Rauf Kösemen, Osman Akın, Nilüfer Yarbaş, Yeşim Cengiz, Nalan Başaran, Gökçe Altunay, Turgut Çırpanlı, Burak Gözüm, Nermin-Nevin Sungur, Mehmet Teoman, Ali İlyas Solmaz ve Samed Dünya Solmaz’a çok teşekkürler)