Bodrum'da sus pus bir Zeki Müren
Yirminci yüzyıl Türkiye’sinde belki başka hiç kimse Zeki Müren kadar olduğu gibi görünmemiş, göründüğü gibi olmamıştır. Ancak sahnesi ve kostümleri ne kadar renkli olurlarsa olsunlar, Müren’in alametifarikası sesi ve icrasıdır. O ses, o evin duvarlarında zangır zangır yankılanmadığı sürece, Zeki Müren nasıl yaşam bulacaktır!
"Şarkılara duygu seren
Şarkılara duygu seren
Çilelere göğüs geren
Dertli gönüllere giren
İşte benim Zeki Müren"
“Babacım, Zeki Müren kadın mı erkek mi?”
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 8 Temmuz 2000 tarihinde sanatçının anısına Zeki Müren Sanat Müzesi olarak ziyarete açılan, Zeki Müren'in hayatının son yıllarını geçirdiği Bodrum'daki evinin duvarlarında bu soru kim bilir kaç kez yankılanmıştır.
Çocuklar hem oldukları gibi görünür hem de göründükleri gibi olurlar. Hepsi hayata, gün be gün ellerinden çekip alacağımız doğal bir cesaretle doğar. Az sayıda yetişkin, aynı cesaretle gözlerini yumabilir hayata.
“Babacım, Zeki Müren kadın mı erkek mi?”
Derin bir sessizlik. Hemen yanımızdaki kadın, müzenin ziyaretçisi Müren hayranı, Hızır gibi dalıyor konuşmaya: “FARK EDER Mİ?”
Depderin bir sessizlik. Aynı kadının, beklediği yanıtı istediği hızda alamayınca yaşadığı anlık tereddüt, kendini toparlama süresi. Zeki’sini korumak için tekrar yeltenişi ve ardından gelen savunma cümlesi: “AMA HARİKA BİR SESİ VAR!”
Ya sesi harika olmasaydı?
Bu kez ben soruyorum Çınar’a: “Kadın ya da erkek olması fark eder mi?” Omuz silkerek “ETMEZ!” deyip hayretler içinde gezmeye devam ediyor Müren’in evini.
TAKA, TAKA, TAKA, TAKA, TAKA…
Seksenli yıllarda, mavi-yeşil billur Bodrum koylarını gezmek için çıkılan turların tekneleri, dönüş yolunda usulca Bardakçı Koyu’na yaklaşır, sanatçıyı güya rahatsız etmeyecek belli belirsiz bir mesafeden geçerlerdi. Şansınız yaver giderse, akşam üzerine doğru Zeki Müren’i dostlarıyla birlikte sahile uzanmış bir şekilde görebilirdiniz. İnsanlar tekneden sarkarlar adeta dokunmaya çalışırlardı, onca uzakta olmasına karşın. Garip bulabilirsin, söz konusu Müren hayranlığı olunca mantık aranmazdı. “Sabah güneşi çişliye, akşam güneşi güzele” derlerdi çocukluğumuzda. Sanat güneşi güzelse, geriye kalan herkes çişliydi sanki; o kadar ünlü insanın içinde güneş onun üzerinde farklı batardı. Değişikti herkesten. İnsanlar ona baktıkça kim olduklarını unutur, rotaları şaşar, kabul gören ayıpların bile ötesine geçerler ve kim olduklarını hatırlarlardı.
Zeki Müren’i ilk ve son görüşüm budur.
Şarkıları ile büyümüştük, canlısını dinleme fırsatını hiç bulamamıştım. Gazinolara -o dönemi sonundan yakaladım- çocuklar götürülmezdi, aşırı pahalıydı. Daha uygun fiyatlı kadınlar matinesine de erkek çocukları götürmezlerdi, kadın kadına eğlenirlerdi çünkü. Müren, İzmir Fuar’ına geldi mi afişleri her yeri kaplardı. İşte yine o fuar günlerinden birinde, Tariş pavyonunda satılan şıraları içip için altıma kaçırdığımda, yanımızda yedek olmadığı için bütün bir fuarı belime sardıkları rengarenk mini kilimle gezmek zorunda kalmıştım. Acayip bir histi. Çocuk olduğum için eteksi bu paçavrayı kimse umursamamıştı. Oysa Müren giyseydi…
Sene 1974. İzmir, Müren’i, mini etekle gladyatör giysisi karışımı “Uzaydan Gelen Prens” kostümü ve apartman değil gökdelen topuklu çizmeleri ve tüm ışıltısı ile bağrına basıyor. Bundan kısa süre önce, “Derin saygılarımla.” diye imzaladığı 16 Ağustos 1970 tarihli Hafta Sonu’ndaki açıklamasında, “Niçin mini ve maksi etek giydim?” sorusunu şöyle açıklıyordu Müren;
“İcap ederse günün birinde dünya çapındaki bir revüde Adem ile Havva’nın Adem’ini temsil eder, bir tek yaprakla sahneye çıkarım. Bu bir cesaret işidir.”¹
Benim kuşağım Sanat Güneş’imizi tanıdığında siyah beyaz yıllar bir nebze geride kalmış, en azından Zeki Müren özelinde kadın mı erkek mi sorgulamaları silikleşmişti. Bizler kendisini gençliğinde giydiği takım elbiseler içinde görmedik, sadece kostümlerini tanıdık. Müren, pul ve payet kartelasında gökkuşağının tüm renklerini kullanan yegâne sanatçıydı. Erkek tavus kuşları yanında pastel kalır, utanır bir yerlere saklanma ihtiyacı duyarlardı.
Kısacası, Zeki Müren’in anneannemin günlerine katılan pullu giysili diğer arkadaşlarından hiçbir farkı yoktu benim için; en az onlar kadar zarif, şık, kibar, bakımlı ve elbette hepsinden haylice şaşaalı. Ve ne yazık ki en az onlar kadar yaşlı ve hastalıklarla mücadele içinde. Doktorlar yorgun bedenini dinlendirmesi için sahnelerden el etek çekmesi gerektiğini söylediğinde şüphesiz yerleşmek için aklından geçen tek yer Bodrum’du.
Bodrum’a ilk gittiğinde 1967 yılının ilkbaharıydı. Körfez Lokantası’nın hatıra defterine “Tanrının lütfu Bodrum’da insanlar çok zarif ve misafirperver” diye yazıp imzalamıştı. İstanbul’a dönüşünde “Bodrum’da 5 yaş gençleştim.” diyordu. Denize girdiği Bardakçı (Salmakis) koyunun mitolojik öyküsünü öğrenince hayranlığı bir kat daha arttı. Efsaneye göre, peri kızı Salmakis, Hermes ile Afrodit’in güzeller güzeli oğlu Hermafrodit’e âşık olur. Kızın “Bizi birbirimizden ayırmayın” yakarışına kulak veren tanrılar iki bedeni tek bedende birleştirir. Hermafrodit artık çift cinsiyetlidir.²
Şu anda müze olarak gezdiğimiz evinin de anneannemin evinden hiçbir farkı yok. Aynı Kitsch’lik.³ Farklı dönemlerde alınmış, birbiriyle uyumsuz mobilya ve dekoratif objeler. Türk sanat musikisini su gibi icra ettiği eserlerinden eser olmayan bir ev. Tek bir şey hariç, daha önce hiç bilmediğim desenleri ve onlara verdiği isimler. Bazı ressamlar tablolarına isim vermezler, Zeki Müren’de durum tam tersine; desenleri onlara verdiği isimlerle anlam kazanıyor desek yeridir. Müren, Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Sanatları Bölümü’nden mezun olmuş.
Canlı renkli, göze hoş gelen bir deseninin altına “Kasabaya Sirk Geldi” yazısı ilişince, kendini bir anda Bursa’da buluveriyor, Müren’in çocukluk dünyasına dalıveriyorsun. Danteli andıran diğer bir deseninin altındaki “Perdeler Sırdaştır” yazısı, altmış beş yıla sığdırılmış kısa sayılabilecek yaşamının bütün gizemini adeta gözler önüne seriyor. Sanat Güneşimiz kim bilir neler neler deneyimlemiş, yaşamak zorunda kalmıştı hepimizden gizli saklı. Diğer bir desenin adı ise “Gönderdiğin Çiçekler”. Acaba kim yollamıştı o çiçekleri, nasıl bir heyecan yaratmıştı da resmini dahi yapma ihtiyacı duymuştu. Bilinmez…
Sadece desenlerine değil, kostümleri ve sahne tasarımlarına da tek tek isim veren Müren; Bodrum’daki evinde salonunun hemen yanında yer alan bembeyaz yatak odası takımını İstanbul’daki evinden getirtmişti.
Magazin basını ise kafayı evin yatak odasına takmış, “siyahlar içindeki yalnız adam” temasını deşmeyi tercih ediyordu. Zeki Müren de bu oyuna kendini kaptırmış görünüyor, verdiği pozlarla mizahi haberlere zemin hazırlıyordu. Bir süre sonra bıkmış olacak ki, “Beni sevenler, sevmeyenler, hakkımda çok şeyler uyduruyorlar. Siyah yatak odası da bu efsanelerden biri. Yatak odam siyah değil beyaz, çıplak yatmam, daima pijama giyerim” demişti.⁴
Evin alt katındaki salon, yatak odası ve mutfağı gezdikten sonra üst kattaki odalarda sergilenen fotoğraf, ödül ve en çok ilgi çeken kostüm vitrinlerine ulaşıyoruz. Altı yaşındaki Çınar’ın aklı hala karışık, büyümüş göz bebekleri ile vitrinleri tek tek inceliyor. Bir erkeğin makyaj yapmış olmasını havsalasına sığdıramıyor gibi. Odalardan birinde Müren’in ebeveynlerinin fotoğraflarına bakarak:
“Zeki Müren de annesinden daha süslüymüş” diyerek son noktayı koyuyor.
Başka ne diyebilir ki? Yüzeyde görüyorsa onu söylüyor. Bu müzede her şey görsel, asla işitsel değil.
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük icracısının sesinin sadece arka planda tıngır mıngır duyulduğu sus pus bir bodrum, sağır. Burası, Müren’in yuvası olamaz. Zeki Müren bir ses odasıdır. Tüm sazların insan sesinin yanında meze olduğu devasa bir müzik kutusudur her şeyden önce.
Yirminci yüzyıl Türkiye’sinde belki başka hiç kimse Zeki Müren kadar olduğu gibi görünmemiş, göründüğü gibi olmamıştır. Ancak sahnesi ve kostümleri ne kadar renkli olurlarsa olsunlar, Müren’in alametifarikası sesi ve icrasıdır. O ses, o evin duvarlarında zangır zangır yankılanmadığı sürece, Zeki Müren nasıl yaşam bulacaktır!
Yaşlılar derler ki en çok sevdiğin kişinin bile görüntüsü zaman içinde silinirmiş, ama sesi zihinlerden asla. Efendim o zaman son sözü Müren’e bırakalım:
İsmim Mesut, göbek adım Bahtiyar
Yıllarca hep böyle bildiniz siz
Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz.
Sesi kulaklarında çınlıyor öyle değil mi, umarım müze evinde de başrolü o unutulmaz nida kapar.
İşte o zaman çok şey FARK EDER!
1 İşte Benim Zeki Müren, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, s.104
2 Age, s.246
3 Kitsch ('Kiç'; diye okunur), var olan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak, ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir. Bu terim ayrıca, kibirli ve bayağı bir tada sahip şeylere ve ticari kaygılarla üretilmiş olan banal.
4 Age, s.212
Yorumlarını paylaşmak, diğer yazılarım ve fotoğraflarımı görmek için blog sayfam www.hayatevi.org’u ziyaret edebilir ya da bana doğrudan yazabilirsin: hayatevinde@gmail.com