Robert Kolej, şimdiki Boğaziçi Üniversitesi’nin habercisi ve önceli olarak 1863 yılında İstanbul’da eğitime başladı. Batı merkezli bilim anlayışına göre düzenlenmiş, deneye ve sorgulamaya dayalı pozitivist müfredatı, eğitim dilinin İngilizce olması ve öğrenciyi sorgulamaya, araştırmaya cesaretlendirmesiyle geleneksel eğitim kurumlarından farklıydı. Osmanlı coğrafyasının birçok yerinde, öğrencilerinin büyük kısmı Ermenilerden oluşan okullar açan Amerikan misyonerleri tarafından, Abdülaziz’in irade-i seniyyesiyle kurulduğunda modernleşme seferberliği içindeki ve dünyaya açılma hevesindeki yönetici kadronun gözünden sakındığı bir kurumdu. Kendi gözünden sakınıyordu, çünkü bu kadronun içinde de yabancı okullara ve misyonerlik faaliyetlerine sıcak bakmayan bir grup vardı. Bunun yanında, karşı politik cepheden misyonerlik faaliyetlerine yönelen ve gelenekçi, muhafazakar halk kitlesinde de karşılık bulan ağır eleştiri ve saldırganlığın hedefi olmaktan da korumak gerekiyordu okulu. Sözlü saldırganlık zaman zaman fiziksel hücumlara, kapıya dayanarak arbede çıkarmaya da varabiliyordu. Bu saldırganlığı kışkırtmak için, sağ ve muhafazakar çevrelerde hâlâ hayırla anılmayan okulun kurucularından Dr. Cyrus Hamlin’in, arsa arayışı içinde dolaşırlarken, Rumeli Hisarı’nı işaret edip dava arkadaşı Rhinelander Robert’e şöyle dediği rivayet ediliyordu: “Müslümanlar İstanbul’u fethetmek için buraya hisar yaptılar. Ben de onları yıkmak için buraya okul açacağım.” Okulun din düşmanı talebeler yetiştirdiği vehminin yanı sıra, onları Türk milliyetçiliğinden, geleneksel ahlaktan, mukaddes değerlerden de uzaklaştırdığı görüşü yaygındı.
Ben bu yazıda Boğaziçi Üniversitesi’nin temelini atan Robert Kolej’den değil, o temele taş döşeyen ve Robert Kolej’in kız kardeşi denilebilecek Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden, bu okulun açıldığı dönemde yarattığı rahatsızlıktan bahsedeceğim. Kültür ve sanat alanında yerli ve milli olma seferberliğinin, muhalif hareketi zapt-u rapt altına alma ve üniversite özerkliğinin son direnişini de kırma girişiminin bir ürünü olarak kayyım rektör atanan Boğaziçi Üniversitesi’nin kimliğinin oluşmasında ve okula yönelik kadim husumette Robert Kolej kadar, Müslüman kız öğrencileri geleneğin ve dinin dayatmalarını sorgulamaya, modern hayata çağıran, öğrencileri arasındaki adıyla Arnavutköy Amerikan’ın da payı var çünkü.
Robert Kolej’den sekiz yıl sonra, 1871’de farklı etnik topluluklardan kız öğrencilere kapısını açıp, 1910’da ilk kez Müslüman kızları öğrenci olarak kabul etmeye başlayan Amerikan Kız Koleji, Osmanlı coğrafyasında feminizmin de yeşerdiği ve ilk kadın entelektüellerin yetiştiği kurum olarak kabul edilir. Okulun Roma mimarisine öykünen mimari biçeminden başlamak üzere, kurucu kadrosu, müfredatı, bu müfredatta Hıristiyanlık öğretisinin yeri ve öğreten-öğrenen ilişkilerini belirleyen kültürel ve ideolojik arka planıyla Batılı bir kültürün hegemonyasını hakim kılmak üzere faaliyet gösteren bir kurum olarak Kolej, bu sebeplerle muhafazakar ve hatta liberal çevrelerde eleştiri konusu edilmiştir. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji, Amerikalı Protestan misyonerlerin hayırseverlikleriyle inşa edilmiş bir yapı ve Amerikan Elçiliği’nin himayesinde bir kurum olduğu için Kolej'in bulunduğu kampus kısa zamanda imparatorluk topraklarında özerk bir adacık haline gelmiştir. Hatta zaman zaman dinibütün protestocuların tasallutlarına, Balkan Savaşları ve İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisine maruz kalsa da, imparatorluk başkentindeki karşı devrimci güçlerin hedefine yerleşse de, hep bir dokunulmazlığı olmuştur. Öyle ki, okulun Üsküdar’daki ilk binasında eğitim görmüş en ünlü Müslüman mezunlarından Halide Edip, 1909’da monarşi yanlılarından kaçtığında iki çocuğu ve babasıyla birlikte okuluna sığınmıştır.
Amerikan Kız Koleji'nin genç öğrencilerinin tam da evlilik çağında baba evinden uzaklaşıp bu yatılı misyoner okulunun özgürleştirici düzenine dahil olmaları eleştirilirken en sık karşılaşılan argüman, bu genç kadınların aldıkları eğitimle eş ve anne olarak üstlenmeleri gereken rollerden uzaklaştıklarıdır. İlk kurulduğu günlerden erken Cumhuriyet dönemine kadar sonu gelmeyen bu eleştiri, okulun yerli feminizmin nüvesini oluşturan bir eğitim verdiği ve genç kadınları bu yönde telkin ettiği bilgisiyle güçlenmektedir. Kolejin efsanevi yöneticisi Mary Mills Patrick, Kolej'in yöneticiliğini yaptığı dönemde, İstanbul sokaklarında bisikletle dolaşır. O dönemki taassubu hesaba katacak olursak bu, bir tür meydan okumadır. Onun İstanbul sokaklarında görünür olan varlığı, şehir halkına okulun yetiştirdiği kızların akıbeti hakkında muhtemelen bir fikir vermiştir. Patrick’in pederşahi bir yönetim biçiminin ve toplumsal yapının hakim olduğu imparatorluk başkentindeki gücü, Amerikan Elçiliği’nin himayesi altında olması kadar, Batılı, entelektüel, mesleki ve akademik kariyer sahibi bir kadının Doğulu erkek karşısında hiyerarşik olarak üstte konumlandırılmasıyla da ilgilidir. Patrick’in üç ideali vardır: Milliyetlerin eşitliği, cinsiyetlerin eşitliği ve kadınlar için yüksek öğretim.
Başlangıçta, geleneksel cinsiyet rollerine mesafeli fakat annelik ve eşlik görevlerini ihmal etmeyen, bunları modern hayatın sağladığı imkanlar ve açtığı ufuk doğrultusunda yerine getiren, sosyal hayatta özgüveni ve bilgisiyle öne çıkarken, birlikte olduğu erkeği “ezmeyecek”, ona “yakışır” bir eş idealini hayata geçirmekte Amerikan Koleji’nden mezun genç kadınların etkili olacağı düşünülmüştür. Hatta Kız Koleji’ne “Robert Kolej’in gelini” bile denilmiştir. Fakat buradan mezun genç kadınların tek amaçları, reformist ve aydın genç erkeklerin eşlikçiliğini yapmakla sınırlı kalmayacaktır. Kolej mezunu kızlar vatanın namusunu temsil eden ve ulusun erkekleri tarafından kollanmaları gereken gelinler olmanın ötesinde bir gelecek tasavvuruyla yetişirler. İşte huzursuzluğun ve kolejin temsil ettiği ekole yönelik husumetin temel kaynaklarından biri de budur.
Halide Edip, Mor Salkımlı Ev adını verdiği çocukluk anılarında: “Küçük yaştakilerin serbest ve doğal gelişmeleri ancak çevrelerinin fazla etkisi altında kalmamalarıyla mümkündür. Kolejde özellikle geceli olmak ve ayda bir eve çıkmak beni çevrenin biteviye ve çoğu zaman acı olan egemenliğinden kurtardı, öğrenci hayatının çeşitli olayları ve yaşam biçimleri, daha serbest ve tabii bir şekilde kişiliğimin gelişmesine yol açtı” der.
Koleje eleştiri yöneltip kapatılması için baskı yapanlar nezdinde cinsel, duygusal serbestlik, ailenin ve anneliğin sorgulanması toplumu temellerinden sarsacak tavırlardır ve bu “kökü dışarda ideolojiler”, kolej gibi yabancı okullar aracılığıyla genç kızlara aşılanmaktadır. Kızlarını bu okula göndermekten çekinmeyen aileler, imparatorluğun kalburüstü nüfusuna mensup, yüksek bürokrat, toprak sahibi veya ticari faaliyetlerden zengin olmuş kişilerdir. Kız öğrencilerin babaları, çocuklarının bu okulda feminizm gibi yoldan çıkarıcı düşüncelerle tanışacakları, Hıristiyan olmaya zorlanacakları ve hemcinsleriyle uzun süre bir arada kalmanın etkisiyle lezbiyenliğe meyledecekleri uyarısıyla karşılaşmışlardır. Bu baskıya sosyal dışlanmayı göze alarak karşı duran ailelerin Kolej'in ayakta kalmasında önemli payı vardır.
Kadınları hayatları, bedenleri üzerindeki eril tahakkümü, başkalarının tasarruf hakkını sorgulamaya davet eden, başka coğrafyalara, yaşam tarzlarına, kariyer planlarına kapı açan bir okuldur Kolej. Kurucuları ve eğitmen kadrosunun peçeyi aralama metaforuyla anılabilecek, tutsak Doğulu kadını özgürleştirme seferberliği gibi kurguladıkları misyonlarının elbette sorunlu bir tarafı vardır. Fakat geleneğin, dinin sultası altındaki bir grup genç kadına başka bir hayatın, gelecek tahayyülünün, aileden bağımsızlaşmanın mümkün olduğunu göstermiş ve siyasette, iş hayatında, kültür-sanat alanında, akademide üretimleriyle var olan isimlerin yetişmesine vesile olmuştur. Okulun kurulduğu 19. yüzyılın ikinci yarısından beri gelenekçi, muhafazakar kesimde bir yara gibi içe işleyen Boğaziçi husumetinin ve hesaplaşma inadının bir güdüleyicisi de bu olsa gerektir.