Boğaziçi, Myanmar ve şu 'içişlerine karışmama' meselesi

Dışişlerinin “içişlerimize karışmak kimsenin haddi değildir” efelenmesi, bizim iktidarının Batı'ya selam verirken, ayaklarının Doğu'ya gittiğini gösteriyor. Bir yandan reform ve Avrupa Birliği söylemi tutturarak Brüksel’e mesaj verirken, diğer yandan fikren Şanghay’da yaşanmaz. Hoş, kimsenin bizimkilerin AB söylemini ve reform sözlerini ciddiye aldığı da yok. Aklın yolu bir an önce Boğaziçili gençlerin ışık tuttuğu yöne dönmek, tarihin doğru tarafında durmak.

Abone ol

BOĞAZİÇİ DİRENİŞİ TÜRKİYE’YE UMUT VERİYOR

Günlerdir Boğaziçi Üniversitesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üniversitenin kurumsal geleneklerine aykırı olarak dışarıdan atadığı kayyım rektör Melih Bulu’ya karşı öğrenciler ve akademik kadrolar kararlı bir direniş sürdürüyorlar. Boğaziçi Üniversitesi siyasal İslamcıların hedefinden hiç düşmemişti. Çünkü Boğaziçi aydınlanmayı, bilimi ve çağdaş değerleri temsil eder. Boğaziçili öğrencilerin kayyım dayatmasına karşı üniversite içinde ve dışında polis şiddetine rağmen, yılmadan verdikleri özgürlük ve hak mücadelesi Türkiye’ye örnek oluyor, en karamsar olduğumuz bir dönemde gelecek için umudumuzu artırıyor.

İktidar bu onurlu direnişi Gezi’de olduğu gibi her türlü karalama, provokasyon ve zorbalıkla bastırmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı öğrencileri terörist olarak yaftaladı, küçük ortak Bahçeli öğrencileri başı ezilecek zehirli yılanlar olarak hedef tahtasına koydu. Evladı olmayan birinin sırf anayasal demokratik haklarını kullandıkları için başkalarının evlatlarının kafasının ezilmesini istemesi ne acı! Hiç bitmeyen kafa ezme eylemleri son zamanlarda zaten hız kazanmıştı, bu kez kaba şiddet ve nefret söylemi Boğaziçi öğrencilerine ve hocalarına da yöneldi. Her yönden sıkışan iktidar, yeni provokasyonlarla bulanık suda balık avlamaya çalışacak, bundan hiç kuşkumuz yok. Ancak 1980 öncesi karanlık günleri yaşamış olan bizim gibilerin endişelenmesine gerek bulunmuyor. Çünkü öğrenciler ve öğretim görevlileri görüş ve yaşam tarzı farkı gözetmeksizin birlik içinde hareket ediyorlar. Öğrenciler barışçıl eylemlerinde, orantısız polis gücüne karşı Gezi’de olduğu gibi orantısız mizah ve zekâ güçlerini kullanıyorlar. Bu yüzen “Z kuşağı” provokasyonlara geçit vermeyecek. Toplumsal destek Boğaziçili gençlerin arkasında. Yurdun pek çok yerinde her yaştan insanın katıldığı Boğaziçi’yle dayanışma eylemleri gerçekleşiyor. Evlerden tencere tava sesleri yükseliyor. Kamuoyu yoklamalarına göre Boğaziçi’ne kayyım rektör atamasına toplumun ezici bir çoğunluğu karşı. Muhalefet partileri de bu konuda aynı dili konuşuyorlar. Başta CHP, HDP ve İYİ Parti olmak üzere sağdan sola kadar tüm muhalefet partileri Boğaziçi direnişini destekliyor. Bu tür bir geniş koalisyon Türkiye’de şimdiye kadar hiç görülmedi. Bu başarısından dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan ne kadar gurur duysa azdır.

Ülke dışından da Erdoğan yönetimine karşı eleştiri sesleri yükseliyor. Son olarak Twitter, Bahçeli’nin ve Süleyman Soylu’nun “tweet”lerine nefret söylemi nedeniyle kısıtlama getirdi. Bunlar hiç küçümsenmemeli. İktidar ve ortağı tarihin yanlış tarafında, Boğaziçililer ve toplumun ekseriyeti ise doğru tarafında.

MELİH BULU, HASAN TAN’I DÜŞÜNSÜN İSTİFA ETSİN

Kayyım rektör Melih Bulu’nun istifa etmekten başka çaresi yok. Tarihe yeni bir Hasan Tan olarak geçmek istemiyorsa, kendisine yol yakınken istifa etmesini tavsiye ediyorum. Hasan Tan, ben Mülkiye son sınıftayken ODTÜ’nün başına çorap örsün diye atanmıştı. O da görevini yaptı, ODTÜ’de aylar boyu çatışmalı bir dönem yaşandı, kan döküldü. O karanlık günlerde gencecik fidan Ertuğrul Karakaya’yı jandarma kurşununa ve süngüsüne kurban verdik. Ama sonunda ODTÜ’lüler kazandı, Hasan Tan istifa etmek zorunda kaldı. ODTÜ, Boğaziçi, Mülkiye gibi kurumlar sadece verdikleri kaliteli ve çağdaş eğitimden, öğretim üyelerinin başarılarından, mezunlarının topluma önder ve örnek olmalarından dolayı değil, direniş geleneklerinden dolayı da büyük kurumlardır. Güney Kore’ye demokrasi ve teknolojik atılımlar büyük ölçüde, kaliteli üniversitelerin mücadeleleri ve ürettiği insan malzemesi sayesinde geldi. Yazık etmeyin efendiler bu çağdaş bilim yuvalarına.

Hasan Tan’ı beş yıl sonra yurtdışına ilk atandığım Libya’nın ikinci büyük kenti Bingazi’de gördüm. Türkiye’de barınamamış, kendini unutturmak için Bingazi Gar Yunus Üniversitesi’nde sıradan bir görev bularak Kaddafi Libya’sına sığınmıştı. Yaptıklarından pişman mıydı bilmiyorum ama, süngüsü düşmüş, başı öne eğik, kanadı kırık bir hali vardı. ODTÜ gibi Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birine zorla rektör atanan Tan’ın üniversite bile sayılamayacak bir yerde sıradan bir görev kabul ederek kendini unutturmaya çalışması ibretlik bir durumdu. O halleri hiç gözümün önünden gitmiyor. Melih Bulu aynı hallere düşmek istemiyorsa yol yakınken istifa etsin, Boğaziçi’ni rahat bıraksın. Kendisine samimi tavsiyemdir.

RUSYA, MYANMAR, UYGURLAR VE BOĞAZİÇİ DÜNYA KAMUOYUNUN GÜNDEMİNDE

Kız-erkek Boğaziçili öğrencilerinin polis şiddetine maruz kalma ve yerlerde sürüklenme görüntüleri, dünya televizyonlarında Rusya’da Navalny taraftarlarının polisten dayak yemeleri, Myanmar’da darbe ve Çin’de Uygur kadınlarının toplu cinsel istismar haberleri ile birlikte veriliyor. Bu şiddet olaylarına karşı demokratik ülkelerden ve ilerici güçlerden kaygı ve kınama açıklamaları gelirken bizden çıt çıkmıyor. Aksine, başta AB ve Amerika olmak üzere dış dünyadan Boğaziçi konusunda gelen eleştirilere karşı bizim Dışişleri Bakanlığı, Çin ve Rusya’nın bu gibi durumlarda yaptığı gibi karşı açıklama yaparak yavuz hırsız rolünü oynadı. Dışişleri'nin evlere şenlik açıklamasına bakılırsa, Türkiye’nin içişlerine karışmak kimsenin haddi değilmiş! Duyurudaki “göstericilere siz de şiddet uyguluyorsunuz, bize gelince mi eleştiriyorsunuz” mealindeki suç ikrarı ise başka bir garabet. Dışişleri’ne bakılırsa Türkiye’de temel hak ve özgürlükler anayasal güvence altında imiş! Her halde onun için anayasadaki barışçıl gösteri haklarını kullanan öğrencilere dayak atıp, yaka paça gözaltına alıyorlar. Açıklamada bir de terör uzmanlığı yapılmış, göstericilerin arasına karışan “terör iltisaklı” unsurlardan bahsedilmiş. Süleyman Soylu’ya haksızlık yapmışlar doğrusu. Ondan rol çalmaya çalışmaları hiç yakışmadı. Herkes kendi uzmanlık sınırları içinde kalsın lütfen.

Bazıları bu açıklamanın üslup ve içeriğine bakarak Dışişleri kadrolarının kaleminden çıkamayacağı düşüncesinde. Ben bu konuda farklı düşünüyorum. Talimat Saray’dan gelmiş olabilir, ancak Dışişleri Bakanlığı’nda kariyer ve ikbal uğruna bu tür bildirileri kaleme alıp onaylayacak çürük elmalar her zaman olmuştur. Bundan sonra da olacaktır, şüpheniz olmasın. Sonuçta Dışişleri, yargıdan ve diğer kurumlardan bağımsız bir kurum değil. Oralarda olan, Dışişleri’nde de oluyor.

ŞU 'İÇİŞLERİNE KARIŞMAMA' MESELESİ

Daha önce de yazdık; ülkelerin içişlerine karışmama ilkesi Soğuk Savaş döneminde Sovyet bloku tarafından dillendirilen bir ilkeydi. Artık Batı küresi için geçerli değil. Türkiye hâlâ kendisini Batı içinde sayıyorsa bunu ileri süremez. Dışişleri açıklamasını yazanlar bunu nasıl bilmezler! “İçişlerine karışmama” Soğuk Savaş'la beraber tarihin çöp tenekesine atıldı. Batı'da insan hakları, demokrasi, basın ve ifade özgürlüğü, çalışma hayatı ve çevre konuları bal gibi başka ülkelerin müdahale, denetim ve eleştirilerine açık konulardır. Bir ülke Avrupa Konseyi’ne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, Avrupa Birliği’ne üye veya bizim gibi adaysa, egemenlik haklarının bir bölümünü anlaşmalarla bu örgütlere devretmiş sayılır. İnsan hakları ve demokrasi uygulamaları onların denetimine açıktır. AİHM kararları o yüzden bağlayıcıdır. Ayrıca bizim anayasamıza göre uluslararası anlaşmalar yasaların üstündedir. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Helsinki sistemi AGİT’e dönüştürüldü. 1975 yılında imzalanan Helsinki Nihai Senedi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanamayan barış anlaşmasının yerine ikame edildi. Helsinki süreci iki kutuplu dünyada barış içinde bir arada yaşamayı olanaklı kılan bir platformdu. Soğuk Savaş’ın sonu, Batı'nın tümünde içişlerine karışmama anlayışının da sonunu getirdi. Helsinki sisteminin yerini alan AGİT’le beraber demokrasi ve insan hakları eski Varşova ve Sovyet bloku ülkeleri için de uluslararası müdahaleye ve denetime açık alanlar haline geldi. Sırf AGİT üyeliğinden dolayı bile, Türkiye’nin Batı ülkelerine dönüp “içişlerime karışamazsınız” deme hakkı yoktur. Kaldı ki ortada Kopenhag Kriterleri ve Avrupa Konseyi normları var. Bunu Bakanlığa yeni giren aday meslek memurları dahi bilirler.

Myanmar’da darbe olduktan sonra Çin ve Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bir kınama kararı çıkarılmasını engellediler. Uygur kadınlarına kamplarda bir tenkil uygulaması olarak topluca cinsel istismarda bulunulduğuna ilişkin BBC tarafından verilen haberlerin dünyaya şok dalgaları yaydığı, Navalny taraftarlarının polis tarafından aşırı güç kullanılarak televizyon kameraları önünde dövülüp tutuklandığı bir ortamda, Güvenlik Konseyi üyesi bu iki ülkeden farklı bir davranış beklenemezdi. Çin’in BM’deki temsilcisinin “egemen bir devletin içişlerine karışılması” anlamına gelen Myanmar kararına olumsuz oy vereceklerini açıklaması ibretliktir. Çin ve Rusya’nın kendi insan hakları ihlallerinin de BM gündemine alınmasını istemedikleri çok açık.

Bir ibretlik tutum da Myanmar’ın üyesi olduğu ASEAN’dan geldi. ASEAN’ın dönem başkanı Brunei, herhangi kınanma açıklaması yapmadan, sanki ortada eşit taraflar varmış gibi Myanmar’da “taraflara” diyalog, uzlaşma ve normalleşme çağrısı yaptı. ASEAN üyeleri Kamboçya ve Tayland darbeyi Myanmar’ın iç işi sayar ve tutum almazken, Singapur, Endonezya, Malezya ve Filipinler bir süre sessiz kaldıktan sonra, sadece gelişmelerden endişe duyduklarını beyan ettiler. Anlaşılan Asya’nın, Batılı ülkelerin değerlerine ulaşmak için alması gereken daha çok mesafe var. Demokrasi ve insan haklarında moral üstünlük uzun süre Batı'da kalacak.

Myanmar’da tutuklanan Nobel Barış Ödüllü lider Aung San Suu Kyi Rohingyalı Müslümanlara ordunun soykırım uygulamalarını savunması nedeniyle Batı'da itibarını çoktan kaybetmiş durumda. Beş yıldır ordunun Rohingyalılara zulmüne gözlerini kapatan, hatta destekleyen 75 yaşındaki Suu Kyi’nin içeride yüksek bir desteği olmasına rağmen ülkeyi askerden kurtaracak bir mücadeleye önderlik yapması artık çok zor. Ama su yolunu bulur. Myanmarlılar her şeye rağmen kendiliğinden direnişe başladılar. Doktorlar ve öğretmenler iş bırakıp gösteri yapıyorlar. Üniversitelerde eylemler gerçekleşirken, bizdeki gibi evlerden tencere tava sesleri yükseliyor. Myanmar cuntasının buna yegâne cevabı şimdilik ülkede Facebook’u ve interneti kapatmak oldu. Ama ceberut karakterleri dünyaca malum askerlerin şiddet uygulamaya başlaması yakındır. Myanmar’da ordu, bizdeki gibi tarihin yanlış tarafında duruyor. Ancak tarihin ileriye dönen tekerleğini durdurmaya gücü yetmeyecek.

SÖYLEM OLARAK BRÜKSEL’DE FİKİR OLARAK ŞANGHAY’DA

Dışişlerinin “içişlerimize karışmak kimsenin haddi değildir” efelenmesi, bizim iktidarının Batı'ya selam verirken, ayaklarının Doğu'ya gittiğini gösteriyor. Bir yandan reform ve Avrupa Birliği söylemi tutturarak Brüksel’e mesaj verirken, diğer yandan fikren Şanghay’da yaşanmaz. Hoş, kimsenin bizimkilerin AB söylemini ve reform sözlerini ciddiye aldığı da yok. Aklın yolu bir an önce Boğaziçili gençlerin ışık tuttuğu yöne dönmek, tarihin doğru tarafında durmak.

*Emekli Büyükelçi