2014 Nisan ayında, S. Arabistan operasyon sözcüsü Ahmet el Asiri de patronu Muhammed bin Selman da Kararlılık Fırtınası Operasyonu’na start verdiklerinde kendinden son derece emindi. Bir tarafta kazandığı petro-dolarlar sayesinde sürekli silah stokunu yenileyen bir ülke, öte yanda ise etkinliği Sada kentiyle sınırlı, elinde sınırlı bir silah gücüne ve savaş potansiyeline sahip bir aşiret... Suud ve ortağı BAE, kendi güçlerine o kadar güveniyorlardı ki, operasyonun kısa süre içerisinde sona ereceğini, Husilerle ittifak etmiş Yemen ordusunu birkaç ay içerisinde perişan edeceklerini kameralar karşısında ilan etmekten kendilerini alamamışlardı. Ancak işler planlandığı gibi gitmedi.
Binlerce yıl önce savaşın kurallarını koyan, silahlı mücadelenin mantığını belirleyen “Savaş Sanatı” yazarı Sun Tzu, hasmını tanımanın önemine ilişkin şunları söylüyor: "Kendinizi ve karşınızdakini iyi tanıyorsanız sizin için tehlike yoktur, kendinizi iyi bilmenize rağmen karşınızdakini yeterince tanımıyorsanız yine de kazanma şansınız vardır, ancak ne kendinizi ne de karşınızdaki bilmiyorsanız o zaman her savaşta tehlike ile karşı karşıyasınız demektir." Biz de ekleyelim: Bu bilgisizliğe bir de küçümseme eşlik ediyorsa fiyasko kaçınılmazdır.
Halbuki S. Arabistan, “Husiler”le bir çatışma geçmişine sahip ve hasmını az çok tanıyor. Ancak Riyad yönetiminin ihmal ettiği boyut, Zeydi savaşçıların özellikle Arap Baharı sonrası süreçte Yemen ordusuyla girmiş olduğu ittifakların yapısı ve bu ittifaklar sayesinde silah, mühimmat ve uzun menzilli füzeler noktasında kendisini ne kadar geliştirdiği oldu. Suudi-BAE ittifakı, yıllar süren savaş sonucunda ilan ettikleri hiçbir hedefe ulaşamadıkları gibi, düşmanları ise sınırı kalbura çevirerek Suud toprakları içinde yapmış oldukları operasyonlarda binlerce Suudi askerini öldürdü, binlercesini esir etti. Krallık yönetimi şu an, güney sınırlarındaki kontrolü büyük ölçüde kaybetmiş durumda ve sınır kentlerinde vatandaşlarının güvenliklerini sağlayamamanın acziyetini yaşıyor.
İşin garip tarafı, bundan tam 6 yıl önce ilan edilen savaş, zafer bir yana koalisyonun kendi içerisinde çatlaklara neden oldu. Aden merkezli Yemen Geçici Konseyi, özerkliğini ilan ederek hem karşılıklı imzaladıkları Riyad Anlaşması’nı tanımadığını ilan etmiş hem de BM’nin tanıdığı Mansur Hadi hükümetine resmen bir darbe yapmış oldu. Bu ilan bir taraftan Yemen’in hasıraltı edilmiş bölünme meselesini bu kez çok daha güçlü bir şekilde gündeme getirirken öte yandan Suudi-BAE koalisyonunun ülkeyi daha fazla kaosa sürükleme noktasında tabiri caizse altın vuruşla sonuçlandı.
Bölünme meselesine giden süreçte en önemli dönüm noktası Riyad Anlaşması'ydı. Bu anlaşma, tarafların çok daha erken bir süreçte birbirleriyle kapışmasının zeminini ortadan kaldırmak için alınan bir önlemdi adeta. Ancak uygulamada sorunlar çıktı, başkanlığını Mansur Hadi’nin yaptığı Riyad hükümeti, bakanlıkların dağılımı ve yetkilerin paylaştırılması konusunda da son derece ketum davranarak verdiği hiçbir sözü tutmamış oldu.
Bazı Güney Yemen bölgeleri, Geçiş Konseyi'nin olağanüstü hal ve özerklik ilan ettiği bildirisini tamamen reddettiğini açıkladı. Süreç, zaten kaosun açlık ve hastalıkla iç içe geçtiği Yemen’de yepyeni bir iç savaşlar silsilesinin tetiklenmesiyle sonuçlanabilir. Geçiş Konseyi’nin aldığı bu karar, Suud-BAE koalisyonu tarafından tepkiyle karşılandı karşılanmasına da bu tepkiler kimse tarafından inandırıcı bulunmadı. Koalisyonun tavrını yorumlayan Husilerin desteklediği Sana hükümetine bağlı Siyasi Konsey üyesi Muhammed el Buhayti, el Cezire Kanalı’na yaptığı açıklamada, Suudi-BAE Koalisyonu’nun Yemen’de meşru hükümet arayışı içerisinde falan olmadığını, asıl amacın bu karışıklığı olabildiğince uzatmak olduğunu söyledi. Yemen’de birçok uzman siyaseten karşı tarafta da olsa Buhayti’nin bu ifadelerine katılıyor ve aslında Geçiş Konseyi’nin özerklik kararının, asıl amaçları Yemen’in bölünmesini sağlayarak gelecekte kendilerine bir tehdit teşkil etmesinin önüne geçmeyi arzulayan Suud-BAE ittifakının ortak kararı olduğunu teyit ediyor.
Bu kararın ardından sahada hızlı adımlar atan Geçiş Konseyi’ne bağlı kuvvetler, başta Aden'deki Merkez Bankası binası olmak üzere Aden limanını, kentteki diğer hükümet binalarını ve zaten elinde tuttuğu askeri noktaları tamamen kontrol altına almak için harekete geçti. Buna karşın Mansur Hadi hükümeti de apar topar yaptığı açıklamada Konsey yönetimine altına imza attığı Riyad Anlaşması’nı hatırlattı ve Konsey’in böyle bir yetkisinin bulunmadığını açıkladı.
Başından beri ayrılıkçı eğilimlere sahip olduğu bilinen, Aden ve birkaç Güney kentinde gerçek kontrolü elinde tutan Geçiş Konseyi, özerkliğin ilanında geçtiğimiz hafta meydana gelen sel baskını nedeniyle büyük mağduriyet yaşayan ve bunu protesto eden Güneylilerin içinde bulunduğu öfke patlamasından yararlanmış görünüyor. Ancak üyeleri Abu Dabi’de ikamet etmekte olan Konsey’in bu kararı tek başına alması mümkün değil. Arkasındaki desteğe güvenmese Konsey’in böyle bir karar almaya yeltenmeyeceği biliniyor. Geçici başkent ilan edilen Aden’in özerkliğini ilan etmesiyle birlikte, daha önce başkent Sana’dan Aden’e kaçmak zorunda kalan Mansur Hadi, kendisine yeni bir başkent bulmak zorunda kalacak.
Yazıyı Abdülbari Atwan’ın bugünkü yazısının sonunda kullandığı ifadelerle bitirelim:
“Yemen'in parçalanması ve Güney’in ayrılması, 1967'deki bağımsızlıktan önce İngiliz işgali altında hüküm süren sultanların yönetimine dönülmesi ihtimaline yol açabilir. Husilerin kontrolündeki Kuzey Devleti hızla şekillenirken Hadramut, Ebyen, Şebva, el Mehra ve Sokotra kent yönetimlerinin Geçiş Konseyi’nin özerklik ilanına karşı çıkması, bu konuda çok şey söylüyor.
Ensarullah ya da 'Husiler', nasıl isimlendirirseniz isimlendirin, Güney’deki bu ayrılıkçı gelişmeler ve bundan kaynaklanabilecek olası tepkilerden belki de en çok yararlanacak taraf olacak . Çünkü sessizce güçleniyor ve nüfuzunu genişletiyorlar, hareket son dönemde el Cevf ve Me’rib gibi önemli ve stratejik bölgeleri ele geçirmeyi başardı. Bunun da ötesinde 'Husiler' ve müttefikleri, hakkında binlerce hesabın yapıldığı bölgesel bir askeri güç haline gelmiş durumda. Bunun için hareketin lideri Sayın Abdul Malik Al Husi’nin Sada’da saklandığı yerde sevinçle ellerini ovuşturduğunu düşünüyoruz. Allah en iyisini bilendir.”