Bizim gibiler için sorun şurada sanırım: Batı, 20 belki de 50 yıl önce düşünüyor ve politikalarını örmeye başlıyor. Biz ise yıllar sonra olayların ortasında buluyoruz kendimizi sonra da Batı’nın işi olup olmadığını tartışıyoruz.
İnternette bir konuyu araştırırken 30 Nisan 1863’te ABD’nin İstanbul’daki misyonu E. Jay Morris’in dönemin ABD dışişleri bakanı William H. Seward’a yazdığı rapora rastladım (Columbia Üniversitesi arşivleri). Raporda o dönemde bir Amerikalı öğretmeni öldüren çetenin mensuplarının isimleri verilerek ne şekilde öldürüldükleri anlatılıyor. Bu örnek ve buna benzer ayrıntıları içeren onlarca rapor, Batılıların coğrafyamıza ne zamandan beridir nasıl hakim olduklarını anlatmaya yeter.
Kürdistan Özerk Yönetimi’nde yapılan referandum sonrası yeniden alevlenen BOP tartışmasına İlhan Uzgel çok değerli bir katkı yapmış ve düşüncelerini yazmış. Yazısının bazı bölümlerine katılıyorum ama bazı bölümlere itirazım var. Komploya inanmayalım ama komplosuz da kalmayalım.
Condoleezza Rice (2000 – 2005 arasında Ulusal Güvenlik Danışmanıydı) 2003’teki makalesinde gerçekten de “22 ülkenin sınırları değişecek” demiyor. Ama zaten bu şekilde ifade edilmez ki! Amerikalıların bu kadar saf mı?
Böyle sert ve niyetlerini doğrudan açık eden ifadeler yerine Amerikalılar Rice’ın yaptığı gibi “dönüşüm, demokrasi, insan hakları” gibi ifadeleri yeğlerler. Rice da zaten bunu yaptı ve “(ABD ve müttefikleri olarak) önümüzdeki dönemde dünyanın bir başka yerinde Ortadoğu’da uzun soluklu bir değişim dönemine hazır olmalıyız” dedi.
Rice 2005’te AIPAC’ta yaptığı konuşma ve 2006’da İsrail ziyaretinde (2005’te dışişleri bakanı olmuştu) aynı minvalde konuşuyor. Ama ben Rice’ın bu beyanatlarından çok hemen hemen aynı tarihlerde (1 Haziran 2006 tarihli Amerikan Armed Forces Journal’de) yayınlanan Ralph Peters imzalı yazıyı daha çok önemserim.
Ralph Peters “Blood Brothers – kan kardeşler” ifadesinden kelime oyunu yaparak “blood borders – kan sınırları” adını verdiği makalesinde Ortadoğu’da sınırların Batı tarafından çizildiğini ve bu sınırların “doğal” olmadığını, adaletsiz olduğunu savunur.
Makalesinin bir yerinde (özetle) şu ifadelere yer verir: Balkan Dağları ile Himalaya Dağları arasındaki meşhur adaletsiz coğrafyada en belirgin haksızlık bir Kürt devletinin bulunmamasıdır. Bitişik sınırlar içinde 27 ila 36 milyon Kürt yaşıyor. Günümüz Irak’ındakinden daha fazla olan bu nüfus ile Kürtler dünyanın en büyük devletsiz etnik grubunu oluşturuyor. Daha da kötüsü Kürtler tarihten bu yana yaşadıkları bu dağlarda her hükümet tarafından bastırılmışlardır.
ABD ve müttefikleri Bağdat’ın düşmesinden sonra bu adaletsizliği düzeltmeye başlamak için büyük bir fırsatı kaçırdılar. Irak derhal küçük devletlere bölünmeliydi. Korkaklığımız ve öngörüsüzlüğümüz nedeniyle Kürtleri Irak hükümetini desteklemeleri için zorladık. Ama eğer bir referandum yapılsaydı Kürtlerin yüzde yüze yakını bağımsızlığa evet derdi.
Peters makalesinin devamında toprak kazanacak ve kaybedecek devletleri sıralar ve meşhur “BOP haritası” ortaya çıkar.
Evet doğrudur, Rice “sınırlar değişecek” dememiştir ancak bu ABD’nin böyle düşünmediği anlamına gelir mi?
ABD’nin değişiklik yapmak istediği ülke ya da bölgelere çoğu zaman “açık (overt) operasyon” yerine “gizli (covert) operasyonlar düzenler. Bunun için demokrasi, insan hakları gibi her zaman geçerli argümanları kullanır.
Bu durumda BOP’a “proje” demek yerine “girişim” demeyi tercih etmeleri de kendi (gerçekleştirme) politikalarına uygun.
“Rice 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini söyleyemezdi çünkü bu ülkeler arasında müttefikleri de vardı.”
Suriye, Libya, İran gibi ülkeler ile ilgili bunca girişim ve söyleme rağmen Bahreyn ya da Suudi Arabistan’a tek eleştiri getirilmemesi bu ifadeyi doğruluyor. Ama şu da var: Eğer Suudi Arabistan ya da herhangi bir ülke Amerikan çıkarlarına uyumlu politikanın dışına çıkmış olsaydı o ülkelere de “demokrasi” hızla getirilirdi.
Bunu İlhan Uzgel hocam da belirtiyor zaten yazısında:
"… O yüzden, meşruiyeti kalmamış, artık yönettikleri toplumları taşıyamayan otoriter rejimler yerine, ılımlı İslamcılarla bir pazarlık içinde onları siyasete çekme politikasına geçildi. Diğer bir değişle, ABD Ortadoğu’da eksen değiştirerek laik-otoriter rejimleri değil, eğer ılımlaşmayı, Batı ile uzlaşmayı kabul ederlerse İslamcı hareketlerle çalışmayı tercih etti, bir bakıma kendisi eksen değiştirdi.
Bu noktada İslamcılar öncelikle piyasa ekonomisini benimseyecekler, Batı (ve İsrail) karşıtlığını bırakacaklar ve iktidara seçimle gelip seçimle gitmeyi kabul edeceklerdi. Tahmin edilebileceği gibi, aslında Batı ile bu pazarlığı ilk yapan ve bu süreçte Milli Görüş gömleğini çıkaran AKP’nin kurucu kadrosu ve başta da Erdoğan’dı. O yüzden de o dönemde Erdoğan ve AKP el üstünde tutuldu, Ortadoğu’daki İslamcılara bir örnek, model olarak gösterildi.
Bu pazarlığa uyarlarsa İslamcılar iktidara geldikleri takdirde, toplumsal beklentiler bunlara yönelecek, AKP dahil aslında hiçbir İslamcı hareketin kendi iktisadi programı olmadığından, Batı’dan gelecek ekonomik desteğe ihtiyaç duyacaklar ve bölgenin Batı’ya siyasal bağımlılığı yeni, taze aktörlerle devam edecekti."
Önemli soru işte tam da burada sorulmalı: Erdoğan BOP’un eşbaşkanı mı?
Son yıllarda bölgede yaşanan gelişmeler adı BOP olsun ya da olmasın ABD ve Batı’nın küresel politikaları ile AKP’nin bir yandan bu politikalara uyumunun diğer yandan AKP’nin bölgesel politikalarının uyuşmasının sonucu değil mi?
ABD kendi çıkarlarına uygun politikalar yürüten, İsrail’e sorun çıkartmayacak ılımlı İslamcı iktidarlar istedi, AKP hem kendisi uyumluydu hem de bu uyumu sağlayacak adımları atacak bölgesel bir yükleniciydi.
Ilımlı İslam (Müslüman Kardeşler) Ortadoğu’da hakim olacak, Batı “çatlak ses” duymayacak, Erdoğan ise kendisine düşen payı alacak ve içerideki iktidarını daha da sağlamlaştıracaktı. Eğer Arap Baharı adı verilen süreç başarılı olsaydı Türkiye başkanlık sistemine çoktan geçmişti bile.
Diğer yandan ABD İsrail’e sürekli “arıza çıkaran” Suriye’den kurtulacak ve “direniş ekseni” kırılacaktı. Bu da İran’ın belinin kırılması demekti.
BOP VAR MI YOK MU?
Bu soruyu cevaplamak önemli ama asıl soru şu:
Libya ve/veya Tunus mu önemli Kürdistan mı? ABD ve Batı için küçük bir Kürdistan bugün ve sonrası için bir Libya ya da Tunus’tan çok daha önemli ve en az bir Mısır kadar değerli.
Kürdistan bu bölgenin “altın hissesi” ve bu hisseye kimin hakim olacağı çok önemli. Buradan bakacak olursak ABD ve Batı neden bölgede bir Kürdistan istemesin? İsrail’in düşmanı İran’ın yanıbaşında, Türkiye’ye alternatif; Irak, Türkiye, Suriye ve İran arasına konmuş bir müttefik her zaman ABD ve müttefiklerinin çıkarına uygundur.
İşte bu Kürdistan Ralph Peters’in haritasına tam da uygun. Şu anda Suriye’de SDG’nin hakim olduğu yerleri 2006’da “öngörmüş” Peters. Kürtler açısından diğer coğrafyalarda durumun ne olacağını zaman gösterecek. Burada Peters’in yazısında devam ile söz ettiği bir başka öngörüye yer verelim:
"İran ve Suriye Kürtleri gibi Türkiye’deki Kürtler de (yapabilirlerse) hemen bağımsız devlete katılacaklardır. Diyarbakır’dan Tebriz’e uzanan özgür bir Kürdistan Bulgaristan ile Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olur. İşte bu devlet tam da İlhan Hoca’nın dediği gibi Batı için “ideal” devlet olur, böyle bir devleti kim istemez ki?
Ralph Peters yazısının bir yerinde şöyle diyor: düşünülemeyeni düşünenlere itiraz edip “sınırlar değişmemeli, o kadar” diyenlere gelince, unutulmamalıdır ki sınırlar yüzyıllardır değişiyor. Kongo’dan Kosova’ya, Kafkaslara kadar halen değişiyor."
“BOP iddiası doğru ise haritanın öngördüğü değişiklikler neden gerçekleşmedi?” sorusu sorulabilir.
Peters’in yazısında değinilen en önemli değişiklik (Kürdistan) gerçekleşmek üzere daha ne olsun? Diğer yerlerin şimdilik çok da önemi var mı?
Diğer yandan ABD Suriye’ye müdahale ederek Rusya’yı yeniden küresel mücadeleye soktu ve o veya bu şekilde Suriye, İran ve Hizbullah kendilerine açılan savaşa direnerek “ABD, her politikasını kanlı ya da kansız uygulayabilir” ezberini bozdular.
Peters’in haritasında yer alan, Suudi Arabistan ve diğer bölgeler için yapılan öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise zamana ve yönetimlerin ABD ile “uyumlu” çalışıp çalışmayacağına bağlı.
Sonuç olarak BOP var ya da yok, Erdoğan eşbaşkanı ya da değil 2010’dan bu yana yaşananların sonucunda “Büyük Ortadoğu Haritası’nın” en can alıcı kısmı ile ilgili “öngörüler” gerçekleşmeye başladı.
BATI KÜRDİSTAN’I TÜRKİYE’YE 'YEDİRMEZ'
Burada önemli bir noktaya değinmek de gerekiyor: ABD ve Batı’nın çıkarları Kürtlerin bağımsızlık/devletleşme isteklerine halel getirmez. Bu nedenle Kürtlerin bağımsızlık istekleri ile bu durumu kendi çıkarları için kullanmak isteyecek Batı’nın planlarını birbirinden bağımsız görmek gerek. Bu yazının tartışma konusu da zaten referandum değil, Batı’nın bölge ile ilgili politikaları.
Batı bizimkiler gibi zar atmıyor, yıllar sonrasını düşünerek satranç tahtasını nakış nakış işliyor. Bize de “gelişmeler karşısında şoka uğramak ve komplo teorileri ile uğraşmak” kalıyor. Batı bundan sonra “oluşmasına büyük katkı sunduğu nesnel koşullar içinde” itirazlara rağmen yol almaya başlayan Kürdistan trenini durdurmak yerine makinistliğini yapmaya çalışacaktır.
Fransa işin içine girdi bile. Libya’da selefi cihatçılara ne şekilde savaşacaklarını anlatmak için cephede poz veren, Sarkozy’nin akıl hocalarından Bernard Henry – Levy IKB Yönetimini ziyaret etti. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da Barzani ve İbadi’yi Paris’te buluşturmaya hazırlanıyor.
Putin kendisine yanaşan Erdoğan’ın gözünün içine baka baka meseleyi geçiştirdikten sonra diğerlerinin de topa girmesi yakındır. Biz Barzani’ye bağırıp çağırmaya devam edelim.