Pandemi sonrasında devam edecek finansal oynaklıklar karşısında ve zaman zaman alt üst olacak finansal piyasalar için ne gibi önlemler alınabileceği şimdiden konuşulmaya başlandı. Bugün verilen desteklerin, yarın yüksek bir bedel oluşturacağına dikkat çeken mali muhafazakâr The Economist dergisi, arazi ve veraset vergisi yanı sıra karbon vergisinin de uygulanabileceğini belirten bir başyazıyla çıktı. Düşük büyüme oranları nedeniyle borç sorununun ağırlaşmasının beklendiğini belirtti. Bu uyarılara aldırmaz görünen ve yıllık hasılalarının yüzde 10’unu aşan miktarda açık verecek duran merkez kapitalist ülkeler için günümüzde geçerli olan düşük borçlanma faizleri büyük bir avantaj sunuyor.
Yeterli büyüme oranları yakalandığında borcun kuşaklar boyunca taşınması bir sorun teşkil etmiyor. Çevre ülkelerde ise durum farklı. Son yirmi yılda kendi para birimleri cinsi tahvil piyasalarını derinleştirerek daha fazla manevra alanı yakalamış olsalar da uluslararası iş bölümündeki konumları nedeniyle daha yüksek faizle borçlanıyor, borç/GSYH oranları son derece düşükken borç krizlerine savrulabiliyorlar. Bununla birlikte “Büyük Kapanma” döneminde daha önce görülmedik işler küresel Güney’de de deneyimleniyor, 13 Merkez Bankası ya tahvil alımlarına başladı ya da almaya başlayacaklarını duyurdu. Bu genişlemeyi daha fazla kamu harcaması ile ekonomik faaliyeti toparlama uğraşları ve şirketlere verilen desteklerin imkân el verdiğince genişlemesi takip edecek.
İyimser senaryoları ön plana çıkartan IMF Dünya Ekonomik Görünümü Raporu orta gelir düzeyi ülkelerin bütçe açıklarının ikiye katlanarak ortalamada GSYH’ye oranla yüzde 9’u aşmasını bekliyor. Güvenli limanlara kaçış, 2020 yılı ilk dört ayında Güney’de 2008-09’dakini aşan bir sermaye çıkışına neden oldu. İkinci bir virüs dalgası deneyimlenmez ve dünya ekonomisindeki en iyimser beklentiler gerçek olursa dahi, Çin ve Hindistan dışında çok sayıda küresel Güney ülkesi sert daralmalarla yılı kapatacak.
DÖNME DOLAPTA DEVAM
Türkiye’ye gelindiğinde ise “Ramazan sonrası çifte bayram” söylemi tozpembe bir tablo çiziyor. Oysa 2018-19’dan kalan ve daha da ağırlaşan çok sorun var. Bank for International Settlements uzmanları şirket likidite sorunlarına eğildikleri 28 Nisan tarihli çalışmalarında faaliyet giderleri daha yapışkan nitelik sergileyen şirketler kesiminin düşük gelir nedeniyle tüm dünyada sorunlar yaşadığını belirtip, gelirlerin yüzde 25 kadar azalmasının çok sayıda şirketin yükümlülüklerini yerine getirememesine yol açacağı uyarısında bulundu. Kısa vadeli borç ödemeleri 93 milyar doları bulan Türkiye özel sektörü, borcuna oranla daha az nakde ve kısa vadede gelir getirici yatırıma sahip.
Türkiye şirketlerinin varlıklarına oranla kısa vadeli açığının birçok başka ülkeye göre daha fazla olması hemen her şeyin “normal”e döndürülmesi için fazladan baskı oluşturuyor. Ekonominin yeniden açılması telaşının arkasında Türkiyeli şirketlerin dünyada likidite sorunu en ağır seyreden şirketler olması da yatıyor.
Fakat tekin olmayan bir şeyler var: Türkiye’de Merkez Bankası ile ticari bankalar arasında kurulmuş devridaim makinası mart-nisan’da yeni bir aşamaya geçti. Artık merkezin rezervleri, ödünç alınmış dolarlar bir kenara bırakıldığında ekside seyrediyor. Döviz hesaplarında hiçbir çözülme gerçekleşmezken, alaturka parasal genişleme başlatan ekonomi yönetimi sadece sınırlı sermaye kontrolleri uygulamakla kalmıyor ayrıca bankaları tahvil almaya zorluyor.
Türkiye ekonomisi 2020’de, önceki iki yıldan daha kötü bir performans sergileyecek. Ön almaya çalışan ekonomi yönetimi darbe girişimi sonrasında giriştiği, 2017’de genişlettiği ve 2018-19 krizi sırasında çeşitlendirdiği uygulamalara benzer biçimde devlet bankaları aracılığıyla kredi pompalıyor. Yaklaşık bir yıl önce Erdoğan yönetiminin daha önceki kredi genişlemelerinin başarısıyla değil sonuncunun yarattığı hezimetle hatırlanacağını yazmıştım. Görüşümü koruyorum. Ancak ortaya çıkan yıkım nedeniyle daha kaygılıyım.
REKOR KIRILDI
Kaygımın borç verileriyle doğrudan ilgisi bulunuyor. Nisan ayı için Hazine nakit gerçekleşmeleri henüz açıklanmadı. Hazine’nin toplam net borçlanmasının nisan ayında 60 milyar TL’ye yaklaşarak tarihin en yüksek seviyesine ulaştığı hesaplanıyor. Toplam borçlanmanın 66 milyar TL’yi aştığı nisanda aynı zamanda Türkiye’de yılın ilk dört ayı göz önüne alındığında da bir borçlanma rekoru kırılmış oluyor, 2020 yılı ilk dört ay net borçlanması 120 milyar TL’nin üzerine çıkıyor. Veriler ışığında Hazine’nin 2017’de ve 2019’da olduğu üzere borçlanma limitini aşması kaçınılmaz hale geldi diyebiliriz.
Borçlanma rekoru kırılırken tahvil faizlerinin artması beklenir. Ancak tam tersi gerçekleşiyor. Tahvil faizlerinin hızla düşüşünün arkasında ise ekonomi yönetiminin idare-i maslahatçılığı yatmakta. 18 Nisan’da BDDK’nin açıkladığı ve Mayıs ayından itibaren uygulanacak aktif rasyosu hesaplaması bankalara döviz mevduatındaki genişlemeyi durdurun demekle kalmıyor. Bankaları daha fazla Hazine tahvili alımına da zorluyor. Esas amaç kredi genişlemesini teşvik etmek, ancak bu riskli ortamda bankalar yeni düzenlemeye uymak ve fakat daha fazla kredi vermemek üzere hızla tahvil alımına yöneliyorlar. Tahvil faizleri yüzde 8,8’e gerilerken, Erdoğan yönetimi bir süreliğine daha uygun faizlerle borçlanma imkânı yakalamış oluyor. Ne kadar artacağı açıklanmadan, yeni sorunlara zemin hazırladığı kesin bir şekilde borç artıyor.
SERMAYEYİ VERGİLENDİRMEYİNCE
2020 çöküşüne verilen tepkiler dikkate alındığında ortaya çıkan genel izlekte Türkiye’de hanelere verilen doğrudan desteklerin yok denecek kadar olması dikkat çekici. Ancak söz konusu şirketler olunca – miktar küçük olsa da – Türkiye diğer ülkelere biraz daha benziyor. İstihdamı destekleyecek biçimde tasarlanmamışlarsa da sunulan garantili kredilerle özel sektör desteklenmeye devam ediyor. Pandemi karşısındaki destekler Türkiye’de toplamda son derece sınırlı fakat bunlar dahi bütçeyi aşırı zorluyor.
Karşımızdaki çöküş 2018-19 krizinin üzerine bindi ve uzun bir tahribat döneminin sonuna geldi. Sermaye gruplarına desteğin artması, kamunun hızlı borçlanması ve devlet bankaları sayesinde hızlı kredi genişlemesinin nelere yol açtığını daha önceki epizotlardan biliyoruz. Her seferinde geçici bir ferahlama ve ertelemeyi daha büyük bir çöküşün takip ettiğini gördük. Türkiye’nin 2020 çöküşüne karşı verilen tepkiler Merkez Bankası'nın bilanço genişletmesi nedeniyle önceki yıllarda ülkedeki kriz yönetimiyle de arada bir fark oluşturuyor. Lakin pandemi kaynaklı yeni çöküşte anlamlı olabilecek alım programı diğer unsurlarla birleşince toksik bir karışıma yol açıyor.
Türkiye’de ekonomi yönetiminin benzer bir kredi genişlemesine girdiği 2017’de açık siyasal hedef referandumu kazanmaktı. 2018’de tamamlanan siyasal rejim değişikliğini öncesini de bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Sonuçta yapısal sorunların üzerine 2018’de küresel finansal koşulların sıkılaşması sırasında ekonominin son derece kırılgan hale getirilmiş olması eklendi. Bugün Covid-19 salgını nedeniyle bütün dünyada para ve maliye politikaları değişirken daha önce görülmedik önlemler devreye sokulabiliyor. Ancak Türkiye’de devletin sermayeden düzgün vergi almaması, vergi istisnalarını kaldırmaması, KÖİ ödemelerine devam etmesi, politika yapımının kısa erimli olması ve yönlendirmeyle indirilen tahvil faizlerinin dahi yüksekliği hep birlikte çok ağır bir borç sorunu ortaya çıkartıyor. O borcun emekçinin sırtına binmesi ekonomi yönetiminin ilk ve neredeyse doğal tercihi. Bu nedenle geniş toplumsal kesimler için bitmeyen zorluklar devam edecek.
1 Mayıs işçi bayramını balkonlarda değil sokaklarda özgürce kutlama hasretiyle yazıyı bitireyim. “Çifte bayram”dan ise umutlu değilim, çünkü asıl bayramların, krizle mücadelede halk yararına önlemler ve planlı müdahalelerle geleceğini bilenlerdenim.