İflasın virüs gibi kol gezdiği bir ortamda finans yönetiminin “sürü bağışıklığı” stratejisine başvurup vurmayacağı, yoğun bakım ünitelerinin yeterli olup olmadığı çoğumuz için hayati bir soru. Mesele iktidarın “saçma sapan” kurgularla günü kurtarmaya çalışması değil, mesele tam da kurguyu üreten piyasa mekanizması, yani bir birimizle kurduğumuz ilişki.
“Kredi anlatı gerektirir” (1)
Sağlığımız, ekonomimiz, siyasetimiz, ezcümle bütün hayatımız vaatler ve riskler etrafında dönüyor. İktidara ilişkin yapılan yönetememe/yönetme analizleri aslında bireysel yaşamlarımız için de uygulanamaz mı? Kaçımız “Şu anda yapacak bir şey yok. Bakalım yarın ola hayır ola” diyerek finansal veya vicdani muhasebesini ertelemiyor? Kaçımız umudunu belirsiz bir gelecekte çıkacak bir fırsata bağlamış durumda? Kaçımız gelecekteki bir kıyameti hayal edip “Bari bugünün tadını çıkarayım” diyor? Kaçımız kredi kartı borcunun asgari ödemesini yapıp borçsuz bir hayatının olmayacağını kabullenmiş durumda? Kaçımız vicdan borcunun asgari ödemesini yapıp nihai muhasebeyi ilahi veya dünyevi bir ruz-ı mahşere erteliyor? Bütün bu borç ertelemeler arasında aslında tamamen iflas etmiş olduğumuzu gizlemek için mi gece gündüz gerçek/sanal alemlerde geziniyoruz, laf çeviriyoruz, laf sokuyoruz, “piyasa yapıyoruz”? Ertelediğimiz riskler, bastırdığımız korkuların tetiklediği öfkemizi bir başkasına yüklüyoruz. Ve acaba hayatımızı yönettiğimiz gibi mi yönetiliyoruz?
Aristoteles herhalde bu soruya şaşkınlıkla bakıp ciğerlerinin ta derinlerinden “E günaydın. Ben 2300 sene evvel yazdıydım” derdi. Siyaset felsefesinin en temel konusuna geri dönerek, “Aslında değişen hiçbir şey yok” demek değil meramım. Tersine her şey aynı kalıyormuş gibi görünse de her an değişiyor. Siyaset felsefesinin derdi doğru siyasal eylemi belirlemektir, yani ahlaktır. Ben ise ahlaki yargıya geçmeden önce, yargının da sürekli ertelendiği (bu maalesef günümüzde bir mecaz değil) toplumsal ilişkiler ağı üzerine düşünmek istiyorum. Hayatımızı mutlu anlarımızda bir reklam metni, mutsuzluklarımızda bir kamu spotuna dönüştüren ilişkilerimize bir an olsun “dışarıdan” bakmayı hayal edebilmek için edebiyat ve filoloji vazgeçilmez kaynaklar. Nihayetinde finans da siyaset de anlatıya dayanıyor.
KREDİ VE KURGU
Sandra Sherman “Finans ve Kurgusallık” adlı çalışmasında Defoe’nun romanlarının bir muhasebesini yapar. Sherman’a göre Defoe kurgularının finansal araçlarla paylaştığı ortak bir zemin vardır: Piyasa epistemolojisi. Modern edebiyat ve modern finans da Sherman’a göre matbuat kültürünün (yani kitlesel olarak dolaşıma giren basılı metinlerin) bir ürünüdür.
Edebi ve finansal metinler için önemli olan değerlerini ve kökenlerini açığa vurmadan dolaşımda kalabilmeleri ve okuyucunun/alacaklının kuşkularını askıya alıp beklemesini sağlayabilmeleridir. Kredinin kredibilitesi inandırıcı metinlere -borçlu ve alacaklıyı karşılıklı anlaşılabilir ve bağlayıcı taahhüde sokan bir sözleşmeye- dayanır, tıpkı edebiyat gibi. Bu sözleşmede okuyucu alacaklı, yazar borçluya denk düşer. Bir kredi rejiminde gerçeklik geleceğe ertelenir ve ancak bir temsil olarak var olabilir. Finansal metinlerin okuyucusu olarak alacaklı gelecekte yerine getirilip getirilmeyeceği belli olmayan ama hayal gücünü cezbeden sözlere yatırım yapar. Diğer okuyucuları örnek alarak hiçliğe bir değer atfetmemiz, onu bir şey olarak okumamız “kredi söyleminin tılsımıdır”. (2)
Sherman’ın da vurguladığı gibi krediyi bir söylem olarak tanımlayan ve bu söylemin dönemin siyaset kuramı tarafından emildiğini öne süren ilk yazar Yeni Zelandalı siyasi düşünceler tarihçisi J.G.A. Pocock’tur. Pocock’a göre fonlanmış borç ve kamu borcu dil sayaçlarını pazarlanabilir emtiaya dönüştürürken, bu emtianın değerini kontrol edenler söyleme hakim olmuştur. Dil bir zamanlar temsil ettiği gerçeklikten koparak özerk bir gerçeklik haline gelmiştir. Kredi -piyasadaki kağıtlarda cisim bulan fikir, fantezi, tutku- eskiden toprakta cisim bulan geleneksel, istikrarlı değerleri erozyona uğratmıştır. 18'inci yüzyıldaki bu dönüşümün siyasi izdüşümü toprak sahiplerinin yerini kağıt sahiplerinin almasıdır. (3)
Bugün siyasi sistemin ekonominin ihtiyaç duyduğu öngörülebilirliği sağlayamadığını öne süren eleştiriler öngörülebilirlik talebinin bizatihi kendisinin daha fazla kurgu ürettiğini es geçiyor. Sherman’ın “piyasa epistemolojisinin paradoksu” adını verdiği mesele öngörülebilirliğin kendisinin bir kurgu olduğunu ortaya koyuyor: Borcun geri ödeneceği hiçbir koşulda kesin olmadığı için, kesinlik kurgusu finansal araç tarafından sağlanıyor. (4)
DEFOE VE FİNANSAL KRİZ
Marx’la tanışmış herkes finansal (ve siyasi) kurgu balonlarının bir anda nasıl yerle yeksan olabileceğinin farkındadır. Nitekim Daniel Defoe’nun edebi üretimi de tarihi büyüklükteki bir finans krizinin etkilerini taşır.
17'nci yüzyıl sonu, 18'inci yüzyıl başında İngiltere Fransa’yla giriştiği savaş sonunda büyük bir kamu borcu yükü altına girmişti. Hükümet bu borcu önce 1694’te İngiltere (Merkez) Bankası’nı yaratarak aşmaya çalıştı. Ancak 1710 yılına gelindiğine bu özel bankanın kredisi kamu borcunu kapatmaya yetmez olmuştu. Çözüm olarak hükümet parlamentodan bir yasa geçirerek Güney Denizi Şirketi’ni (South Sea Company) yaratıp, Güney Amerika’yla ticareti bu şirketin tekeline verdi. Ticaret tekelini pazarlayan hükümet savaşı sürdürecek fonu buldu ancak şirket hisselerinin değerlerinin on katına çıktığı bir finans balonunu önleyemedi. 1720’de patlayan ve tarihe Güney Denizi Balonu (South Sea Bubble) olarak geçen bu finans krizi İngiltere’yi iflasa sürükledi ve elbette krizin sorumluluğunun kimde olduğu tartışmasını başlattı.
Defoe’nun bu dönemdeki siyasi yorumları kamu borcu finansmanıyla ilgili endişeleri yansıtır. 1710-1711 arasında kaleme aldığı yazılarında Defoe ülkenin varlığının yüzyıl için ipotek edildiğinden şikayet eder, borçlu bir ülkenin özgürlüğünü yitirdiğini ileri sürer. (5) Kuşkusuz Defoe’nun bu iddiasının kendisinin de bütün hayatını borç içinde geçirmiş ve hatta 1692’de ödeyemediği borçları için hapse girmiş olmasıyla bir ilgisi vardır. Ancak Defoe 1720’de “Güney Denizi Projesinin İncelenmesi ve Akılcılığının Kanıtlanması” (The South-Sea Scheme Examin’d: and the Reasonableness Thereof Demonstrated) başlıklı bir kitapçıkta Güney Denizi Şirketi’nin hisselerinin bir çılgınlık sonucu değer kaybetmeye başladığını savunur. Krizin patlak vermesinden sonra ise 1722’de şirketi yaratan parlamentoyu yerden yere vuran bir eleştiri yazar. (6) Bütün bu süreçte Defoe’nun tam olarak pozisyonunun nasıl değiştiğini tarif etmek başka bir yazının konusu olabilir. Ancak burada vurgulamaya çalıştığım kamu finansmanının Defoe’nun edebi eserlerine nasıl yansıdığıdır.
Defoe kurgularında kendini yazar olarak ilan etmekten imtina eder. Sanki piyasada tutunabilmek için yokmuş gibi davranmalıdır. (7) Burada mesele Defoe’nun siyasi argümanlarını kurgusal karakterlerin ağzından dile getirmesi değildir. Nitekim çağdaşı olan Jonathan Swift de eleştirilerini yazarın gizlendiği hicivlerle ifade eder. Ancak okur Gulliver’in gerçek bir karakter olmadığının farkındadır, yani Swift’te yazar gizlidir, ama gizlendiği okurun da malumudur. Oysa Defoe anlatıcı karakterin kurgusallığını silmek için elinden geleni yapar. Sherman’ın deyişiyle yazarın yüzü bir aynalar koridorunda giderek geriye doğru çekilirken okur kendini bir söylemsel vertigonun, bir baş dönmesinin içinde bulur. Bu metinlerde artık yazar bir özne değil, piyasanın bir uzantısıdır, talep ve arzın buluştuğu bir noktadır. Böylece metinlerin sorumluluğu piyasaya yüklenirken, yazarın sorumluluğu sessizce silinir. Okuyucu da alacaklı gibi bir risk almaktadır, yazarla ortak sorumluluk taşır. Sonuçta Defoe’nun siyasi edebiyatında okuyucu yazarla gerçeğin temsilini çarpıtmak konusunda işbirliği içindedir. (8) Sherman’a göre “Defoe’nun kurgusunu rasyonalize eden piyasa stratejisinde anlam, anlamın ötelenmesindedir. (9)
KAMUSAL ALAN VE PİYASA
“Kıssa her zaman hisse için yazılır, hisse kıssa için değil” (Defoe) (10)
Sherman’ın Defoe üzerine yazdıkları güncel siyasi ve ekonomik kurguları rasyonel bir tartışma modeli içinde çözümlemeye çalışanlar için ciddi bir meydan okuma teşkil ediyor. Sürekli gündemin sert bir şekilde değişmesi ve tartışmadan tartışmaya, meseleden meseleye sürüklenmekten şikayet ederken analizlerin önünde sonunda aynı tezleri tekrarlaması bir aynalar koridorunda olduğumuzun işareti değil mi? Nitekim Sherman, kitabını yazdığı dönemde moda olan Jürgen Habermas’ın “Burjuva Kamusallığının Dönüşümü” eserinde dile getirdiği tezleri eleştirmekten geri durmuyor.
Kamusal alanın da tıpkı modern kurgu ve finans gibi matbuat kültürünün bir ürünü olduğunu vurgulayan Sherman, Habermas’ın burjuva kamusal söyleminin rasyonelliği ve şeffaflığı iddiasının Defoe’nun metinleri tarafından boşa çıkarıldığını öne sürüyor. (11) Hayali otoriteler (yazarlar) tarafından inandırıcı hale getirilen hayali olaylar etrafında dönen bir tartışmada akılcı (rasyonel) argümana ne oluyor? Piyasanın ürettiği ve yazar muğlaklığına dayanan mecazlar kamusal alana girdiğinde ne oluyor? Defoe’nun siyasi kurguları kendini ifşa etmemek için piyasa söylemine başvururken rasyonaliteye de meydan okuyor.
BULAŞIN TAŞIYICILARI: MÜFLİS VE VEBALI
“Kredi ve veba karşılıklı havale yapan kişiler arasında bağlantı kurmak açısından birbirine benzer. Potansiyel olarak bu kişilerin her biri tanımlanmamış, karmaşıklaşmış bir toplumdaki tüm ilişkileri yansıtırlar.” (12)
Defoe’nun kurgularını görmezden gelen sadece Habermas değil. Modernite ve rasyonalite tartışmasında Habermas’ın tam ters köşesinde mevzilenen Michel Foucault da ilginç bir şekilde Defoe hakkında bir yorum yapmıyor. Daha önceki bir yazımda belirttiği gibi, Foucault vebayı modern iktidar teknolojilerinin doğuş ve tatbikat alanı olarak ele alır ve hem bir siyasi hem de edebi bir kurgu, bir hayal olarak karşımıza çıktığını iddia eder. (13) Foucault’ya göre siyasi tahayyülde veba iktidarın düzenlemeleriyle duruma tamamen hakim olduğu, karantina düzenini tesis ettiği bir durumu imlerken, edebi tahayyülde veba tüm siyasal düzenin çöktüğü bir anı temsil eder. Ancak bu iddialı tespite rağmen Foucault’nun edebi veba tahayyülüne örnek olarak verdiği metinler dipnotta birkaç eserle sınırlı kalır. (14) Halbuki Martin Wagner’in de işaret ettiği gibi Defoe Foucault’nun siyasi ve edebi veba tahayyülü adını verdiği sınıflandırmanın dışında, her iki kategoriden de özellikler taşıyan bir model ortaya koyar. (15) Foucault’nun ana meselesinin merkantilizmden fizyokrat doktrine ve ekonomi politiğe geçiş olduğunu göz önünde bulundurursak bu eksiklik yazarın tezleri için daha da sorunlu hale gelir. Nitekim, Defoe’nun veba kurgusu tam da Pocock’un toprak sahiplerinin iktidarından kağıt sahiplerine iktidarına geçişin (yani piyasa epistemolojisinin) mantığını taşır.
Önceki yazımda ele aldığım ve Defoe’nun Güney Denizi Balonu krizinin hemen ertesinde yayımladığı romanı “Veba Yılına Ait Bir Anı Defteri” vebayla finans krizi arasında doğrudan homoloji, bir türdeşlik kurar. Nitekim finans krizinde de borçlular tıpkı vebalılar gibi iflas ettiklerinin farkında değildir. Giderek daha fazla insan borçlarını ödeyemez hale gelirken müflisler kendileriyle beraber düzinelerce insanı da iflasa sürükler. Finansal krizdeki iflas listeleri gibi vebadaki ölüm listeleri de gerçek rakamları yansıtmamaktadır. Dahası gerçek rakamları tespit etmek olanaksızıdır. Finansal kriz gibi veba da şeffaf değildir:
“Kredi gibi veba da, kendi sonunu varsayan bir söylemi engelleyerek, bir köken veya bir bitiş noktası tanımlama çabalarını boşa çıkarır.” (16)
Ekonomik krizin başımızın üstünde alıcı bir kuş misali dolaştığı bu anda finans ve vebanın türdeşliği üzerine bu tezi ciddiye almamız gerekiyor. İflasın virüs gibi kol gezdiği bir ortamda finans yönetiminin “sürü bağışıklığı” stratejisine başvurup vurmayacağı, yoğun bakım ünitelerinin yeterli olup olmadığı çoğumuz için hayati bir soru. Mesele iktidarın “saçma sapan” kurgularla günü kurtarmaya çalışması değil, mesele tam da kurguyu üreten piyasa mekanizması, yani bir birimizle kurduğumuz ilişki. Yani, bireysel değerimizin başkalarının fiyatlamasıyla belirlenmesi meselesi.
(1) Sandra Sherman, Finance and Fictionality in the Early Eighteenth Century: Accounting for Defoe, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s.28.
(2) Sherman, Finance and Fictionality, s.32.
(3) Sherman, Finance and Fictionality, s.27.
(4) Sherman, Finance and Fictionality, s.118.
(5) Sherman, Finance and Fictionality, ss.14-15.
(6) Sherman, Finance and Fictionality, s.24.
(7) Sherman, Finance and Fictionality, s.9.
(8) Sherman, Finance and Fictionality, ss.55-90.
(9) Sherman, Finance and Fictionality, s.128.
(10) Sherman, Finance and Fictionality, s.178.
(11) Sherman, Finance and Fictionality, s.8, 10-11, 57.
(12) Sherman, Finance and Fictionality, s.147.
(13) Martin Wagner Foucault’nun farklı tanımlar kullandığını not ediyor: Anormal’de Foucault siyasi düş (rêve politique) ve edebi düş (rêve littéraire) arasında ayırım yaparken, Hapishanenin Doğuşu’nda siyasi düş (rêve politique) ve edebi kurgu (fiction littéraire) diye bir sınıflandırmayı tercih ediyor: Martin Wagner, “Defoe, Foucault, and the Politics of the Plague”, Studies in English Literature 57(3), Yaz 2017, s.516, son not 1.
(14) Michel Foucault, Abnormal: Lectures at the Collège de France 1974-1975, New York, Picador, 2003, İkinci Seminer: 15 Ocak 1975, Dipnot 15 şu eserleri sayar: Thucydides, Peloponez Savaşı; Lucretius, De natura rerum; A. Artaud, Tiyatro ve İkizi; A. Camus, Veba.
(15) Wagner, “Defoe, Foucault, and the Politics of the Plague”.