Geçen haftaki yazıda, kadrajı en yoksulların
borçlan(dırıl)masına odaklamıştım. Bu hafta, odağı artan
borçlan(dır)manın çalışma yaşamı ve siyasal davranış üzerine olası
etkilerine doğrulttum. Haftaya da, daha panaromik bir görüntü elde
edebilmek için, finansal içerilmenin nasıl bir sürecin parçası
olduğuna değinmeyi planlıyorum.
'RİSK ALMA' MALİYETİNİN ARTMASI
Borçlanma verileri, üzerinde daha detaylı çalışmayı hak ediyor.
Bu hem makroekonomik riskler açısından mevcut durumun daha iyi
anlaşılması için, hem de borçlu olma halinin insanlara dayattığı
davranış kalıplarının açığa çıkarılması için önemli. Bireysel
borçlanma ilgili literatüre bakıldığında, borçluluğun artmasının
çalışma yaşamına dair ve hatta siyasi davranışa ilişkin sonuçları
olduğu biliniyor. Uzun teorik tartışmalara girerek okuyucuyu
“sıkmayayım”. Geçtiğimiz hafta Murat Özveri hocanın yazısından biraz genişçe
bir alıntı yaparak durumu somut olarak ortaya koymaya
çalışayım:
“Toplu pazarlığın en kritik anına geliyorsunuz, ufukta grev
gözüküyor. İşyeri kritik bir sektör değilse, bir ay iki ay daha da
fazla grev yapılsa kimsenin umuru olmayacaksa işçi soruyor, grev
nedeniyle kredi borçlarımı ödeyemezsem evime haciz gelir mi?
Sorunun yanıtını aldığında boynunu büküyor, siz sorudan mesajı
anlıyorsunuz.
Seçimlerde taşeronlar işçileri geziyor, ‘siz bilirsiniz herkes
reyinde hürdür ama, iyi düşünün eğer seçimleri iktidar partisi
kaybederse ben taşeron olarak iş alamam, ihalem iptal edilir ben de
sizi işten çıkarmak zorunda kalırım. Oyunuzu ekmeğinizi düşünerek
verin’ diyorlar.”
Kısacası, artan borçlan(dır)ma çalışanları pasifleştiriyor.
Bunun nedeni, borçlular için her düzeyde itiraz etmenin ve
dolayısıyla da risk almanın, borçlu olmayanlara göre daha maliyetli
hale gelmesi. Yani borç, borçluları disipline ediyor ve artan
borçlanma, finansal sistemi derinleştirme ya da ekonomik büyümeyi
canlandırma gibi ekonomik etkilerin yanında, mevcut durumun
devamını sağlayacak siyasi bir araç olarak da işlev görüyor.
BORÇLANMA + GÜVENCESİZLİK
Genel olarak söylenebilecek olan, artan borçlanmanın kişiler
için risk almayı daha maliyetli hale getirdiğidir. Ancak bu
formülün işlemesi için bir unsuru daha analize katmalıyız:
Güvencesizlik. Artan borçlanma, güvencesiz çalışma koşullarıyla
birleştiği durumda iki sonuç karşımıza çıkıyor.
İlk sonuç, çalışma ilişkileri açısından önemli.
Artan borçluluğun güvencesiz çalışma koşullarıyla birleşmesi
durumunda, çalışanlar açısından risk alacak davranışlarda bulunmak
daha maliyetli hale gelmektedir. Bunun sonucunda ise, çalışanlar
daha uzun çalışma sürelerine, daha kötü çalışma koşullarına ve daha
düşük ücret artışlarına razı olmak durumunda kalmaktadır.
İkinci sonuç, daha genel bir düzleme, siyasete
dair. Güvencesizlik ortamında artan borçlanma, kişileri ekonomik
gidişata çok daha duyarlı hale getirmekte ve deyim yerindeyse
ekonomik ve “siyasi istikrar talebini” artırmaktadır. Dolayısıyla
mevcudun muhafazası isteği, işlerin bozulmaması talebi ve iktidar
değişikliği gibi belirsizliklerin olmaması düşüncesi, artan
bireysel borçlanmanın yansımaları olarak görülebilir. Yani
borçlanma arttıkça, insanların bireysel gelecekleri giderek daha
fazla piyasaya bağlanıyor. Bu “aman işler bozulmasın” ruh halinin
siyasete yansımasını tahmin etmek güç değil. Bu ruh halinin
yaygınlaşması, hâlihazırda iktidarda olanların işine gelen bir
durum.
Peki, borçlanmanın disipline edici bu genel eğilimin istisnaları
olabilir mi? Artan borçlanma, genel kabul gördüğü şekliyle
çalışanları edilgenleştiren bir işlev görmek yerine harekete
geçirici bir etki de yapabilir mi? Ya da daha basitçe, bu süreç
kendi kendini besleyen bir kısırdöngü olarak sürmek zorunda mı?
İŞ GÜVENLİĞİ VE ÖRGÜTLÜLÜK
DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın 2016 yılının son
haftası ile 2017 yılının ilk haftalarında, Dr. Serkan Öngel’in
yürütücülüğünde üyeleri ile yaptığı “Birleşik Metal İşçileri
Sendikası Üye Kimlik Araştırması”’nın sonuçları bu denklemin bazı
koşullar altında farklılaşabileceğini gösteriyor.
Birleşik Metal’in yaptığı ve yakında kitap olarak da basılacak
olan çalışmadaki ilginç sonuçlardan biri,
borçlanmadaki artışın çalışanların riskli olabilecek itirazlarına
ve hatta grev kararına olumsuz bir etkisinin olmadığıydı. Hatta
normal koşullarda artması beklenen istikrar talebi ve bunun sonucu
olarak örneğin geçtiğimiz referandumda “evet” oyunun daha yüksek
çıkması gibi bir sonuç yerine, Cumhurbaşkanı ve AKP tarafından
referandumda çıkacak “evet”in istikrarı sürdüreceği söylemine
rağmen, yapılan araştırmada işçiler arasında “hayır” eğiliminin
baskın çıktığı görülmüştür. Daha ilginci, “hayır” oyunun daha
borçlular arasında daha yüksek olması!
SADECE SORUYORUM!
Bir sendikanın kendi üyeleriyle yaptığı araştırmanın sonuçları,
genelleme yaparak büyük sonuçlara ulaşmamız için yeterli değil
elbette. Dahası, yukarıdaki örnek için referandum sürecindeki
politikleşmenin etkilerini de göz önüne almak gerekir. Ancak yine
de, araştırma sonuçları, üzerinde konuşmayı hak ediyor. Kesin hüküm
belirtmek yerine, biraz ihtiyatlı olarak, aşağıdaki sonuçları
çıkarabilir miyiz diye meseleyi tartışmaya açmak istiyorum. Ya da
popüler tabirle #SadeceSoruyorum!
Artan borçlanma ile çalışanların itirazlarının düzeyi arasındaki
ilişkiyi belirleyen unsur örgütlülük düzeyi olduğunu söyleyebilir
miyiz? Çalışanlar örgütlü olduğu durumda, iş güvencesi göreli
olarak daha yüksek olduğu için, risk alma daha az maliyetli hale
geliyor olabilir mi? Bu durumda artan borçluluk çalışanları
pasifize edici bir unsur olmaktan ziyade, daha aktif bir tutum
sergilemelerine yol açabilir mi? Bunun nedeni, örgütlülük sayesinde
göreli iş güvencesinin olması durumunda, çalışanların artan
borçlara orantılı olarak daha yüksek gelir artışı talep etmeleri
diyebilir miyiz?
GEÇİCİ SONUÇLAR
Ancak, sendikal örgütlülüğün olmadığı ve güvencesiz çalışma
koşullarının hakim olduğu bir ortamda artan bireysel borçluluk, (i)
çalışanların risk almalarını engelleyen, (ii) kötü çalışma
koşullarına razı olmalarını sağlayan, (iii) sendikalaşmayı
güçleştiren ve (iv) sendikaların olduğu yerlerde de grev kararından
uzak tutan bir işlev gördüğünü söyleyebiliriz.
Kısacası borçlanmanın çalışma hayatına etkileri konusunda kilit
değişken çalışanların iş güvenliği ve örgütlülüğüdür. İş güvenliği
ve sendikalaşma azaldıkça artan borçlanmanın çalışanları pasifize
edici bir işlev görmesi daha yüksek bir olasılık iken, artan
örgütlülük sayesinde göreli iş güvenliğinin olduğu bir ortamda
artan borçluluk, çalışanları daha cüretkar kılabilir.
***
Haftaya, ölçeği biraz daha genişleterek, finansallaşmanın önemli
bir bileşeni olan finansal içerilmenin çalışma ilişkileri ve
siyasal davranışa etkisini de içererek şekilde, nasıl bir sürecin
parçası olduğuna değinmeye çalışacağım. Anahtar kelimeler şunlar:
Neoliberal Popülizm!