Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un
yayımlanması ile birlikte Türkiye’de artık seçim ile iktidarın
değiştirilmesi olasılığının kalmadığı kanısı güç kazandı. Bu
kanının özellikle muhalefet cephesi tarafından yaygınlaştırılması,
elbette haksız değil. Yüksek Seçim Kurulu’nun skandal “mühürsüz oy”
kararının kanunileşmesi, AKP’ye bağlılıklarından şüphe edilemeyecek
kamu personelinin –şüphe durumunda terörle iltisak an meselesidir-
sandık kurulu başkanı olması, seçimlere kolluk müdahalesinin
imkanlarının yaratılması gibi istismara çok açık maddeleri haiz
yeni kanun. Böyle bir durumda temsili demokrasi prosedürü olarak
seçimlerin gerçekten bir anlamı var mı? Cevap açıkça hayır! Peki
bunun alternatifi boykot mu? Cevap açıkça yine hayır. Nedeni basit,
eğer birinci soruya verdiğim cevaba katılıyorsanız, seçim prosedürü
mevcut siyasal iktidarın bekası için bir araç haline getirildiyse;
seçim prosedürünün demokratik eksikliğini ifşa etmeye dönük bir
boykot da anlamsızdır. Daha yalın ifade etmek gerekirse, seçim
prosedürünün demokrasinin temeli olduğu varsayımının geçerli olduğu
koşullarda boykot bu temeli sorgulamanın bir aracıdır, güçlü bir
aracıdır. Peki seçimlerin gayrimeşru olduğu/olacağı yönünde güçlü
bir kanaat varsa ve siyasal iktidar zaten seçim kazanmaktan çok
iktidarı seçimle ya da herhangi bir başka araçla sürdürmeyi
amaçlıyorsa?
PROSEDÜR OLARAK SEÇİM VE BOYKOT
Bu soru, bugünün temel açmazıdır ve benim bu konudaki önerim
seçimi prosedür olmaktan çıkarmak, iktidarca politikleştirilmiş
seçimin muhalefet tarafından da politikleştirilmesidir. Seçimi
politize etmek, apolitik bir prosedüre indirgenmiş seçim kurumunun
kendisini değiştirmektir ve bu anlamıyla boykota göre çok daha
güçlü bir muhalefet olanağı içerir. Bu cümlenin neden olacağı çok
yönlü taarruzu karşılamak ve fikri anlaşılır kılmak için prosedür
olarak seçim ve politikleştirilmiş seçim arasında net ayrımlar
koymak zorunludur.
Demokratik prosedür olarak seçimler, temsili demokrasi olarak
adlandırılan çelişkili siyasal rejimlerin temelidir. Temsili
demokrasiler çelişkilidir çünkü temsil ve demokrasi kavramları
uzlaşmaz anlamlar içerir. Temsil Roma’dan bugüne taşınan içeriğiyle
var olmayanı varlığa getirme, çok olanı bir kılma işlevi görür. Bu
açıdan dışlayıcıdır. Fransa’da kadınların oy hakkı olmadığı
dönemlerin etkileyici sloganı, “Fransız kadınları Fransız mıdır?”
sorusu temsilin dışlayıcı işleyişinin özetidir belki de. Temsili
demokrasilerde, demokrasinin öznesi olan halk yoktur. Seçim
kanunları ile belirlenmiş seçmenler vardır. Seçmenler, dört yılda
bir kendilerini yönetecek olanları, kendilerine sunulan tercihler
içinden belirlerler ve bir dört yıl beklerler. Saf temsil
mantığının dayanağı açıktır: Halk çoktur, heterojendir ve konuşma,
karar verme yeteneğine sahip değildir. Dolayısıyla onun adına ancak
temsilcileri konuşabilir. Temsil, olmayan bir halkı var eden
meclisler yaratır ve bu meclisler onun adına konuşur.
Demokrasi ise bunun tam karşısında halkın var olduğu bir
egemenlik biçimidir. Halkın bir siyasal özne olarak kendi kararını
kendi verme, geleceğini belirleme yetkisidir. Bu elbette heterojen
çokluk olarak halkın ‘bir’ içinde erimemesi, onunla özdeşleşmemesi
demektir. Çünkü halkın içinde sınıflar, cinsiyetler, diller,
inançlar çoğulluğu vardır ve bunlar birbiriyle çatışır.
Boykot, bu anlamıyla seçim prosedürünün varlık temelini
sağladığı temsili demokrasilerin demokratik eksikliğini açığa
vurur, güçlü örgütlendiğinde çarpıcıdır ve tüm temsili sistemi
sarsar.
POLİTİKLEŞTİRİLMİŞ SEÇİM VE BOYKOT
Bugün Türkiye’de temsili demokrasinin bir aracı olarak seçim
prosedürü ortadan kaldırılmıştır. 16 Mart tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanan kanun bunun resmi tescilidir. Bu bakımdan boykotun
gücünü aldığı ve mantığını oluşturan kurum da Erdoğan rejimi
tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Fakat 2019’da hâlâ bir seçimden bahsetmekteyiz. Çünkü rejim için
meşruiyet sorununu ortadan kaldırabilecek başka bir araç
hâlâ icat edilmemiştir. Bu bağlamda 2019’a giderken artık
prosedürel bir seçim mantığının değil, meşruiyet mantığının
işleyeceği açıktır. Rejim bütün anayasal-yasal sınırların ötesinde
kendisi için onay arayacaktır, 2019 seçimi kelimenin en özlü
anlamıyla politiktir.
Siyasal iktidar açısından durum buyken, parlamenter muhalefet
partileri açısından durum ne yazık ki böyle algılanmamaktadır.
Bunun nedeni prosedürel bir seçim mantığı içinde hareket eden
siyasal parti formudur. Bu form içeriğinden bağımsız olarak,
prosedürel seçim varsayımına bağlı kalarak meşruiyet varsayımından
uzak durur, parti yapılarının kuruluşlarından kaynaklı doğası
gereği bunu aşmaları da zordur.
Eğer bu tespit kabul edilirse, seçimin bir prosedür olmaktan
çıkarılması ve politikleştirilmesinin, parti formlarını aşan ve
meşruiyet zemininde örgütlenen siyasal özneleri gerektirdiği kabul
edilmelidir. Adil seçim güvencesi, eşit oy ilkesi, seçimlerin
yargıç güvencesi altında olması gibi bütün prosedürler meşruiyet
mantığında prosedür olmaktan çıkar ve siyasal öznelerin talepleri
haline gelir. ‘Oy ve Ötesi’ adıyla örgütlenen gruplardan çeşitli
seçmen inisiyatiflerine kadar ortaya çıkan yapılar bunun örneğini
daha önce vermiştir.
Seçim güvenliği mi? Teknoloji yasalar ne olursa olsun, bütün
sandıkların kamera altında izlenmesine olanak verir ve bu
mümkündür. Ancak mevcut siyasal parti formları bünyesinde
gerçekleştirilmesi olanaklı değildir. Kimler mi aday olacak? ÖDP
kongresinde Alper Taş bunun iyi bir örneğini vermiştir: Her siyasal
kesimin kendi adayı olmalı ve her siyasal özne kendi adayının
heyecanını sandığa taşımalıdır. İktidar değişse de sistemin
değişmediği bir seçim değil, iktidar değişiminin tek adam rejiminin
kurulmasının önündeki son şans olarak görülmesi gereken bir seçim
süreci, artık bir prosedür olarak düşünülemez. Muhalefet partileri,
toplumsal hareketlerle bağ kurmadan, içinde boğuldukları temsil
mantığını yıkmadan ve meşruiyet düzlemine geçmeden her yönüyle
prosedür olmaktan çıkmış bu seçim sürecini göğüsleyemez.
Seçimin bir şey değiştirmeyeceği yönündeki yaygın kanı ve bu
kanıyı besleyen stratejiler terk edilmez, zor olana, politik olana,
meşru olana yönelinmezse, prosedürel bir seçim değil, bir gelecek
kaybedilecektir.