Böyle buyurdu sistem: Sevil de sevme!
"Sevil de Sevme" okurlarla buluştu. Tohumcu ile yeni çalışmalarına dair sohbet ettik.
Ayşe Özlem İnci
‘Jin jin e, kulîlk bave te ye; kadın kadındır, çiçek babandır.’ Bir ülkenin duvarlarında sadece bu ve benzeri yazılar olsa, işte böyle had bildiren türden. Hatta oradaki kadınlara bu da yetmesin, erkeklerin muhatap kabul edilmediği bir hukuk sistemi de olsun. Yani güç, kadınların olsun, kadınlar da annelerinin ve kız kardeşlerinin olsun.
‘Sevil de Sevme!’ isimli çizgi öykü kitabı, Aslı Tohumcu ile Levent Cantek muhabbetindeki tohumun, Aslı Tohumcu’nun kurgu ve dil gücüne düşmesi, Seyhan Argun’un da çizimleriyle bu dünyaya kayıt düşmesiyle gerçekleştirilen bir proje. İstiyorum ki bir de Aslı Tohumcu anlatsın o dünyayı.
"Erkek egemen sistemin katlettiği kadınların bir nevi torunlarının kurduğu bir toplum hayal ettim Sevil de Sevme!’de. Kendimizi bildik bileli yaşanan, aslında engellenilebilecek kadın kıyımını bir kalemde çözdüm! Şaka bir yana, kadının sadece kadınla kardeş olduğu, geçmişte öldürülmüş tek bir kadını bile unutmadığı ve hepsini ‘en eski annelerimiz’ olarak adlandırdığı bir toplum bu. Kadını her tür arzudan sıyırmış, erkeğin elindeki her tür iktidar aracını alarak, hatta erkeği üretilen bir ürün haline getirerek güçsüzleştirmiş bir rejim. Kız kardeşlerinle yaşar, hayatın her alanını onlarla paylaşır, onlarla yaşlanırsın, erkeği sevmez onunla sadece sevişirsin diyen bir rejim kitaptaki."
Böyle bir düzende enteresan duran vaziyetse erkeklerin bu derece pasif hale getirildiği toplumdaki bir kadın-erkek aşkı. Ve Aslı Tohumcu’nun aşkı yazmış olması. Hayırdır mı diyeyim, diye soruyorum? Hayır, hayır, bakışıyla tebessüm edip anlatıyor.
"En güzel çağımdayım, kırk iki yaşındayım. Hayata inat aşkla yaşamaya çalıştığım, aşk yaşadığım bir dönemdeyim. O yüzden bir aşk öyküsü de yazmak istedim açıkçası. Ama elbette mutlu bir aşk öyküsü olmadı. Sonra... değiştim ben, yoruldum. Ayna tutmaktan yoruldum. Yaşadığımız hayatı kağıda olduğu gibi geçirmekten sıkıldım. Değişik bir formda yazmak istedim. Bu proje de güzel bir vesile oldu bunun için, sınırlarımın dışına çıktım. Artık bu ilk adımdı, bir daha da uzun süre girmem o sınırların içine sanırım."
Edebiyatta öyküler ve çizimlerden bahsedebileceğimiz "çocuk edebiyatı"ndan da konuşuyoruz. Çocuklar için yazmanın ondaki karşılığını konuşuyoruz.
'YAŞLANDIKÇA HAYAL GÜCÜ KÖRELİYOR'
"Çocuklar için hayal etmek çok şahane bir duygu. Çocuklar için hayal ederken hiçbir kısıtlama koymuyor insan kendine. Demek ki diğer türlüsünde bir otokontrol varmış. Ejderhaların var olduğuna inanıyorum ben ve hikâyemin göbeğine üç başlı bir ejderha oturtabiliyorum. Sadece kadın kahramanların olduğu bir çocuk romanı yazabiliyorum mesela Karadankaçanlar’da olduğu gibi! Hiçbir çocuk da ‘Ne oluyor,’ diye sormuyor. Ama yaş aldıkça insanların hayal gücü kesinlikle köreliyor, sıkıcılaşıyor insanlar, bunu da içtenlikle söyleyebilirim. Çizim meselesine gelirsek... çocuk edebiyatının ayrılmaz bir parçası resim ama yetişkinler için öyle değil, ancak böyle özel projelerde karşımıza çıkıyor. Bir yazar olarak benim için de apayrı bir pratik oldu "Sevil de Sevme!"nin resimlenmesi. Hikayeye ayrı bir boyut kattığını düşünüyorum Seyhan Argun’un, hatta yer yer hikayede dillendiremediklerimi dillendirdiğini de."
Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay içeri alındığında bu süreci yakından takip etmeye çalışan biri olarak Aslı Tohumcu’nun, Aslı’nın Arkadaşları ekibiyle verdiği çabadan söz etmeyi elzem görüyorum.
Büyük bir özveriyle yapılan bir dayanışma mücadelesiydi bu. Aslı Tohumcu da bu dayanışmanın yürütücülerindendi. Nasıl başladı bu oluşum, anlatır mısın diye sorduğumda; "Aslı Erdoğan çıkana kadar Özgür Gündem’de yazı nöbeti tutalım fikriyle başladı, bunu hapishaneye ve Adalet Bakanlığı’na kartpostal gönderme eylemi, Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan metinlerinden yapılan okuma gecesi ve İstanbul Kitap Fuarı’ndaki imza eylemi takip etti. Aslı’nın Arkadaşları olarak başlayan eylemler Necmiye Alpay’ın da içeri alınmasıyla Barış İçin Yazı Nöbeti’ne dönüştü zaten. Bir çekirdek kadro vardı elbette ama yazar, yayıncı, oyuncu ve okuyucu, o kadar çok insanın emeği geçti ki, insan hayret ediyor."
'İKTİDARI YARATAN ERKEK, İKTİDARDAN ZARAR GÖREN KADIN'
Geçenlerde bir akademisyenin intihar haberini okuduk. Dayanışmanın sadece içeridekiler için mi söz konusu olması gerekir? Edebiyatçılar arasındaki dayanışma örneğine birisi içeri girdiğinde daha çok tanık oluyoruz. Üreten insanlardan, birilerinin müşkül duruma düşmesini beklemeden yan yana durmalarını beklenmemeli mi, diyorum bu kez.
"Yazarların örgütlenme becerisi akademisyenlerin ya da öğretmenlerinkine göre çok daha zayıf. Normal koşullarda yazarların da bir araya gelip yayınevleriyle sıkıntıları vs. konusunda örgütlü bir dayanışma göstermesi güzel olurdu. Ancak bunları düşünemeyecek kadar sıra dışı koşullarda yaşıyoruz. Biz isterdik ki Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay olayında dernekler ‘Hadi,’ desinler ve biz onların peşine takılalım. Ama tam tersi oldu, biz bireyler olarak harekete geçtik. Üstelik kimseyi bir şeye davet etmedik. Duyan yazdı, kart attı, Aslı ve Necmiye’nin kitaplarını imzaya geldi. En azından istersek bir dernek çatısı altında olmadan bir araya gelip bir şeyler başarabildiğimizi, dayanışabildiğimizi gördük."
Olan bitene bakıldığında kadınların erkeklere göre sanki daha fazla sesi çıkıyor. Onlar için ne söylemek istersin?
"İktidarı yaratan erkek ve iktidardan en çok zarar gören kadın. Emeği, bedeni en çok sömürülenler kadınlar. Birtakım ahlak kurallarıyla kafeslenmeye çalışılanlar kadınlar. O yüzden seslerinin daha çok çıkması normal. Bence düzeni değiştirecek şey de, her alanda emek veren kadınların bir araya gelmesi olacak. İster ev kadını olsun ister akademide profesör olsun, her yaştan ve kademeden kadınların bir araya gelmesi son derece cesaret verici ve önemli diye düşünüyorum. Bir şeylerin değişeceğine inanıyorum," deyince Aslı Tohumcu’nun edebiyatındaki "kadın mücadelesi"nin nereye doğru evrileceği sorusu ve cevabı bu sohbetteki yerini alıyor.
'BİR YERDE BENİM CESARETİM ELLA'YLA ÖPÜŞÜYOR'
"Bugüne dek daha ziyade üçüncü sayfa haberlerine çıkan kadınları yazdım. Biraz da benim gibi dışarıdan şanslı görünen kadınları yazmayı istiyorum. Aslında ne yalan söyleyeyim erkek egemen edebiyat camiasında yazar olarak var olma mücadelesi veren kadın da girsin istiyorum artık edebiyatıma."
‘Sevil de Sevme!’deki dünyaya geri dönüyoruz. Bir de oradaki karakter Ella’nın aşık olma cesaretinden bahsediyor Tohumcu.
"Çok mahrem olmayacaksa eğer... Aslında Ella’nın kitaptaki aşık olma cesareti benim kırk iki yaşımda, iki kez evlenip boşanmış, sekiz yaşında kızı olan bir kadın olarak aşık olma cesaretimden çok da farklı değil. Sevil de Sevme!’de kadın egemen bir polis devleti varken, benim gerçekliğimde de erkek egemen bir polis devleti var, değişik mahalle baskıları var, varoğlu var ama aslında bir yerde öpüşüyor Ella’yla benim cesaretim."
Distopik öyküler devam edecek mi, diye sorunca umduğum olumlu cevabı veriyor kendisi.
"'Kendi Tabutunu Çivilemek' adında bir roman fikrim var, evet. Beş yıldır yazıp yazıp bozuyorum bu romanı. Çekmecemde üç ayrı versiyonu var sadece sonunun yazılmasını bekleyen, ama muhtemelen bir dördüncü versiyonu yazacağım yayın evine teslim etmeden" seviniyorum.