Bozkır: Bilinmeyen şehrin polisiyesi!
Bilinmez bir şehir... Bozkır! İki polis, büyük balinanın peşinde... Peki nasıl yakalayacaklar? Blutv'nin yeni dizisi Bozkır'ı yönetmen Bahadır İnce, senarist Levent Cantek ve başrol oyuncularından Ekin Koç ile konuştuk.
DUVAR - Son zamanlarda dijital platformlarda yayınlanan diziler izleyici tarafından büyük bir merak ve ilgiyle karşılandı. Dijital platformlarının öncülerinden olan Blutv, yeni dizisi Bozkır ile izleyici karşısında çıktı. Bilinmeyen bir şehirde yaşanan cinayet ekseninde günümüz Türkiyesi'nin hikâyesinin anlatıldığı Bozkır'ı yönetmen Bahadır İnce, senarist Levent Cantek ve başrol oyuncularından Ekin Koç ile konuştuk. Türkiye, dijital platformlara nasıl bakıyor? Dizi süreleri çalışma saatlerine de yansıdı mı? İnternet çağının getirileri nelerdir? Bozkır nasıl ortaya çıktı? İşte tüm bu soruların yanıtları...
'HER HİKAYE GEÇTİĞİ YERE AYNA TUTUYOR'
Bozkır’ın hikayesiyle başlayalım. Nasıl gelişti?
Yapımcımız Fatih Enes Ömeroğlu ve senaristimiz Levent Cantek ile daha önce birlikte çalışma fırsatı bulmuş, bundan büyük keyif almıştım. Tekrar kim bilir ne zaman yolumuz kesişir derken Bozkır ortaya çıktı. Levent’in daha önce ürettiği bir çizgi romandan uyarlanan senaryo, son derece gerçekçi, cesur ve bizdendi. İlk okuduğum anda “bu işin bir parçası olmak istiyorum” dedim. Blutv de benimle aynı fikirde olacak ki bu işi hayata geçirmek istedi.
Türkiye’de polisiyenin mevcut durunu hakkında ne söylemek istersiniz?
Polisiye türü ülkemiz için çok yeni. Ana karakterin mesleğinin polis olmasının ötesinde hikayeler anlatmaya yeni yeni başlıyoruz. Onlar da dijital platformların hayatımıza girişiyle oldu. Çünkü geleneksel kanallardaki dizi süreleri hakkıyla bir polisiye dizi yapmaya çok müsait değil. Geleneksel izleyici de hala uzun dramaları, romantik komedileri izlemek istiyor. Bu nedenle Blutv gibi dijital platformların, farklı türlere, farklı hikayelere olanak sağlayarak büyük bir iş başardığını düşünüyorum. Farklı işler izlemek isteyen izleyiciye bir alternatif oldular. Bunun başında da polisiye-gerilim izleyicisi geliyor. Farklı dijital platformların ülkemize gelişi, mevcut platformların gelişimiyle de polisiye ve diğer türlerde daha fazla örnek görmeye, daha iyi işler izlemeye devam edeceğimizi düşünüyorum.
Türkiye’de diziler dijital platformlara kayıyor. Bir yönetmen olarak bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
İyi şeyler söylemek isterim. Ben çok sevdim dijital platforma iş çekmeyi, kısa dizi sürelerini. Sadece yazana, oynaya, çekene sunduğu insani çalışma koşulları anlamında söylemiyorum, hikayeyi sündürmeden, yormadan, tadında anlatmak adına da müthiş bir yenilik dijital platformlar. Giderek güçlenecek ve geleneksel kanalları da kalite, üretme ve izleme süresi, bir de içerik çeşitliliği anlamında kendi çizgilerine çekecekler diye umuyorum. Çünkü sadece işin üretme, izleme kısmını değil seyirci kısmını da değiştirmeye başladılar. Biz genç nüfusu yüksek bir ülkeyiz ve bu gençler artık bir kumandaya bağlı değiller. Tek tuşla dünyanın her yerinden işler izliyorlar. Hikaye, oyunculuk, kalite beklentileri çok yüksek. Dünyanın dört bir yanına dizi ihraç eden, bunu bir ekonomiye dönüştürmüş bir sektör olarak bu beklentiye kayıtsız kalmamız imkansız. O beklentiye yönelik işleri de dijital platformlarda yapmak çok daha mümkün. O yüzden dijital platformların gücünü çok önemli buluyorum.
Dijital plotformlarda dizi süreleri televizyona gore daha kısa… Bu durum bir yönetmen olarak size nasıl etkiler?
İyi etkiliyor. Daha önce kısaca belirttiğim gibi geleneksel kanallardaki dizi süreleri yazan, oynayan ve çeken için zorlayıcı noktalarda. Yeni yeni çalışma saatlerine bir düzen getiriliyor olsa da dizi süresi uzun olunca işler hala çok zor. Bir hikayeyi anlatmak için o kadar uzun bakışmalara, dolgu sahnelere gerek olmadığını dijital platformlarda yayınlanan işler gösterdi. Ben Bozkır’da pek çok uzun işimden daha çok şey anlatabildiğimi düşünüyorum.
Bozkır, günümüz Türkiyesi'nin sorunlarına da değinen bir dizi… Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Her hikaye, geçtiği yere bir ayna tutuyor. Pek çok yerle ilgili yargılarımız orada çekilen, orayı anlatan filmler, diziler üzerindendir. Bozkır da böyle. Levent, gözlem yeteneği çok iyi bir senarist. Aynı zamanda edebiyatçı olduğu için de bunu senaryoya çok iyi döküyor. Bozkır bir soruna değinmekten ziyade sadece ayna tutuyor diyebilirim. O yüzden Bozkır’daki pek çok karakter insanlara mahallesinden, köyünden, şehrinden tanıdık geliyor.
Dizinin ilk bölümleri izleyici tarafından ilgiyle karşılandı. Bundan sonraki bölümlerde izleyicileri neler bekliyor?
İlk bölümler hep çok zordur. Dünyayı, karakterleri tanıtman, hikayeye giriş yapman gerekir. Zor bir bölüm olmasına rağmen Bozkır’ın ilk bölümüne tepkiler gerçekten iyiydi. En azından hayal ettiğimizin, ürettiğimizin bir karşılığı olması çok önemliydi. Şunu diyebilirim ki; zoru atlattık. Hikaye 2. ve 3. bölümle açılmaya, derinleşmeye ve temposunu arttırmaya başlayacak. Her bölümü soluksuz izleyecekler diyebilirim.
'İNSANLAR ANCAK BAĞIRDIKLARINDA DİKKAT ÇEKEBİLİYORLAR'
Bozkır'ın hikâyesiyle başlayalım. Nasıl gelişti?
Taşrada geçen bir polisiye düşünüyordum. O ara 221B dergisi, benden bir polisiye çizgi roman hazırlamamı istedi, yeni çıkıyorlardı. Denk düştü, her sayı başlayıp biten kara hikâyeler yazdım. Kara hikâyeden kastım, “kapitalizm her zaman kazanır” fikrine dayalı bir anlatı olması. Biri tecrübeli, diğeri çaylak iki polis, olaylarla uğraşıyor ama bir türlü asıl katili bulamıyorlardı. Şu veya bu nedenle, sistem kazanıyor, dosya kapanıyordu. Sonra aynı hikayeyi bir senaryoya çevirdim. İletişim Yayınlarında çalışıyordum, emekli olmak ve sadece senaryo yazmak istiyordum. Fatih, Eski Hikâye’de birlikte çalıştığımız yapımcı, benden bir iş istedi. Bozkır’ı verdim ve Blutv’ye götürmesini önerdim, ısrar da ettim. Kabul edeceklerini biliyordum. Üç gün sonra görüşmeye çağırdılar, resmi imzalar bir iki ay sonra atıldı ama o gün anlaştık. İlk bölümü ben yazmıştım, sonra Ali (Demirel) ve Barış (Erdoğan) ile devam ettim.
Türkiye'de polisiye yapımlar hakkında ne söylemek istersiniz?
Çok üretildiğini düşünmüyorum. Görsel anlatılarda, hele televizyonda ve yerli sinemada bir ağırlığı olduğu söylenemez. Yok demek daha doğru… Polisiye olsun diye bir talep olduğunu, yapımcılardan bir şey istendiğini, arandığını söylemek hiç mümkün değil. Arka Sokaklar ve Behzat Ç. geliyor hemen akla. Kendi türleri içinde başarılı işler ama düşünün, karşılaştırmalar yapılırken bile onlar zikrediliyor, kıtlığın göstergesi değil mi bu? Türkiye’de kendi içinde tutarlılığı olan başarılı bir dizi üretim süreci var. O zanaat başarılı ki, yenisine ve yeni türlere ihtiyaç duyulmuyor. Polisiye, dizi üretim zanaatımıza uygun biçimde kurulursa, yeni gözüken başka bir tür melezlikle ele alınırsa çoğalabilir. Televizyonun da görsel anlatılarımızın da yeni bir gerçekçiliğe ihtiyacı var.
Bozkır, 88 plakalı bilinmez bir şehirde geçiyor. Bu 'bilinmez şehrin' hikmeti nedir?
Şöyle düşünün, sıradan insanlar ancak intihar ettiklerinde, öldürdüklerinde, olağandışı bir şey yaptıklarında haber olabiliyorlar. Sosyal medyaya bakın, insanlar ancak bağırdıklarında dikkat çekebiliyorlar. İstanbul dışında tüm Türkiye, taşra sayılmalı ama hadi Ankara, İzmir, Bodrum arada bir konuşuluyor… Küçük şehirler hiç yoklar. Oralara giderseniz, taşralılarla hoş beş hasbihal ederseniz, tuhaf bir hayal kırıklığı, marazi bir rekabetçilik, öfke gösterileri, büyük şehirlere, oradaki hayatlara yönelik imrenme ve dehşetli bir reddiye görüyorsunuz. Bozkır, buralarda geziniyor. Yeknesaklık, seyreklik, hoyratlık, büyüklenme ve hafifseme edebi olarak ilgimi çekiyor… Ben bildiğim bir dünyayı, Orta Anadolu’yu, bozkırı anlatıyorum. Niye 88? Çok açık. Dava açılıyor, açılmasın diye uydurduk.
Bozkır, günümüz Türkiyesi'nin sorunlarına da değinen bir dizi... Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Bozkır, mesaj kaygılı bir iş değil. Yapılabilirse eğer, geçerken anlatmanın gücüne inanırım. Bir aura anlatıyoruz. İşinde gücünde insanların geçerken karşılaştıkları, konuştukları şeylerin daha önemli olduğuna inanıyorum. Hikaye gereği siyaset konuşmaktan, hikayeye katkı sağlayacaksa kullanmaktan yanayım. Polisiyede akıllı tekrarlardan, bile isteye klişelerden hareket etmek zorundayız, asıl farklılığı yaratan karakterler ve diyaloglar.
Dizinin ilk bölümleri izleyici tarafından ilgiyle karşılandı. Bundan sonraki bölümlere dair neler söylemek istersiniz?
Yavaş yavaş derinleşen, muamması olan anlatıları, komik gözüken bir ciddiyet taşıyan karakterleri seviyorum. Seyircinin Ziya’yı seveceğini, en azından ilginç bulacağını düşünüyorum. Oteldeki resepsiyoncu çocuğun edebiyat ilgisi, bağ evinde Nuri’ye musallat olan adamın pişmanlığını veya Köçek karakterini yazmaktan hoşlandım. Sekizinci bölümü ayrı seviyorum. On bölüm bittiğinde değişik bir tat bırakacağız, bana öyle geliyor. Dijital işlerde henüz çok yeniyiz. Herkes için bir başlangıç noktasındayız. Daha ilgili, daha eleştirel bir seyircisi var işlerin. Günbegün hikayelerin niteliğini artıracak bir zorlaması olacak.
'DİZİ SÜRELERİNİN KISALMASI ÇEKİM SÜRELERİNİN RAHATLAMASI ANLAMINA GELMİYOR'
Bozkır'ın hikâyesiyle başlayalım. Nasıl gelişti?
Aslında süreç her zamanki gibi gelişti. Menajerim aracılığıyla bana ulaşıldı. Ben senaryoyu okudum. Daha sonra yönetmen ve yapımcıyla bir araya gelerek birkaç toplantı ve deneme çekimi yaptıktan sonra anlaşmaya vardık.
Polisiye bir dizide yer almak sizin için ne ifade ediyor?
İçinde yer aldığım projenin kategorik olarak nerede durduğu bütün bu çetrefilli süreçte en son aklıma gelen unsur olabilir. Yönetmen, hikaye, yapım ve ekip iyi olduktan sonra hangi “genre” içinde yer aldığınızın pek de bir önemi olmadığını düşünüyorum.
Türkiye'de diziler dijital platformlara kayıyor. Bir oyuncu olarak bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Dijital ortamın bilhassa dizi sektörüne nispeten özgür bir ortam sağlayıp yenilikçi işlerin ortaya çıkması için elverişli bir zemin yarattığı söylenebilir. Dizi sürelerinin kısalması ve hem seyircilerin hem de yapımcıların “kalite kaygısı” gütmeye başlamaları sektöre dair artılar olmasına rağmen televizyonlardan alıştığımız bazı pratiklerin özellikle çalışma koşulları açısından devam ettiğini ve bunun da ilk başta istenilen kalitenin ortaya çıkmasını zorlaştırdığını düşünüyorum. Blutv gibi platformlar reklam gelirinden feragat edip üyelik sistemi üzerinden elde ettikleri kazançla yeni projelere yatırım yaptıkları için izleyicilerden gelen talebin ortaya çıkacak işlerin niteliğine doğrudan etki gösterdiğini yani sistemin çift taraflı işlediğini unutmamak gerek.
Dijital platformlarda dizi süreleri televizyona göre daha kısa... Bu durum sizi nasıl etkiliyor?
Dizi sürelerinin kısalması çekim süresinin de rahatlaması anlamına gelmiyor ne yazık ki... Çalışma temposu ve yoğunluğu televizyon ile neredeyse aynı. Bölüm başına sahne sayısı televizyon dizilerine göre daha az olmasına rağmen birkaç bölüm iç içe çekilerek aynı sahne sayısına ulaşılıyor. Doğal olarak da aynı yoğunluğa ve tempoya.
Bozkır, günümüz Türkiyesi'nin sorunlarına da değinen bir dizi... Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Bozkır'ın senaryosu aşina olduğumuz polisiye kurgusunu başarıyla uygularken içinde bulunduğu toplumun yapısını ve sorunlarını da unutmuyor. Levent Cantek'in bu konuda işinin ehli olduğunu kitaplarından biliyoruz zaten. “Bozkır”ı okurken en çok hoşuma giden de bu olmuştu. Bir dizi cinayeti takiben toplumdaki sınıf ayrımına, ataerkilliğe, yozlaşmaya, ideolojilere ve bütün kalıp yargılara dair bizi sorgulamaya itiyor.
Dizinin ilk bölümleri izleyici tarafından ilgiyle karşılandı. Bundan sonraki bölümlerde izleyicileri neler bekliyor?
Bundan sonra işlerin biraz daha hız kazanacağını söyleyebilirim. Artık hikayeye ve karakterlere ısınmış izleyici için daha sürükleyici ve merak uyandırıcı olacağını düşünüyorum.