Sadece bir sezon Türkiye’de futbol oynamış olmasına rağmen
unutulmaz izler bırakan Les Ferdinand, “Güzel Adam Süreyya”
belgeselindeki en dokunaklı anların parçasıydı. Neden bir yıllık
bir maziye rağmen bu kadar çok iz bıraktığının da göstergesiydi
aynı zamanda bu anlar. Beşiktaş’ın 37 yıllık malzemecisi Süreyya
Soner’in hayatını takip eden belgesel birçok önemli ismi de
barındırıyor bünyesinde ama Ferdinand’a özel bir vurgu ile başlamak
gerek. Süreyya’nın hasta olduğu için gelmediği bir gün Ferdinand
bir arkadaşıyla birlikte evine kadar gidiyor ve onu hastaneye
götürüyor. Diğerlerinin çok fazla umurlarında olmadığını da
ekleyerek… Bu Ferdinand’ın “arkadaşlar böyle yapar çünkü” diye
anlattığı bir şey. Ama asıl başka bir tespiti vurucuydu. İngiliz
oyuncu Süreyya Soner’i takımın kalbi olarak görüyordu. Bir futbol
takımının vücut gibi olduğunu, çeşitli organların uyum içerisinde
çalışması gerektiğini belirtiyordu. Ama asıl olarak kalbin işlevine
dikkat çekiyor ve bu organ kan pompalamasa diğer organların hiçbir
anlamı olmayacağının altını çiziyor ve ekliyordu: Süreyya takımın
kalbiydi. O olmasa vücut çalışmazdı.
Bu bakış çok alegorik ve şairane gelebilir. Ancak milyon
dolarlık ayakların, devasa tesislerin, onlarca yıllık tarihin
içinde bütün bunları bir araya getirecek ve çalışmasını sağlayacak
bir emekçinin önemine dikkat çekmesi açısından çok önemli bir
tespitti bu. Aralarında Fikret Orman, Metin Tekin, Ali Gültiken,
Feyyaz Uçar, Les Ferdinand, Gordon Milne ve Ricardo Querasma gibi
Beşiktaş tarihinin önemli isimlerinin; Süreyya Soner’in çocukluk ve
ilk gençlik arkadaşlarının da bulunduğu onlarca kişinin “onun gibi
bir insan tanıyamazsınız” diye bahsetmesinin, bu kadar çok kişinin
aynı şeyde ortaklaşmasının yalnızca “Beşiktaşlılık” ile bir ilgisi
olmamalı.
MÜTEVAZI VE EMEKÇİ BİR KARAKTER
Belgeselde söz alan herkes onun mütevazı ve emekçi kişiliğinden,
renkli karakterinden bahsediyor. Örneğin hiçbir dili konuşamasa da
takıma katılan yabancı futbolcularla en iyi muhabbeti onun yapması.
Querasma ile yakın arkadaş olmaları, kulüpten kovulduktan sonra
yokmuş gibi davranılan John Toshack’ı uğurlamak için havaalanına
giden tek insan olması, statların şimdiki gibi güvenlikli olmadığı
zamanlarda yukarıda maç oynanırken oyuncuların özel eşyalarını
korumak için soyunma odasında kalıp maçı radyodan dinleyecek kadar
fedakâr tavırları ve daha birçok hikâye akıp geçiyor film
boyunca.
Süresinin gereğinden biraz fazla uzun olması, Yılmaz Erdoğan’ın
okuduğu metinlerin ve okuma formunun belgesele gereksiz bir
romantizm/arabesk katan uyumsuzluğunu bir yana bırakırsak oldukça
dokunaklı bir insan hikayesi “Güzel Adam Süreyya.”
Belki de tam da bu yüzden onu Münir Özkul’un canlandırdığı
karakterlerle ve özellikle de Yaşar Usta ile aynı kadrajın içine
koymaya cesaret ediyor onu yönetmen Gökçe Kaan Demirkıran. Bugüne
kadar hiç yapmamış olsa bile, yarın bir gün tesisteki emekçilerin,
takımdaki kardeşlerinin başına bir şey gelirse patronun karşısına
çıkıp “Bak beyim. Sana iki çift lafım var…” diyebilecek bir
karakter olduğu için… Tam da bu yüzden Yaşar Usta’nın bir nostalji
olmadığını, bu toplumun derinlerinde bir yerlerde, yüzlerce
binlerce emekçinin kişiliğinde yaşamaya devam ettiği göstermesi
açısından da umut verici bir film aynı zamanda “Güzel Adam
Süreyya.”
‘BEŞİKTAŞLILIK DURUŞU’ NEDİR?
Öte yandan film Süreyya Soner’nın karakterinin “Beşiktaşlılık
duruşu”, “Beşiktaşlılık kültürü”, “Beşiktaş’ın değerleri”yle
özdeşleştiriyor. Takımın yüzyılı aşkın tarihinin, birikiminin
Süreyya Soner’in kişiliğinde vücut bulduğunu ifade ediyor. Bu
değerlendirme doğru hiç kuşku yok ki ama biraz eksik. Filmin
materyallerinin içinde fazlaca mevcut olan ama derli toplu bir
cümle haline getirilmeyen başka bir tarafı da yok mu bu ilişkinin?
Süreyya Soner’in daha ilk gençlik yıllarında kaybettiği bir dostuna
onlarca yıllardır bitmeyen sadakatinin, her bayramda her
şampiyonlukta ilk onun mezarına gidiyor olmasının, matbaa ve
Yeşilçam’da set işçisi olarak çalışırken ortaya çıkan karakterinin,
kendi deyimiyle “O olmasaydı ben burada olmazdım” diyecek kadar
Yılmaz Güney’le olan yakınlığının, çocukluk alışkanlıklarını
bırakmayıp hala Taksim Meydanı’nda futbol oynamaya devam eden
aidiyet duygusunun da Beşiktaş’a kattığı bir şeyler olmalı.
Süreyya Soner’in 30 yaşında Beşiktaş’ta çalışmaya başlamadan
önce biriktirdiklerinin, emekçi karakterinin, mütevazı kimliğinin,
tok gözlülüğünün, dost canlılığının da Beşiktaş’ın kültürünü
değiştirdiğini, ona yepyeni bir boyut kattığını derli toplu
söylemekte eksik kalıyor film biraz. Süreyya Soner'in örnek
kişiliğini “Bunlar hep Beşiktaşlılıktan” diye anlatmaya çalışıyor
daha çok. Oysa bugünün futbol ortamını düşündüğümüzde daha çok
tersinden kurmak gerekiyor bu ilişkiyi. Beşiktaş’ın kendi taraftar
kitlesini aşan ve has futbol severler arasında saygı duyulan
taraflarına bakınca hep Baba Hakkı’dan, Şeref Bey’den
Metin-Ali-Feyyaz’da cisimleşen o muhteşem takımdan ve tabii ki
“Güzel Adam Süreyya”dan beslendiğini de görmek gerek!

Yönetmen: Gökçe Kaan Demirkıran
Yapım: Türkiye 2018
Süre: 110 dk