Meşhur anlaşılmayanlardan René Magritte’e adanmış müzede, sanatçının resimlerini, imgelerini anlamakla ilgili problemlerinizi gidermeniz garanti olsa da, sanatçının size düşündürmek istediklerini kavrayınca da hayatı anlamakla ilgili problemleriniz büyüyebilir... Toplanın, Brüksel’e gidiyoruz!
Bir arkadaşımla bir gün müze gezerken Felix Gonzalez-Torres’in aslen eşcinsel hakları ve AIDS ile ilgili politik mesajlar veren, her gün yenilenen sanat enstalasyonu olarak bir köşeye yığılmış şekerlerden oluşan eserini gördüğümüzde arkadaşımın bana attığı bakış; soyut işleriyle ünlü sanatçı Ellsworth Kelly’nin bir işinin 5.2 milyon dolara satıldığını duyan ofiste yanımda oturan iş arkadaşımın delirip o gün 2 renkli resimler çizip çizip bize göstermesi; başka bir arkadaşımın sanatsever bir tanıdığının dedikodusunu yaparken “Bildiğin patlamış mısırı sanat eseri diye almış! Benim de böyle saçma şeylerden para kazanmam lazım!” veryansını... Siz de duymuş ve söylemişsinizdir: “Bunu ben de yaparım!”, “Biri bizimle dalga mı geçiyor?”, “Bunun ne gibi bir özelliği olabilir!?”
Konuyla ilgilenmeyen, günlük hayatın koşuşturmasında, klasik sanat dışında bir eser gören insan, elbet bir sanat okuyuculuğu olmadığı için birçok şeye ilk bakışta bir anlam veremeyebilir. Bunun bir sebebi de insanların her eserden inanılmaz bir anlam çıkarması gerekiyormuş gibi üstlerine binen psikolojik yük olur çoğu zaman. “Anlayamayacağım” stresi, insana bakıp da gördüğü şeyi bile görünmez kılar.
“... İnsanlar bir takım nesneleri hiçbir simgesel anlam aramadan rahatlıkla kullanabiliyorlar, ama iş resimlere bakmaya geldiğinde aynı nesnelere nasıl bakacaklarını bilemiyorlar. Resmin karşısından ne düşünmeleri gerektiğini bilmedikleri için yaşadıkları bu ikircikli halden çıkabilmek, onları belirli anlamlar aramaya itiyor… Yaslanacakları bir şey olsun istiyorlar, rahatlamak istiyorlar. O boşluk duygusundan kurtulabilmek için tutunabilecekleri güvenli bir dal bulmaya çalışıyorlar.”
René Magritte
Bu sorulara, şaşırmalara, anlaşılmayan piyasa dinamiklerine cevaplar var elbet gayet anlaşılır dillerle yazılmış birçok güzel sanat kitaplarında. Yaralı gönüllere Magritte’in yukarıdaki önerisi yetmiyorsa, Susie Hodge’un adından da ne anlattığını anlayabileceğiniz “Beş Yaşındaki Çocuk Bunu Neden Yapamaz” kitabını da özellikle öneririm.
“Simgesel anlam arayanlar, imgenin kendindeki şiiri ve gizemi gözden kaçırıyorlar. Bir gizem sezebildiklerine şüphe yok ama, bir an önce kurtulmak istiyorlar o sezgiden. Korkuyorlar “Bu ne anlama geliyor?’ diye sorarken, gerçekte her şeyin anlaşılır hale gelmesini diliyorlar. Oysa o gizemi sezenler ve ondan kaçmayanlar, bambaşka bir tepki veriyorlar resme. Onlar, başka sorular soruyorlar…”
René Magritte, bugün en meşhur anlaşılamayanların başında geliyor. Ressamın popüler kültürce belli ki estetik bulunan birçok resmi, kendisine adanan müzeden başlayıp Kadıköy’deki herhangi bir dükkana kadar her yerde tişörtlerin, çantaların, tüketim malzemesinin üzerinde zira. Durdursan bir tane “Ceci n'est pas une pipe” tişörtü giyeni, sorsan, “Bu neden bir pipo değil?” İşte orasını karıştırma... Konunun “işte orasını” şöyle bir karıştırmak güzel bir düşünme egzersizi olacağından, bugün bu işi en güzel karıştırabileceğimiz yere, Belçika’daki Magritte Müzesi’ne uzanıyoruz.
ELİNİZDEKİ TELEFONDA MAGRİTTE’İN ÇİZGİSİ VAR!
Dünyanın en büyük Magritte koleksiyonuna sahip Musée Magritte, Royal Museums of Fine Arts of Belgium’un bir parçası olarak Brüksel’de, şehrin merkezinde yer alıyor. Müzede 230’dan fazla sanat eseri ve arşivlik obje ile René Magritte’in hem sanatsal tarihine hem de kişisel tarihine tanık oluyorsunuz. Müze, size sanatçının hayatını, resimlerine yansıttığı hayatındaki önemli dönüm noktalarını, yaptığı işler, etkilendiği sanatçılar, çektiği kısa filmler, mektupları ve özel fotoğrafları üzerinden aktarıyor. Eşiyle ilişkisinden Paris sürrealistleri ile sürtüşmesine, yalnız kalmak istediği depresif dönemlerinden son döneminde gelen ününe müze, başarılı bir perspektif yaratıyor sizin için. Sanatçının sanatçı kimliğinin yanı sıra kişisel dünyasına da giriyor, böylece diğer ziyaretçilerle çıktığınız bu yolculukta sanatçının düşünce yapısının nasıl geliştiğini algılıyorsunuz.
Müzede Magritte’in kişisel sanat tarihi üzerinden kronolojik bir düzende örnekler sunuluyor. Hayatı boyunca geçimini sağlamak için yararlandığı (reklam şirketleri için yaptığı) illüstrasyonlar ve grafik tasarımları; II. Dünya Savaşı sırasında benimsediği ve “Vache” (İnek) Dönemi diye adlandırılan, Auguste Renoir’den ilham aldığı ve bildiğimiz çizgisinden çok farklı denemeler yaptığı dönem; Matisse ve Derain etkisiyle fovizme kayışı ve sonunda 1948 civarı sürrealist çevrelere girişi, bu dönemlerde kişisel hayatındaki gelişmeler-gerilemeler, nerede olduğu, kimlerle iletişimde olduğu grift olarak sırayla aktarılıyor. Özellikle tanık olması hoşuma giden anlatılardan biri, sanatçının sürrealist döneminde işlerinin (2016’da Pera Müze’sinde sergisini görme fırsatı yakaladığımız) Giorgio de Chirico’dan aldığı referans ve bu etkileşimin seçilmiş Chirico ve Magritte işleri üzerinden karşılaştırmalı hikayelenmesi oldu.
Parayla ilgili dönem dönem sorunlar yaşayan ve ancak 50’lerinde gerçek bir üne kavuşan sanatçının o dönemi de müzede şaşaası ile ele alınıyor. Üne kavuştuğu dönemlerinde gündem yaratan sergileri, açılışlardan resimler, yaptığı ziyaretler, önemli isimlerle tanışıklıkları ile müzede güzel bir yer bulmuş.
Müzede geniş bir arşivini inceleyebileceğiniz, daha önce etkisini pek duymamış olabileceğiniz konulardan biri, Magritte’in bugünkü dünyamıza biz fark etmeden sızmış illüstrasyonları ve grafik tasarımları. Sanatçının reklamcılık sektörüne hizmet ederek geçirdiği zamanlar, kendisinin sürrealist çizgisine de katkıda bulunmuş; çünkü o dönem görsel üzerinden net mesajlar yaratma ve iletme pratiğini geliştirmiş. Belçika Havayolları Sabena’nın logosu, Fransız Devlet Demiryolları reklam görselleri, Volkswagen’in ödüllü Mad Men reklamları, Absolut Vodka’nın serilerinde hep Magritte’in grafik tasarımlarının yansıması varmış. Bu çağdaş yansımalardan en ilginci ise the Beatles’in René Magritte’ten esinle Apple Corp’u yaratmaları ve onlardan esinlenen Steve Jobs’un Apple logosunu oluşturması. Yani bugün elimizden düşürmediğimiz telefonlarımızın üzerinde Magritte’in yansıması var!
BİR KABUL MESELESİ
“Dünyaya ve nesnelere dair olağan bilgimiz, nesnelerin resimlerdeki temsillerini yeterince meşru kılmıyor; ayrıca şeylerin çıplak gizemi, gerçekte olduğu gibi resimde de gözümüzden kaçabilir… İzleyici resimlerde aklıselime bir tür meydan okuyuş buluyorsa, bir durumun farkına varmış demektir. Zaten bana göre dünyanın kendisi aklıselime yönelik bir okuyuşun ta kendisidir.”
İtiraf etmek gerekirse Magritte Müzesi’ne ayak basana kadar bu büyük sanatçının meselesini tam anlamıyla kavrayamamıştım. Müze, size sanatçının düşünsel dünyasını kişisel ve sanatsal tarihini kronolojik olarak sunarak neyi, ne zaman ve neden düşündüğünü, çıkış ve esin noktalarını aktarıyor ve binadan çıkarken bir dehayla tekrar ve bu sefer daha yakınen tanıştığınıza mutlu oluyorsunuz.
René Magritte, bir filozof gibi farklı konularda katmanlı düşünüyor ve bunu en yalın biçimde dile getiriyor. Magritte, işlerinde optik açıdan insan algısı ile oynayan aynalar, açık ve kapalı pencereler, gökyüzü gibi imgeleri tekrar tekrar kullanarak tasvir ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi sorguluyor. Kabul edilegelmiş görsel sembollerin gerçek olmama ihtimalini resmine bakanlara aktarmaya çalışıyor ve bunu yaparken de dil ile oynuyor. O çok ünlü pipo resminde (The Treachery of Images- İmgelerin İhaneti) bize bir pipo olduğu söylenen objenin bunun tamamen dilin bizde yarattığı algı ile ilgili olduğunu anlatır. Keza, bir pipo resmi yaparak “bunun bir pipo” olduğunu iddia edebilirsiniz ama o pipoyu tütünle doldurmak isterseniz, bu imkansızdır; çünkü resimdeki gerçek bir obje değildir. Gerçeklik ile dil, bu şekilde temsiliyette çakışır. Magritte, bu sorgulamalarla sosyal normları yıkmayı ve kabul edilmiş algıları sorgulatmayı amaçlıyor. Büyük resimden bakarsanız, bize hayatta öğretilmiş, hatta dayatılmış isimler, hedefler, küçük büyük her şey gerçek midir? Algımıza böyle kazındı diye toplumun hemfikir olduğu noktaları kabul etmek zorunda mıyız?
Dil ve gerçeklik sorgulamasından yola çıkan Magritte, öğretilenleri kabul meselesini toplumun bir parçası olarak sıradanlaşmamız, körleşmemiz sorunları ile de ele alıyor. Sanatçının en ünlü eserlerinden, eserlerinde sık yer verdiği kendisi gibi şapkalı, pardösülü sıradan bir Belçikalı banliyö figürünü resmettiği Son of Man’de görüş açısı elma ile kapanmış bir adam görüyoruz. Sanatçı, insanların çok sık bu durumda kaldığına, gördüğümüz her şeyin bir başka gerçekliği sakladığına ve bizim sürekli bu saklanan gerçekliği görme arzumuz olduğuna işaret ediyor. Sevdiğim örneklerden biri olarak; benim gibi toplayıcı, her gittiği yeri, oturduğu masayı kişisel eşyalarla dolduran bir insanı bir hayli gülümseten işi Personal Values’da günlük eşyaların hayatımızı o kadar kapladığına ki artık gereksizce dev haline döndüklerine dikkat çekiyor sanatçı.
BU BİR MÜZE DEĞİL!
2018 yılında Belçika’nın ünlü sanat fuarı Art Brussels’ın yapılacağı dönem, Brüksellilere fuarın gerçekleştiği bölgedeki 28 caddeye isim koyma şansı verilmiş. Gelen 1400 öneri sonucu, caddelerden birinin adı Magritte’e bir selam olarak “Ceci n’est pas une rue- Bu bir cadde değildir” olmuş.
Yolunuz Belçika’ya düşerse Magritte’in belki de müze olmayan müzesinde güzel bir zaman geçirmek için planlarınızı önceden yapın. Düşmese de önümüzde uzun bir yaz var; biraz anlamak, düşünmek, sorgulamak için Magritte resimlerini inceleyin.