Afrin’den sonra Fırat’ın doğusuna müdahale arayışlarını sürdüren Türkiye birkaç gündür Kobani ve Tel Ebyad’a top atışları yaparak nabız yokluyor. Bu, biraz Suriye sahnesindeki uluslararası güçlere yönelik ciddiyet gösterisi, biraz müdahaleye gerekçe yaratmak için Kürtleri yanıt vermeye zorlama hamlesi, biraz da Türkiye’nin tampon bölge ile ilgili taahhütlerini tam olarak yerine getiremediği İdlib’i gündemden uzaklaştırma çabası.
Bunun içe dönük tarafında da yaklaşan yerel seçimlerle ilgili hesaplar olabilir. Hükümet onca yıkımdan sonra Kürtleri kof sözlerle yeniden potaya alamayacağını görmüş olmalı ki milliyetçi ve hamaset düşkünü kıtaları uyanık tutma ihtiyacı duyuyor.
Operasyona peşrev sayılabilecek bu denemeler, Türkiye’deki Kürt sorununu inkâr, sindirme ve imha yoluyla halletme siyasetinin sınır ötesi versiyonu. Kuşkusuz bunun halka ve uluslararası topluma sunulan gerekçesi terör ve güvenlik tehdidi.
Hükümet, Zeytin Dalı Harekâtı ile Afrin’e getirdiği düzeni ya da İdlib’deki tampon bölge örneğini bir model olarak Fırat’ın doğusundaki bölgelere taşımaktan söz ediyor. Bütün platformlarda bunu işliyor, ABD ve Rusya ile bunun pazarlığını yapıyor. Suriye gündeminde Ankara lehine çıktı yaratmak ya da dikkat dağıtmak için Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD) hedefe koyan söylemler bolca tüketiliyor. Bu ısrar sürdüğüne göre işe yarıyor olmalı. İçeride iktidar açısından iş gördüğü kesin: Sınır ötesi müdahaleler yaşanan ekonomik, siyasal, hukuki fecaatin üzerine şal gibi geriliyor. İktidar bununla muhalefeti de terbiye ediyor, sindiriyor, konuşamaz hale sokuyor. Kimse Afrin’de olup bitenleri Türkiye gündemine taşımaya cesaret edemiyor. Afrin’e yerleştirilen örgütlerin karıştığı yağma, gasp, fidye, adam kaçırma, işkence ve infaz olaylarının haddi hesabı yok. Gaspın her türlüsü; zeytinler, tahıllar, tomruk niyetine kesilen ağaçlar… Bu suçlar bir kerelik değil her gün işleniyor. Bunları konuşmak artık vatana ihanet sayılıyor. Eskiden Türk medyası en azından kendi söyleyemediğini uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarına yer vererek söyletirdi. Yetkililerin dilindeki kurtuluş ve özgürlük hikâyelerinin Kürt versiyonunu dinlemeye kimsenin tahammülü yok. Hakkaniyet adına öyle bir niyet de yok. Nefret söylemi ve arsız propaganda makinesinin altında vicdanlar esir. BM’nin terör listesinde girmiş olanlar dahil selefi, cihadi ya da başıbozuk bir sürü örgütün siyasi müzakerelerle Şam’da iktidara ortak olması için Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) sahaya sürmek dahil bütün olanaklarını seferber eden AKP yönetimi, Kürtlerin ortak yaşam vaatlerini ve Şam’la başlattıkları diyalogu büyük bir tehlike olarak görüyor. Türk siyasetinin onlarca yıldır kendi insanını öğüten ve barışı imkânsız kılan derin çelişkisi sınırlardan taşıyor. ‘İçeride benim Kürtlere tanımadığım hakları sınırların ötesinde de kimse tanıyamaz’ dercesine. Bu siyaset esasen Suriye’nin kuzeyinde 1920’lerden beri Kürt siyasal kimliğini şekillendiren karşıt faktörün ta kendisi. Ankara’dan sınırın altına yönelen öfkenin arkasında devamlılık ve altında illiyet bağı var. Kendince bu dayatmada nesnel dayanaklar buluyor. Dün sürülen ya da kaçan Kürt aydınları, ağaları ve şeyhlerinin başlattığı siyasal mücadele karşısında Fransız manda yönetimiyle, “Kürtlerin faaliyetlerine son ver” diye pazarlık yapan anlayış bugün de Şam’a “Kürtlerle müzakere yapamazsın, özerkliğe izin vermem, aksi halde girer dağıtırım” diyor. Türkiye’de barış sürecini bitiren bu anlayıştı. 2012’de ÖSO maskeli cihatçıları Rojava’ya musallat eden de bu anlayıştı, 2014’ten sonra IŞİD’e yol veren de. Kürtleri ABD’ye iten de buydu!
Bu müdahalenin kısa ve uzun vadeli sonuçlarını görmemiz gerekiyor. Afrin’i başarı hikayesi olarak lanse edenlerin yarın TSK çekildiğinde neyin değişmiş olacağına dair inandırıcı bir izahatı yok.
Türkiye’nin müdahale hamlesiyle IŞİD sıkıştığı Hacin, Şaafa ve Susa’da bir kere daha nefes aldı. Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) omurgasını oluşturan YPG operasyonu durdurup kuzeye takviye güç göndermeye başladı. Kürtler, ABD’ye “IŞİD’le savaşa devam etmek istiyorsan ağırlığını koyup Türkiye’yi durdur” demeye çalışıyor. ABD, Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı sırasında Türkiye ile karşı karşıya gelmek istememişti. IŞİD’den kurtarılmış bölgelere karşı müdahale konusunda ise Türkiye’yi caydırma ya da teskin etme yoluna gitmişti. Son atışlardan sonra Pentagon’un hemen devreye girmesi ve liderler arasındaki telefon görüşmesi ABD’nin henüz Kürtleri bırakma noktasında olmadığını gösteriyor. Elbette yarın yeni koşullara bağlı olarak bu durum değişebilir. Kürtler de ABD’ye mutlak garantör gözüyle bakıyor değiller. Her halükarda ABD, Suriye’deki ajandasının son sayfasını görünceye kadar SDG ile ortaklığı sürdürecek. Bu arada Türk-Amerikan ilişkilerindeki travma da canlı kalacak.
Müdahale tehdidi Kürtleri Şam’la daha fazla müzakere seçeneğine itebilir ama bu da Ankara’nın gönlündeki sonuç değil. Bu seçeneğe yatırım yapan Rusya. Erdoğan’ın kafasındaki son, ‘mutlak çökertme’. Türkiye’nin Suriye tahayyülündeki yansıma da bu minvalde belirgin bir hal alıyor: Politikanın muhaliflere bakan yüzünde cihatçılara desteğin kılıfı olarak ‘demokratik Suriye’ vaadi; Kürtlere dönük yüzünde ise ‘Baasçı Suriye’nin devamlılığı var.
1990’larda binlerce köyün yakılıp boşaltılması, son olarak Cizre, Nusaybin ve Sur’un yıkılması Kürtlerle sorunları çözdü mü ki aynı çökertme siyasetiyle Suriye’ye gitmek sonuç getirsin. Türkiye’de Türklerle Kürtlerin ortak geleceğini karartmak yetmezmiş gibi sınır ötesi maceralarla Suriye’nin kendi demokratik çözümü baltalanıyor. Kısacası cehennem yine kendine ateş arıyor.