Ankara Yüksel Caddesi işyeri merkezde olanlar için uğrak yeridir. Benim için de hem uğrak yeri hem de işe giderken zorunlu geçiş alanı. Son 2 aydır ise durum biraz daha farklı. Sabah işe giderken geçtiğim cadde şimdi işe iade için aylardır eylem yapanları takip ettiğim, son gelişmeleri öğrenmeye çalıştığım, açıklamaları dinlediğim zorunlu bir adres.
Bugüne kadar binlerce basın açıklaması, protesto gösterisine ev sahipliği yapan İnsan Hakları Anıtı son iki aydır tarihe geçecek olaylara şahitlik ediyor. KHK ile ihraç edilen iki eğitimcinin tüm müdahalelere rağmen ısrarla sürdürdüğü eylem açlık grevine dönüştürüldü. İlk kez açık havada yapılan bir açlık grevi, 24 saat süren nöbet, çiçek bahçesine dönen küçük meydandakilerin tek amacı sesini hükümete duyurmak.
Açlık grevinde kritik sürece girilince kamuoyu da arttı, ses duyuldu ama yaşananlar "Keşke duyulmasaydı" dedirtti. Çünkü son bir hafta neredeyse her gün polis müdahalesi, gözaltı ile geçti. Gözaltından çıkanlar yine Yüksel'e geldi. Polisin el koyduğu çiçeklerin yerine daha fazlası getirildi. Üstüne müdahale arttıkça eyleme başka şehirlerden de destek gelmeye başladı. Eylem yapanların arasında bulunan öğretmen Acun Karadağ'ın ifadesiyle direnişi büyüten aslında polisin pervasız müdahalesi oldu.
Yüksel Caddesi aylardır süren eylemde en sert gününü açlık grevinin 75. gününde yaşadı. Önce açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gözaltına alındı, ardından Yüksel Caddesi'nde anıt çevresi boşaltıldı. Sabah saatlerinde anıtı kordon altına alan polis bir süre sonra yorulunca bu kez demir bariyerlerini taşıdı ve sosyal medyada hak ettiği gibi "İnsan Hakları Anıtı gözaltına alındı" yorumlarına maruz kaldı.
Veli Saçılık'ın yerde sürüklenen annesi: 17 yıldır etek giymedim
Sabah saatlerinde yaşanan müdahale gün boyunca sürdü. Gözler öğle saatlerinde yapılması planlanan açıklamadaydı. Ben de açıklamayı izlemek için Yüksel'e geldim. Sabah saatlerindeki müdahalede anıtın üzerinden düştüğünü gördüğüm Veli Saçılık ve annesi Kezban Saçılık bir kafede açıklama saatini bekliyordu. Veli Saçılık'a sağlık durumunu sordum. "Çok sert düşmedim, biraz bacağım acıyor" dedi. Hemen yanında oturan annesi gözlerinde endişeyle elini oğlunun bacağına uzattı, "Kolun gitti bir de bacağını da kaybetme" dedi.
65 yaşındaki Kezban Saçılık haftalardır oğlunun yanında. Oğlu ne yaşıyorsa annesi de onu yaşıyor. Bundan 2 ay önce oğlu gözaltına alınırken o da yerlerde sürüklendi. Sonrasında yaşadıklarını anlatırken söylediği "17 yıl önce beni Burdur'da yerlerde sürüklemişlerdi. Elbiselerim çıkmıştı. Ondan sonra bir daha hiç etek giymedim" sözlerini hiç unutmadım. Bir kadın olarak kınalı saçlı bir anneye yerlerde sürüklenirken o eteğin açılmasını dert ettirenlere kızdım.
Ama Kezban Saçılık haklı çıktı. Oğlunun yanında Yüksel Caddesi'nde bir kez daha yerlerde sürüklendi. Fotoğraf karelerinde uzattığı eli tutan değil, çeken oğlu yaşında bir polis vardı. "Velii, oğlum" diye bağırıyordu. Kıyafetleri toz pislik içinde kalmış ama yerlerde sürüklenirken -sanki utanç başkasının değilmiş gibi- başka bir şey daha düşünmek zorunda kalmamıştı. Çünkü üzerinde pantolonu vardı!
Veli Saçılık annesinin sürüklenme görüntülerini sosyal medya hesabından paylaşarak, "Bu fotoğraftaki kadın benim annem. Bunu yapan alçakların yakasını bırakmayacağım" dedi. Görüntüler o kadar yaralayıcıydı ki kısa sürede sosyal medyada #bufotoğraftakikadınbenimannem etiketiyle binlerce kez paylaşıldı.
Yüksel'in uzun günü bununla bitmedi. Polisin ablukaya aldığı anıtın çevresine sadece durumu protesto eden CHP ve HDP milletvekilleri gidebildi. Bir anlamda direnişi devralan milletvekilleri yaklaşık 6 saat oturma eylemi yaptı. Demir bariyerlerin arasında polis kordonu içinde kalan milletvekillerinin yanına gazetecilerin gitmesine de izin verilmedi. Çevredeki bir binanın üst katından izleyebildiğimiz milletvekillerine bakınca gördüğüm siyaseti izlemeye çalışan bir gazeteci olarak acı vericiydi.
Seçim bölgeleri değişse de her biri 100 bin oydan hesap edilse 1 milyona yakın yurttaşı temsil eden vekiller bir grup polisin arasında demir bariyerler içinde tek çare orada duruyordu. Çözüm merkezi siyasetin, siyasetçinin düşürüldüğü hal böyle olmamalıydı.