‘Bu görüntüler sadece egemen medyanın meselesi değil’

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Gamze Toksoy, mültecilerin görsel imgesine dikkat çekiyor: “Pasif kurbanlar olarak sunulduklarını görüyoruz. Her bir beden anonimleştirilir. Bu görüntüler sadece egemen medyanın meselesi de değil.” Fotoğrafçı Kalpesh Lathigra ise şöyle anlatıyor bir dönemini: “Paraşütle iner gibi gidiyorsunuz, acıları çekiyorsunuz ve daha sonra bunları yayınlıyorsunuz. Aslında iki şey var: Biri fotoğrafçının egosu, ödül kazanma fikri ve romantikleştirme.”

Abone ol

DUVAR -  Seri üretim nesnelerde olduğu gibi çerçevesi çizilen mültecilerin görsel imgeleri de hep aynı içerikte veriliyor. Temsil olanaklarından mahrum bırakılmaları; bedenlerinin çoğu kez nesneleşmesine, ölümlerinin sadece fiziksel kayıplara indirgenmesine, varla yok arası anonim bedenler olarak görülmelerine sebep oluyor. Mültecilerin görsel temsilleri ile ayrımcı beden politikaları arasındaki ilişkiye bakıldığında birbirlerini besledikleri fark edilmiyor. Yine o görsellerde mülteciler, politik çerçevelerine ve dolayısıyla faillerine bakılmaksızın tek başlarına 'toplumsal sorun' olarak gösteriliyorlar.

Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği, “Yaratıcı yöntemlerle yeni bir söylem” serisinin üçüncüsü olan “Mülteciliği fotoğraflamak” başlıklı panel tam da bu meseleler üzerine düşündürdü. Panelin konuşmacıları Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Gamze Toksoy ve fotoğrafçılar Serbest Salih, Kalpesh Lathigra oldu.

‘HER BİR BEDEN ANONİMLEŞTİRİLİR’

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Gamze Toksoy, görsel temsil ile ayrımcı beden politikaları arasında doğrudan ilişki kurulabileceğine dikkat çekiyor:  “Medyada kullanılan görsel imgenin son derece yerleşikleşmiş, belli kalıpları olduğunu, belirli çerçevelerin sürekli tekrarlandığını fark ederiz. Mültecileri özneleşmeyen kitleler olarak, pasif kurbanlar olarak sunduklarını görürüz. Çoğunlukla kadınlar ve çocuklar yakın plan alınır. Yüzlerdeki çaresizlik, yaşadıkları acı gösterilir. Bizim yardımımıza muhtaç bedenler yaratılır. Her bir beden anonimleştirilir. Bu yolla bize, failler hakkında yani neden bunların yaşandığı hakkında herhangi bir bilgi ulaşmaz.”

 “Medyada gördüğümüz acıma duygularına hitap eden, kurbanlaştırıcı görsellerde kendini temsil etmesinin mümkün olmadığı düşünülen gruplara yönelik hiyerarşik bir bakış ve ilişkilenme biçimi daha en başından oluşturulmuş oluyor. Bu görüntüler sadece egemen medyanın meselesi de değil. Mültecilere yönelik çalışmalar yürüten, destekleyici politikalar üreten geniş kesimlerin de bu yöntemleri seçtiğini görüyoruz. Sivil toplum kuruluşları afişlerinde, bültenlerde ve hatta kimi akademik yayınlardaki görsellerde görüyoruz. Aslında tüm bunlar belirli bir ‘görme rejiminin’ olduğuna işaret ediyor. Bugün mültecilerin göç ettikleri yerlerde maruz kaldıkları, ötekileştirci tutum ve davranışların beslenmesinde bu sözünü ettiğimiz görsellerin oldukça önemli bir rolü var. Bu görsellerde onların yeniden hayatlarını kurma çabaları görmezden geliniyor ya da üzeri örtülüyor. Mültecilerin toplumsal soruna indirgendiğini görüyoruz. Sorunun kendisi onlarmış gibi sunulduğunu görüyoruz.”

 ‘ASLINDA İKİ ŞEY VAR: FOTOĞRAFÇININ EGOSU VE ÖDÜL ALMA FİKRİ’

Panelde, Toksoy’un konuşmasından sonra fotoğrafçı Kalpesh Lathigra söz aldı. “STK’larda çalıştım. Birleşmiş Milletler’de… Bizden istenen insanların üzgün görünmesi, yardıma muhtaç olmalarıydı” diyen Lathigra zaman içerisinde değişen fotoğrafçılığını anlattı:

“İlk fotoğraf çekmeye başladığım zaman haber fotoğrafçısıydım. Basın mensubu olarak tarafsız olmam ve karşımdaki hakikate bağlı kalmam gerekiyordu. Bir Batı mitolojisi var foto muhabirleri ile ilgili. Gelişmekte olan ülkelere örneğin Hindistan’a, Afrika’ya gidildiğinde bir fotoğrafçı o toplumları nasıl fotoğraflar? Paraşütle iner gibi gidiyorsunuz, acıları çekiyorsunuz ve daha sonra bunları yayınlıyorsunuz. Aslında iki şey var: Biri fotoğrafçının egosu, ödül kazanma fikri ve romantikleştirme. Bu yolla sesi olmayan insanlara ses olmak amaçlanıyordu ama bu amaç pek yerine getirilmiyordu. İşin aslı ben de böyleydim. Beni ne değiştirdi? Kosova savaşı sırasında bir fotoğraf gördük. Bazı mülteciler bir otobüse binmişlerdi. Otobüs giderken 10’a yakın fotoğrafçı görünüyordu aynı fotoğrafta. STK’larda çalıştım. Birleşmiş Milletler’de… Bizden istenen insanların üzgün görünmesi, yardıma muhtaç olmalarıydı. İnsanları harekete geçirmek için STK’lar bu fotoğraflardan istiyorlardı. Bugün bundan vazgeçen STK’lar olduğunu söyleyebilirim. Tüm bunlarda yanlış olan bir şeyler olduğunu fark ettim. Ürdün’e gittiğimde şunu gördüm. Büyük bir öfke vardı orda yaşayan Suriyelilerde. Yaşadıkları şeylere karşı öfkeliydiler ve bu benim için ‘uyan’ çağrısı oldu. Kurbanlaştırma fikri üzerinde düşünmeye, farklı nasıl yaklaşabilirim diye düşünmeye başladım. İnsanların bu fotoğraflara farklı bir açıdan bakmalarını nasıl sağlayabilirim? Neler olduğunu onlara nasıl anlatabilirim? Mültecilere bakışlarını nasıl değiştirebilirim?”

Lathigra, “10 sene önce rıza konsepti diye bir şey yoktu” diyor ve kimi fotoğrafların mültecileri şeytanlaştırmak için kullanılabileceğine dikkat çekiyor:  “10 yıl önce insanlara fotoğrafınızı çekebilir miyiz diye sormuyordunuz. Eğer bir haber fotoğrafçısıysanız, sizin önünüzde gelişmekte olan bir şeyi nasıl fotoğraflayacaksınız? Bir bottan kurtulmaya çalışan, acı çeken insanları çektiğinizde o fotoğrafların nasıl kullanılacağını bilmiyorsunuz. Örneğin Daily Mail’in yine aynı kareleri mültecileri şeytanlaştırmak için kullanıyor.”