'Bu halimle beni hiçbir fabrika istemez, biliyorum'
Bir iş kazası geçirmek, çoğu defa ömür boyu işsizliğe mahkûmiyet demek. Oysa onlar işsizlikten konuşurken pek akla gelmiyorlar; hatta kaç kişiler onu dahi bilmiyoruz. Resmi istatistikler gerçeği yansıtmıyor, gayriresmi çabaların gücü ise o gerçeği kavramaya yetmiyor. Deri işçisi İsmail Yıldız, sağ elinin yarısını kaybettiği o anı ve sonra tepetaklak olan hayatını anlatıyor. Akademisyen Emre Gürcanlı, iş kazaları ve meslek hastalıkları odağında işe ve işsizliğe bir daha bakıyor.
VI. Bölüm
Hayatın öncesiyle sonrasını birbirlerine bir daha asla benzememek üzere ayıran o anları genelde hatırlamayız. İsmail Yıldız'a da öyle olmuş, çalıştığı 32 bıçaklı deri kesme makinesine sağ eli nasıl kapılıverdi, üç parmağı toplanamayacak parçalara ayrılıp nerelere savruldu bilmiyor. 50 yaşındaki Dersimli Yıldız, iş kazası geçirdikten sonra işsizliğe mahkûm olan ve sesini hiçbir yere eriştiremeyenlerden biri.
Sanki yine kendinden bir parça kaybettiği bir kazaymış gibi, liseyi yarıda bırakıp sonra ilk nerede çalışmaya başladığını da önce hatırlayamadı Yıldız. Ama bu, 16 yaşından bu yana fazla zaman geçmesinden, arada çok iş değiştirmesinden, yahut safi yorgunluktan kaynaklanıyor. Bursa'da başlayıp sonra İstanbul'a taşınarak ekseriyetle deri sektöründe çalıştı. 1995'ten beri Tuzla civarındaki deri fabrikalarında. Eşiyle de askerliğini yaptıktan sonra girdiği ilk işinde tanışmış, o da işçi.
Deri fabrikalarında hayvan temizleyerek başladıysa da, aynı sektörde sebat etmek yıllar içinde Yıldız'ı bir zanaatın sahibi yapmış; ayakkabıda, çantada, kemerde, deri olan her tür üründe ihtiyaç duyulan milimetrik parçaları kesen bir makinede ustalaşmış. Ayakkabı için misal 0.5 milimetrelik bir parça gerekliyse, yarım milim oynaması iade gerekçesi. Öyle bir incelik, mükemmellik farz Yıldız'ın yaptığı işte.
2017'de 60 kişinin çalıştığı deri fabrikasında sağ elinin yarısını kaybedeceği o kazanın nasıl “geliyorum” dediğini anlatıyor. Sezgi değil; çözmek için dedektiflik gerekmiyor. Apaçık biçimde, çalıştığı makinenin tek seferde yapamayacağı bir iş isteniyor kendisinden. Öyle ki bunu yapmak için çalışanın güvenliği düşünülerek makineye eklenmiş olan, Yıldız'ın sensörlü kapılara benzettiği emniyet sistemini bertaraf etmek gerekiyor. Çünkü bu açıkken misal 15 milimetrelik parçaları 0,7 milimetreye indirmeye çalıştığınızda koruma sistemi “patlayabiliyor”. Bu sistemin ederi en son 9 bin Euro imiş, Yıldız daha önce bir kez bunu yaşadığı için, işverene yeni masraf çıkarma korkusunu da üzerinde hissettiğini söylüyor.
“Başka bir usta geldi, daha baskı yaptı bana. İşveren diyormuş ki ya bunu yapacak ya da gidecek. Bu kadar açık söylemiş. Ben yapamam dedim, hatta ustaya bağırdım. Bu defa müdür geldi, o iyi bir insandır aslında. 'İsmail benim yapabileceğim bir şey yok' dedi. 'Yapsın, en azından makineye ağır ağır versin' demiş patron.”
Tam bu kelimeyi kullandı, sağ elinin yarısının “kıyma” gibi dağıldığı o anı hatırlamıyor. Ama hemen ardından işverenin “Ben ne yaptım!” diye haykırışı, onu “Korkma bütün masraflarını karşılayacağım” diye yatıştırmaya çalışan sözleri aklında. Hastaneye gelen emniyet görevlilerine patronundan şikâyetçi olmayacağını söylediğinde, polislerden birinin “Abi bu işverenlerin hepsi böyle, başta şunu yaparım, bunu yaparım derler. Bak, iyi düşün” deyişini de hatırlıyor Yıldız. O gün “Benimki yapmaz öyle” diye düşünmeyi tercih ediyor hastane odasında. Sonrası, işverenin onu “oyalayacağı” koca bir sene ve 2018'de başlayıp hâlâ sürmekte olan yargı süreci.
'SENİN MAAŞINI BEN ÖDÜYORUM LAN'
“İki, üç yıl psikolojik olarak kendimde değildim. Yaşıyor muyum, yaşamıyor muyum... Birden elin sakat kalmış. Gömleğimin düğmesini bile kendi başıma ilikleyemiyordum” diyor İsmail Yıldız. O dönemde kızı, pratik işlerini çözmek dışında onu hep yüreklendirmiş, ayrıca psikolojik destek almasına aracılık etmiş. Hikâyenin bu kısmını dinleyince bugün 26 yaşında olan kızının Büro Yönetimi diplomasının üzerine iş güvenliği uzmanı olmaya karar vermesi ve bunun eğitimini alması ayrıca manidar geliyor. O da işsiz bu arada. Ama bundan sonra iş güvenliği alanında iş başvuruları yapacağını biliyor. İsmail Yıldız, çalıştığı fabrikalarda bir yıl içinde dört- beş iş güvenliği uzmanı değiştiren normalleşmiş düzeni, kiminin işveren tarafından “Senin maaşını ben ödüyorum lan” diyerek kovuluşunu anlatıyor bunun üzerine. Kızının seçimiyle gurur duyuyor besbelli, ama neler yaşayabileceğini bilecek kadar da tecrübeli ne yazık ki.
Peki onu kim işe alır? “Bu halimle beni hiçbir fabrika istemez, biliyorum. Tek yapabileceğim güvenlik işi...” diyor Yıldız. Bu süreçte emekli olmuş, ama “malulen” değil. Sosyal güvenlik sistemine göre çalışmasının önünde engel yok, fakat gerçek hayat farklı. Şimdiye dek başvurduğu tüm işlerden hüsranla dönmüş eve. Güvenlik görevlisi olma ümidi de “Hırsız girse bu elle ne yapacaksın?” denerek terslenmiş.
Lisede okulu bırakıp bir arkadaşıyla “oto alım-satım” işine giren 25 yaşındaki oğlunun da düzenli geliri olmadığı için aslında eşinin maaşı sayesinde geçinebiliyorlar. Dokuz yıldır büyük otomotiv markalarına parça üreten bir fabrikanın kontrol ve paketleme bölümünde çalışan 45 yaşındaki eşinin mesai saatleri pandemiden sonra daha da artmış. “Ona baktıkça ben üzülüyorum” diyor İsmail Yıldız, “Erkekler yine biraz daha dayanıklıdır. 'Kollarım ağrıyor, omuzlarım ağrıyor' diyor hep, bacakları şişiyor. Bazen ayakta duracak hali olmuyor, görüyorum. 'Dayanamıyorsan çık' diyorum ama ben böyle olunca, aç kalırız diye korkuyor. Emekli olana kadar dört-beş sene dişini sıkacakmış.”
Yarattığı psikolojik ve bunlardan kaynaklanan fiziksel sorunlar açısından bakıldığında, kadınlar hayatlarındaki erkeğin işsizliğini de, kendilerininkine yakın düzeyde yaşıyorlar. Bu yansıma mekanizmasının formülünü içeren toplumsal cinsiyet rolleri, erkeğin işsiz olduğu, evin geçimini çalışan kadının sağladığı evlilik ilişkilerinde ise daha karmaşık ve de keskin sonuçlara yol açabiliyor. Zaten kendi başına bir değersizlik hissi dayatan işsizlik, hele verimli bir çağında fiziksel bir engele yol açan bir iş kazasıyla birlikte geldiğinde, bu psikolojik yıkımla “erkeklik” rolünün zehrini salmadan başa çıkabilmek çoğu erkek açısından mümkün olmayabiliyor. Yıldız, galiba azınlıkta kalan gruptan. Hayatında “halı silkelememiş”, hatta ev işlerini her daim hafifsemiş bir erkek olarak yeni hayatında, günlük pratiğin ona dayattığını kabul etmiş, etmekle de kalmamış. Yılların ardından, artık işe gidecek olan eşine erken kalkıp kahvaltıyı o hazırlıyor, sonra da ev işlerine girişiyor. “Süpürge de çekiyorum, paspas da yapıyorum, Allaha çok şükür bütün temizliği yapıyorum” diyor hem gurur, hem keyifle. Ne kadar ağır bir mesai olduğunun yeni farkına vardığı ev işlerinde de kendini geliştirmiş, o kadar ki kahkahalar atarak artık eşinin temizlediği banyoyu beğenmediğini anlatıyor. 32 bıçaklı deri kesme makinesinde olduğu gibi, temizliğin “incesinde” de ustalaşmış.
İŞ KAZASI SAYISI KAÇ? BİLMİYORUZ!
“Erdoğan'a göre ülke güllük gülistanlık. Çevreme bakıyorum, kahveler dolu. Ekonomi iyi gidiyormuş, ülke büyüyormuş, gelsinler külahıma anlatsınlar” diyen İsmail Yıldız, Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birinde işsizliği, ironik şekilde işi dolayısıyla yaşayanlardan biri. Bedeninin bir parçasını çalıştığı için kaybetti, hayatı değişti ve üretim bandında onu “defolu” kılan bu sistem yüzünden işsizliğe mahkûm oldu.
Peki tam olarak ne kadar insandan söz ediyoruz, İsmail Yıldız gibiler kaç kişi? Görünmezliklerini ve meselenin vahametini arttıran da bu: Bilmiyoruz! Elimizde veri olarak sadece Sosyal Güvenlik Kurumu'nun bu konuda yayınladığı yıllık raporlar var ve bunların da tabiatları itibarıyla gerçek hayatı yansıtmaları imkânsız.
İTÜ İnşaat Fakültesi öğretim üyelerinden olan ve iş güvenliği üzerine yoğunlaşan Emre Gürcanlı, “Bir Cinayetin Öyküsü -İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine Sınıfsal Bir Bakış”* adlı kitabın da yazarı. Gürcanlı, SGK'nın “Kaç işçiye aylık bağlarım, kaçı maluliyet ödeneği alır” üzerinden, aslen tazminat boyutuna odaklanması nedeniyle bu raporların vakaları değil, o yıl içinde dosyası tamamlananları gösterdiğini söylüyor. Yoksa mesela 2020 verilerine baktığımızda bir önceki yıla göre hem iş kazalarında, hem meslek hastalıklarında azalma var. Hatta meslek hastalıkları sonucu hayatını kaybeden sayısı sadece beş.
Hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde, bu kazaların istatistikleştirilmesinde tüm dünyada sorunlar yaşanıyor. Sivil girişimlerin ise veri toplaması çok güç. Gürcanlı'nın da parçası olduğu İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi**, yerel ve ulusal medyayı tarayarak, sendikalar ve meslek örgütleri üzerinden takip etmeye çalışarak iş cinayetlerini yıllardır kayda geçiriyor. Fakat çok isteseler dahi aynı ağ, iş kazalarını ve bu kazalar sonrası tamamen iş göremez hale gelenlerin sayısını toparlamaya kâfi gelmiyor.
Gürcanlı, iş kazalarının en çok yaşandığı sektörlerden olan inşaat sektörüne bilhassa yakın. Kaza sonucu çalışamaz hale gelip evinde yatalak hale gelen, köyüne dönen, sonra akıbetleri hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu insanlar kaç kişi, tahmin bile yapabilecek veriye sahip değiliz. Kimi sektörlerde kayıt dışı çalıştırılmanın son dönemde daha da artışı ve mülteci/sığınmacı işçilerin tamamen takipten yoksun oluşları gibi gerçeklerini de eklediğimizde, bilinmeyen bulutu büyüyor. Bazı durumlarda işçinin aldığı fiziksel hasar başka sektörlerde çalışmasına olanak tanıyor, tıpkı İsmail Yıldız'ın başına gelende olduğu gibi, ama bu “defo” iş bulma ihtimalini sıfıra yakınlaştırıyor.
Çok acı ki, kaza hallerinde ölmeyi tercih edebileceğini açıkça söyleyen işçi çok. Ölürsem, en azından aileme yük olmam, diye düşünüyorlar çünkü. Ölüm, garanti olmasa da hukuki ya da hukuk öncesi bir biçimde ailesinin eline bir miktar para geçmesi ihtimalini de barındırıyor.
'MESLEKÎ KANSER YOKTUR'A AYRILAN DEV BÜTÇELER
Meslek hastalıklarına gelirsek durum daha karmaşık, bilinmeyen sayısı daha da fazla. Bu konunun bir boyutu, çalışanların işi kaybetmemek adına hastalıkları gizleme mecburiyeti hissetmeleri. İnşaat sektöründen gidersek Gürcanlı, işçilerin atılmamak için iş güvenliği uzmanlarına hastalıklarını kaydetmesin diye “yalvardıklarının” vaki olduğundan söz ediyor. Konunun ikinci boyutu ise zaten bu hastalıkların tespitinin çok zor oluşu. Gürcanlı, bu işin aritmetiğini anlatıyor.
“Tüm dünyada bu işin uzmanları bir iş kazası sonucu ölüm varsa, en az altı, yedi, hatta sekiz de meslek hastalığı sonucu ölüm olması gerektiğini söyler. Türkiye'de bu mantıkla 15-20 bin arası insanın meslek hastalığı dolayısıyla öldüğü sonucu çıkar. A, kalpten gitti, kanserdi yazık, çok sigara içiyordu, dediğimiz birçok insanın geçmişine bakarsınız mesela tekstil işçisidir, 20 yıl tekstil tozuna maruz kalmak yeter zaten. Dolayısıyla bu verilere ilişkin de aslında hiçbir şey yok.”
Birkaç hafta önce Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından oluşturulan bir ortak komite 2000-2016 yıllarına ait iş kaynaklı yaralanma ve “hastalık yükü” tahminlerini yayınladı. Örneğin 2016'da tüm dünyada iş kazalarına bağlı ölümlerde kaybedilen her 1 kişiye karşılık 1.24 kişinin iş kaynaklı hastalıklardan, 0.87 kişinin de uzun çalışma saatlerinin tetiklediği hastalıklardan kaybedildiği öngörülmüş. İstanbul Tabip Odası, bunu takiben yaptığı açıklamada bu denklemle Türkiye'de aynı yıl iş kaynaklı hastalıklardan yaklaşık 1.742, uzun çalışma saatleri kaynaklı olarak da 1.222 kişinin hayatını kaybettiği tahmininde bulunuyordu.
Çalışma hayatı kaynaklı hastalıklarının tespiti için Türkiye'de sadece Zonguldak, Ankara ve İstanbul'da olan üç meslek hastalıkları hastanesinden birine gitmek gerekiyor. SGK'nın üst kuruluna erişebilen raporlardan ise zaten yarısı kabul edilmiyor. Diğer yandan Gürcanlı, kamusal bir izleme mekanizması kurmadan, bu hastalıkların bilimsel olarak tespitinin her zaman kolay olmadığını da teslim ediyor. Bir yurttaşın doğumundan ölümüne tüm sağlık verilerinin bu öncelikle kayıt altına alınması, daha doğrusu başka türlü bir kamu sağlığı politikası gerekiyor. Bir de meslek hastalıkları üzerine bilimsel çalışmaları arttırmak... “Dünyada da bu konuda bilimsel çalışmalara yeterince fon ayrılmıyor. Meslekî kanser değil de, asıl nedeninin kolesterol, sigara, düzensiz yaşam, alkol vs olduğuna dair yapılan çalışmaların toplam fonu, meslekî kanserlere dair çalışmalara ayrılanın yüz katı. Meslekî kanser yoktur, genelde bireysel tercihler sonucunda ortaya çıkmıştır anlayışı hâkim. Bu ideolojik bir şey. O yüzden de arkasından sağlığımıza dikkat edelim, yok keto diyeti yapalım, bilmem ne yapalım geliyor” diyor. Gözleriyle görmüş, Reyno (Raynaud) Sendromu denilen hastalıktan mustarip bir otomotiv işçisi eliyle cep telefonunu bile kavrayamaz hale gelmiş, hiçbir şey tutamıyor artık. Ama bunu senelerce çalıştığı üretim bandındaki işiyle ilişkili olduğunu kanıtlayamıyor, başka bir iş de bulamıyor. Yıllarca çalıştığı için yıllarca işsiz kalacak ve bu arasındaki bağı kanıtlayamayacak.
Laf genel olarak krize, bu dönem yaşadığımız işsizliğin derinliğine geldiğinde, Gürcanlı en önce anılması gerekenden emin: Genç işsizliği, genç ümitsizliği, genç yoksulluğu... İTÜ gibi bir okula girebilmek için gereken gayreti düşünün, yeni mezun bir mühendisin, mimarın karşısına çıkan maaşlar 2 binlerde, 3 bini zor görüyor, 5 bin mutluluk vesilesi. O yüzden de yarısından fazlası yurt dışındaki üniversitelere yaptığı başvuruların cevaplarını bekliyor zaten. Bu arada pandemi boyunca hiç ergonomik olmayan bir sandalyede, yemek masasına koyduğu bilgisayara bakarak ders anlatmak, zaten başlı başına oturarak ders anlatmak da Gürcanlı'yı yormuş. Konuştuğumuz çalışma koşullarıyla kıyas kabul etmeyen, kendi tabiriyle “korunaklı” alanında yaşadığı saçkıran tecrübesini andığı için girdik buraya. Akademinin meslek hastalıklarına, son zamanların eklediği bir başlık bu da belki.
Resmi iş gücü istatistikleri gerçek hayattan gittikçe daha fazla koparken, işsizlik sorununun kaynaklarına, derinliğine, sonuçlarına ve bugünlere mahsus yanlarına biraz daha yakından bakmaya niyetlenen sekiz bölümlük bir yazı dizinden bir parça okudunuz.