Hollywood’un 1970’li yıllardaki krizlere verdiği cevaplar, dönemin gerilimlerini de yansıtıyordu. Toplumsal sorunlara liberal bakış atan yapımlar, kurumlardaki bozuşmalardan, yozlaşmadan bahsedip yeniden inşaya dikkat çekerken, muhafazakar yapıtlar, suçu insanın doğasında arayan bir eğilimi, dolasıyla da buna karşı ‘ahlaki mücadele yürüten’ kahramanları yüceltti.
Bu kahramanların sembolleştiği karakter ise Clint Eastwood tarafından canlandırılan "Kirli Harry" oldu. Peş peşe çekilen üç film "Dirty Harry" (Kirli Harry, 1972), "Magnum Force" (Silahın Gücü, 1974) ve "The Enforcer" (Affetmeyen Adam, 1976) gösterildikleri yılın en çok izlenen on yapımı arasına girmeyi başarmıştı. "Dirty Harry", Türkiye’de "Kirli Adam" adıyla vizyona girse de daha çok "Kirli Harry" olarak anıldığı için ben de o ismi kullandım.
Kişisel adalet arayışı, adaletin bir kişi tarafından tecelli ettirilmesi temasıyla onlarca film çekildi ilerleyen yıllarda. Bu kahramanların kendilerinde söz konusu yetkiyi görebilmelerinin nedeni ise ahlaki üstünlükleri olarak gösterildi. Birçoğu ilhamını İncil’den ya da Hristiyan mitolojisindeki kahramanlardan, olaylardan alıyordu. Yakın dönemin adalet dağıtıcı karakteri olarak dikkat çeken "The Equalizer" (Adalet) serisinin kahramanı Robert McCall’ın dindarlığına dair doğrudan vurgu yok ama bu hafta gösterime giren üçüncü yapımdan önceki iki filmde Hıristiyanlık sembollerine, resimlerine sıkça göndermeler görüyorduk. Üçüncü film ise finalindeki dini ritüelle bu durumu taçlandırıyor.
"The Equalizer" serisi sinemaya daha önce defalarca ilham vermiş olan Antigone karakterinden çıkıyor yola. Sofokles tarafından Milattan Önce 440’lı yıllarda yazılan bu tek perdelik oyunda, Antigone’nin inançları ile yasaların çatışması sonucu devlet otoritesine başkaldırışını ele alır. İşte Robert McCall da böylesi bir karakter. 2014 tarihli ilk film, çokça "Taxi Driver"ı andırsa da aksiyonseverleri mutlu edecek türden bir yapımdı. Türkiye’de "Adalet" adıyla gösterilen filmin yönetmen koltuğunda, daha önce "Güneşin Gözyaşları", "Kral Arthur", "Tetikçi" gibi filmlerde türe olan yetkinliğini kanıtlamış Antoine Fuqua oturuyordu. Richard Wenk, Michael Sloan ve Richard Lindheim üçlüsü de senaryodaydı. Bu dörtlü, 2018 tarihli ikinci filmde ve bugün gösterilen yapımda da bir arada.
Kısa bir özet geçersek, eğitimli bir 'katil' olduğunu sonradan anlayacağımız Denzel Washington’ın canlandırdığı Robert McCall ile tanışıyorduk ilk filmde. Bir markette çalışan Robert, takıntıları ve kuralları olan ama etrafında da sevilip sayılan bir adam. İnsanlara yardım ediyor. Geceleri uyku sorunu var. O yüzden mahallesindeki bir kafede çay içip kitap okuyor geceleri. Mekana takılan ve seks işçiliğine zorlanan bir kadınla kurduğu yakınlık onu yeniden sahalara döndürüyor. Teri adlı bu genç kadın, Rus mafyasının saldırılarına uğrayınca Robert da yeminini bozuyor ve eline yeniden silahı alıyordu. Bundan sonrası bir yanıyla seyirciye ahlaki üstünlük taslayan bu erdemli karakterin, ortalığı kan gönüne çevirmesi şeklinde geçiyordu.
İkinci film ise Hollywood anlatılarında sıkça gördüğümüz 'çürümeye' dairdi. Kahramanımız küçük çaplı 'adli düzeltmeler' yapmaya devam ediyordu. Misal açılışta, rakıyı tekila bardaklarında içen Türkiyeli elemanları hallederek başlıyordu film. Ama asıl tehlikenin içeride olduğunu anlaması uzun sürmüyordu kahramanın. CIA içeriden kuşatılmıştı ve hainler çok yakındaydı. Birçok bakımdan kötü olmasına rağmen özellikle son yarım saatlik bölümü görsel açıdan tatmin ediciydi. Bir kasırganın içinde gerçekleştirilen düello izlettiriyordu kendisini.
Bugün itibariyle izlenebilecek olan üçüncü film ise kahramanımızın emekliye ayrılıp şirin bir sahil kasabasına yerleşme özlemleriyle dolduğunu gösteriyor. Robert bu kez Sicilya’da kendi adaletini gerçekleştirirken uluslararası bir uyuşturucu şebekesini rahatsız ediyor farkında olmadan. Haliyle olay uluslararası bir hal alıyor, hikaye Napoli’de geçince bölgenin en büyük mafyası Gomorra’da işin içine giriyor vb. Haliyle CIA’den de destek istiyor Robert ve genç ajan Emma Collins sürece dahil oluyor. Filmin açılışının diğer ikisinden ayrı bir tarafı daha var. Açılışta, Sicilya’da geçen bölümün sonunda ilk kez silahını kafasına dayayıp kendisini öldürmeye yeltendiğini görüyoruz Robert’ın. Hikayenin daha en başında kahramanımızın adalet dağıtmaktan yorgun düştüğünü hissediyoruz. Üstelik, açılış sahnesi ve devamındaki şiddet, daha önce görmediğimiz türden. Robert giderek canavarlaşan birisine dönüşmüştür ve bundan yorgun düşmek üzeredir.
Daha önceki filmlerde kahramanımızı bir katliam yapmaya iten şey, kendisine yakın birisine yönelik tehdit ya da zarar verme hadiseleriydi. Robert adalet dağıtırken başkalarının canını yakmış olanlara bir düzeltme fırsatı veriyor her zaman ancak kendi canı yandığında bu söz konusu olmuyor. İşte burada da mecburen sığınmak zorunda kaldığı küçük İtalyan kasabasının sevgi dolu insanlarını mafyadan koruma misyonu yine ona kalıyor.
Bu son film, suçun örgütlülüğünü, toplumsallığını ve hatta küreselliğini göstermesi bakımından bir tık daha derinlikli anlatıya sahip olsa da, aksiyon açısından ötekilerin gerisinde olduğunu söylemek gerek. Bunda Denzel Washington’ın artık 70’ine merdiven dayamış olmasının da payı vardır kuşkusuz. Sanki ilk iki filmin elde ettiği gişe rakamlarının (yaklaşık 400 milyon dolar) yüzü suyu hürmetine bir final gerektiği düşünülmüş gibi. "Hem bir final yapar hem de karakteri emekliye ayırırız demişler" spekülasyonu yapsak yeridir.
ABD ve dünyada salonlardaki durum nedir bilinmez ama sinema vizyonunun çok zayıf olduğu şu günlerde Türkiye’de ilgi çekmeye namzet bir yapım "Adalet 3".