“Nasılsın, iki saat önceki mesajıma yanıt vermedin, çok merak ettim, lütfen iyi olduğunu bildir” diyordu mesajda. İçini çekti kadın, uzaklara daldı. “Çok özledim seni, şu anda yanımda olmanı çok isterdim” dedi bir sonraki mesaj.
Kadının bakışları değişti, “başlayacağım bu aşkın ızdırabına ama!” diye söylendi. “Devlet Bahçeli’nin bir fotoğrafını yolla istersen, hatta şu alayına diye başladığı grup konuşmalarından birini. Belki titrer kendine gelir.” dedi arkadaşı. “Ben İsmail Y.K.’nın ‘Allah seni kahretsin’ şarkısını göndermek istiyorum” dedi kadın. Bunun üzerine epey bir geyik çevirdiler, güldüler. Bir şekilde bu gerginliği atmak gerekiyordu. Kadın dostluğu ve kahkahası strese birebirdir. Yargılamaz, akıl vermez kadınlar. Tecrübe konuşur kadın dostluğunda, deneyim aktarımı, gözlem, dertleşme. Çok fazla ego olmadığı için önce kendisi ile dalga geçerek başlayan mizah duygusu, duygu ortaklığında gelişir ve ilaç gibidir kadınların ilişkilerinde.
Cevap vermedi kadın ve durmadı adam. “Seni çok seviyorum, bana niye bunu yapıyorsun, senin yüzünden hastalandım, cevap vermezsen kalkıp geleceğim…”
Böyle uzayıp gidiyordu mesajlar. Telefon kapatılamıyordu ve verilen hiçbir yanıt da adamı sakinleştiremiyordu. Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi, istediği yanıtı verene kadar durmayacak gibiydi.
***
Küçük bir internet aramasında bu “iletişimin” çeşitli tanımları bulunabilir: love bombing, duygusal şiddet, sınır ihlali…
Özeti aslında “insan yerine koymama”… Karşısındakini nesneleştirme bir tür. Onun da bir hayatı, tercihleri, sınırları ve duyguları olabileceğini, bağımsız karar verebileceğini kabul etmeme. Ve tabii kendi ihtiyaçlarını, kararlarını ve duygularını dayatma…
***
Fiziksel şiddet de duygusal şiddet de sandığımızdan daha yaygın ve sınıf, kültür farkı olmaksızın kadınları tehdit ediyor. Çoğu kez sevgi sanıyoruz, ilgi sanıyoruz, tutku ile tanımlıyoruz ve şiddeti tolore ediyoruz. Psikiyatrist Bahar Tezcan bu durumu şöyle açıklıyor: “Duygusal ihmale uğradığınızda sevgi, ilgi, fark edilmek, dikkate alınmak, onaylanmak, değer verildiğini hissetmek gibi alanlarda yoksunluk yaşarsınız. Size sunulan sevgi gerçek değil de birlikte yaşadığınız kişinin kendi ihtiyaçlarını sizin üzerinizden karşılaması durumudur. Kendi istek ve ihtiyaçlarını daima sizinkilerden önde tutar. Bu alan sizin en zor farkındalık geliştireceğiniz tutumları ve duyguları içerir.”
Meseleyi zora sokan, çözümsüzlüğe iten kısım ise, karşınızdakinin gerçekten size zarar verdiğini düşünememesi, onun da bunları birer sevgi ifadesi olduğunu varsaymasıdır. Biz nasıl sevildiğimize inanmak istiyor ve karşımızdaki adına mazeret uyduruyorsak o da kendi kontrolcülüğüne böyle kılıflar uyduruyordur. Sizi gerçekten sevdiğini ve merak ettiğini düşünüyor olabilir. Ona da sevmenin bu olduğu öğretilmiştir muhtemelen. İnsan sevdiğini kıskanır, merak eder, hep birlikte olmak ister… Böyle kodlanmıştır tutkulu ve büyük sevgiler…
Oysa sosyal medya çağında tüm bu duygusal ihtiyaçlar birer işkenceye dönüşmeye meyillidir. Telefonun olmadığı ya da iletişimin sınırlı olduğu çağlarda bu çok sorun olmasa da whatsapp duygusal şiddeti anlık yaşamanıza neden olan bir araca dönüşmüştür. Mavi tık’lar, son görülme tarihleri, her an her yerde ulaşılabilir olmak sizi karşınızdakinin kontrol alanına sıkıştıran birer araca dönüşmüştür. Yok sayamazsınız, telefonu kapatamazsınız, yanıtsız bırakamazsınız…
Şiddet “kaynayan kurbağa” anektodunda olduğu gibi yavaş yavaş ısınan bir baskıdır. İlgi, sevgi, şefkat boyutunda görünmeye başlar, kontrol, baskı, duygusal ve fiziksel şiddet olarak evrilir.
Bahar Tezcan bu durumu şöyle açıklıyor: “Duygusal olarak istismar edildiğinizde yaşadıklarınız artık biraz daha gözle görünür hale gelmiştir. Eğer yüzleşme ve cesaretle bakma yolunu seçerseniz maruz kaldığınız durumu masumlaştırmaz ve durumu düzeltmek için gerekli önlemleri de alabilirsiniz. Duygusal istismarda pek çok zorlayıcı durum yaşarsınız. Örneğin ne hissettiğinize ve nasıl davranmanız gerektiğine o karar verir. Kontrolcü ve tahakkümcüdür. Sürekli eleştirir. Zayıf yönleriniz, hatalarınız ve son derece insani olan tüm başarısızlıklarınız karşısında sizi utandırır. Güçlü yönlerinizi baskılayarak bir kurban konumunda kalmanız için çabalar. Geçmişte yaşadığı başka ilişkileriyle sizi kıyaslar. Başkalarıyla flört eder hatta aldatır. Küçük düşürür. Aşağılar. Sorumluluk almaz. Arkadaşlarla birlikteyken farklı, çok zarif, anlayışlı, olgun biri gibi davranır. İkiniz yalnızken içinden başka bir insan çıkar, daha doğrusu özü. Aranızdaki sorunlar nedeniyle sizi suçlar. Olanların sizin suçunuz olduğunu söyler. Hatta duygusal manipülasyon teknikleri kullanarak sizin bir ruhsal probleminiz olduğunu size inandırarak kendinizden şüphe etmenizi, gittikçe çaresiz ve aciz bir konuma girmenizi sağlar. Kıskançlık yapar. Buluttan nem kapar. Sizi yalnızlaştırır. Başkalarıyla görüşmenizi engelleyerek aileniz ve arkadaşlarınızdan uzaklaştırır. Böylece yardım almanızı zorlaştırır. Uyguladığı tüm şiddeti inkâr eder. Ayrılmaya kalkıştığınızda kendisini ya da sizi öldürmekle tehdit eder. Sonra geçici bir süreyle size çok farklı ve çok iyi davranmaya başlar. Sözler verir, vaatlerde bulunur. Sizi geri döndürmeyi başardığında bir süre sonra tekrar eski haline döner. Bu kez daha fazla bir baskıyla daha büyük bir güç gösterisi yapar. Bu süreç daima yukarı doğru çıkan bir sarmaldır.”
Hepimiz sevilmek isteriz, ilgi görmek, onaylanmak, tercih edilmek, biricik olmak… Bunların hiç biri yanlış değil elbette. Tüm bunları kendimizden vazgeçmeden, bireyselliğimizi, kişiliğimizi zedelemeden yaşamak; mutlu ilişki, mutlu insan böyle açıklanabilir belki.
Sonuç yerine kurbağa anektodunun wikipedi’deki yorumu iyi gelebilir: “Bu anekdot, genellikle insanların yavaşça gerçekleşen değişikliklere nasıl tepkisiz kaldığını göstermek için mecazi anlamda kullanılır. Günümüz biyologlarına göre bu dayanak aslında doğru değildir, zira suya batmış ve yavaşça ısıtılmış olan bir kurbağa, dışarı sıçrayacaktır.”