‘Burada kral varmış’ dedi. Halbuki hangi yemekler var diye menüye bakıyorduk Tayland’da. ‘Masajcı dükkanları var’ dedim ben de, buna karşı. İnat olsun diye. Uzun yolculuklarda insan, bazen yanındakilerden nefret ediyor. Sevgili olsan da böyle. Onlar da böyle hissediyorlardır muhtemelen. Zor iş, birlikte uzun yolculuk.
Sevgili değilsen daha zor…
‘Masajcı, menü de yok’ dedi. Kral da yoktu ama ısrar etmedim. Masajcı hemen karşımızdaydı halbuki. İri yarı -muhtemel- Amerikalı, bir adamın bileğini ovuyordu. İnce, çok ince bir Taylandlı kadındı. ‘Bu zamanda kral’ dedi vurgulu. Lise bilgisi bu. Kral olunca daha geri bir şey gibi oluyor. Norveç mesela. Orada yaşasaydım krala pek takmazdım galiba. Bizimkinin adı başkan bile değildi o zaman ama daha beterdi. En azından Norveç’ten. Yok, kesin krallık kalksın diye bildiri dağıtırdım. Üstünde bir kral resmi olurdu. Krallık da zor bence. Yılda iki ay filan olsa olur da. Sürekli bunaltır insanı. Mevsimlik krallık işi de yoktur sanırım. O günlerde mevsimlik çalışarak yaşıyordum. Fransa’da bağlarda üzüm topluyordum mesela. Onun parasını yiyorduk zaten. Bir de menüden bir şey söyleyebilseydik…
‘Ne söylesek’ dedi. Hazırdım bu soruya. Daha önceki sınavlarda da gelmişti bu soru. Londra’da Tayland restoranından bildiğim iki yemek vardı. Hemen onu söyledim, fırsat bu fırsat, yanımızdan geçiyordu garson. Yoksa kral konusuna geri dönerdik. Üstelik faşistti Tayland’da kral. Yemekler acılıydı. Çatalın tersiyle şöyle şöyle iteledi tabakta. ‘Böcek olmasın bunlar’ dedi. ‘Yemezsen ben yerim’ dedim. Kötü ve huysuzdum ve yemeklerin itilmesine hep karşı oldum. Hele hele çatalın tersiyle.
Yandaki masadaki adamı gösterdi. ‘Bu adam fotoğraflarımı çekiyor’ dedi. İki İngiliz oturuyordu masada. ‘Ne yapıyorsun’ diye sordum, küçük, basit, sıradan ve ne yazık ki cinsiyetçi bir küfür ekledim peşine. ‘Çok güzel kadın’ dedi sömürgeci rahatlığı ile fotoğraf çekmeye devam etti. ‘Gidelim buradan’ dedi ama yemekler de gelmişti. Tartışmak istemiyordum ve doğrusu kral vardı, faşistti hatta. Tam kalkarken, telefonunu elinden çekip, birasının içine attım sadece. Geniş ağızlı bir bira bardağı idi. İki-üç baloncuk çıkardı hatta telefon, canlı gibi. İnsan fotoğrafı olunca çekilen, böyle olabiliyordu galiba. Ayağa fırladılar, telefonu boğulmaktan kurtarmaya çalıştılar ve belki de birayı.
‘Nereye oturalım’ diye sordu. Her yer olabilirdi. Umurumda değildi hiç, artık kral…