Anlatı kurmak hemen her zaman vicdani ve etik bir sorumluluk meselesidir. Edebiyata, sinemaya, eleştiri faaliyetine veya tarihe ait anlatılar kadar, gündeliğin dünyasında her an yeniden kurulan diğer küçük anlatılar da vicdani ve etik bir sorumluluk alanında dile getirilir. En büyük sorumluluk da herhalde haber metni hazırlayan, haber yapan kişilere düşüyor. Gerçi şu sıralar Türkiye’de haber anlatısı ve etik dediğimizde bir sorumluluk alanına değil, fantastik bir alana giriş yapmış gibi oluyoruz. Haberle mi, kötü bir şakayla mı, Zaytung’la mı, neyle karşı karşıya olduğumuz belli değil.
Geçtiğimiz günlerde büyük televizyon kuruluşlarından birinin ana haber bülteninde yer alan bir haber, flaş yapan alt yazısı nedeniyle dikkatimi çekti. Tam başka bir kanala geçecekken bir an durdum. Alt yazıda, “vicdanın da, suçun da yaşı yok!” yazıyordu. Bir yandan da bir marketin güvenlik kamerası tarafından kaydedildiği anlaşılan bazı görüntüler, sunucunun heyecandan tık nefes sesi eşliğinde akıyordu. Haber tamamlandığında şaşkınlık içinde anladım ki sekiz, dokuz yaşlarında iki küçük çocuk bir markette, kasanın hemen yanında tutulan malzemeler arasından bir şeyleri alarak ceplerine doldurmuş. Kasanın yanında ne olabilir ki zaten demeyin. Cikleeet, jeliboooon, çikolataaaa, kalem piiiil, jileeeet, prezervatiiiif falan hep orada... Çocuklar ne çalmış dersiniz? Çikolata çalmış “vicdansızlar!”... Tadının çamur gibi olduğunu herkesin bildiği o kasa yanı çikolatalarını bu iki minnokyo ne demeye aldı oradan hiç anlayamadım. Mesele de bu değil zaten.
Ceplerine çil çil altın cukkalasaydı bu çocuklar, böyle bir alt yazı reva görülmezdi. Vicdanın da, suçun da yaşı yokmuş! Bu kadar küçük yaştaki çocuklar hırsızlık yapacak kadar vicdansız olabiliyormuş! Vayyy canına hakikaten ya. “Ne çocuklar yetiştiriyorlar!” diyordu sunucunun iç sesi ve ben kesinlikle duyabiliyordum. Bunlar bugün çikolata, yarın jilet, ertesi gün prezervatif çalar. Ondan sonra önünü al ahlaksızlığın alabilirsen filan diyordu bu iç ses.
Bu veletler memleketi hamuduyla götürür söyleyeyim ben size...
ÇİKOLATA (Ç)ALAN ÇOCUK OLAYI
Buradaki tuhaflık şu; iki küçük çocuğun ceplerine gizlice çikolata doldurması bir an bile tereddüt edilmeden “hırsızlık” olarak etiketleniyor. Çocuklar gerçekten çok küçük ve zaten yaşlarını tahmin etme işi de bize bırakılmıyor. “Suçun yaşı yok” ifadesi eşliğinde heyecanla ve altını çize çize, çocukların henüz sekiz dokuz yaşlarında olduğunu sunucu bizzat kendisi söylüyor. Olayı da derhal vicdan hanesine yazıveriyor. Oysa “çikolata (ç)alan çocuk” olayı, hiçbir şekilde vicdan hanesine yazılacak nitelikte ve ehemmiyette bir olay değil. Çocuk dediğin bir yaşa kadar elma çalar, erik çalar, başkalarının bahçesinden muşmula çalar. Bacağına zopayı da yer. Bir yaştan sonra üstüne para versen bile genellikle kimseden bir şey çalmaz. Bu iki miniğin suçu -bahçesi olan bir komşunun yokluğundan belki de- “pazar” alanında faaliyet göstermek olmuş. Oysa komşunun kendi elceğizleriyle yetiştirdiği bahçesinden farklı olarak aracılarla dolu bir alavere dalavere meydanı olan markete, “kısa pantolonun cebi var” diye elini kolunu uzatamaz insan böyle. Neylersin ki henüz bilmiyor bunu bu çocuklar. Bu yüzden de bahçeden erik çaldıkları için olsa olsa “haylaz” olmakla kalacak adları, bir anda hırsıza çıkıveriyor, hem de televizyon ekranlarında ve milyonların gözü önünde oluyor bütün bunlar.
ÇOCUKLARIN VİCDANI
Ankara’da Kocatepe Camii civarında bir kurumun tabelasında, Atatürk’e atfen yazılı bir veciz söz var. “Kadının yoksulu olmaz, kadın bizatihi bir varlıktır” diye. Her denk geldiğimizde üzerine yarım düzine espri üretiriz. Eşime ne zaman “beş kuruş param kalmadı” filan desem, “kadının yoksulu olmaz...” diye yapıştırıverir cevabı önce. İşte oradan esinle kesin olarak söyleyebilirim ki “çocuğun vicdanı olmaz, çocuk zaten bizatihi bir vicdandır.” Hiç de esprim yok üstelik bunu söylerken.
Gelelim söz konusu haberi hazırlayanlara; ancak entelektüel çapları kadar bir vicdan taşıyor bu haberi hazırlayanlar. Ya da entelektüel manada bir çapları olmadığı gibi vicdanları da yok. Zira vicdanları olsaydı gizlice çikolata alan çocuk ile “vicdan”ı aynı satıra sığdıramazlardı. Hele ki bunu vicdanlarının yerinde ayakkabı kutusu taşıyanların memleketinde hiç ama hiç yapamazlardı. Biraz yüzleri filan kızarırdı.
Vicdan her şeyden önce bir “çap” meselesidir; basit bir muhasebe işi filan değil. basit bir merhamet hissiyatı hiç değil. Bu haber de öylesine, iki işgüzarın ya da kendini bilmezin kurguladığı iki satırlık bir haber değil. Haberleri dikkatli bir gözle izlediğinizde, genç ya da yaşlı “sıradan” insana kötücül etiketler yapıştırmada ne kadar mahir olduklarını görebilirsiniz. Bilhassa çocuklar söz konusu olduğunda, baklava olsun, ekmek olsun gizlice alan çocuğu nasıl hunhar biçimde teşhir ettiklerine şaşar kalırsınız. Oysa aynı bonkör saldırıyı vicdansızlığın asli kaynağı olan iktidar odaklarına asla göstermezler. Oralarda kimseye kolayına hırsız, uğursuz demezler...
Haber bir anlatıdır. “Gerçek” ya da kurmaca, sözlü ya da yazılı her tür anlatı tarihin kurucu ve dönüştürücü bir parçasıdır. Anlatı kurmak, tıpkı tarih yazımında olduğu gibi, bir bakış açısı kurmaktır. Durduğumuz yer, gördüğümüzü ve anlattığımız şeyi büyük ölçüde tayin eder.
Girişte de ifade ettiğim gibi, anlatı kurmak çoğu kez, küçük ya da büyük bir hakikatin sorumluluğunu üstlenmek demektir. Bunu hep akılda tutmak lazım.