Yeter ki toprağımıza, suyumuza, ağacımıza, ormanımıza, denizimize göz koyanlar, dinmek bilmez bir hırsla, açlıkla yaşam alanlarımıza el koymaya çabalayanlar bir geri dursunlar. Göreceksiniz dağ – taş ateşten, alevden kurtulacak, bayram edecek. Yeter ki onlar geri dursun, durdurulamayan yangınlar hemen duracak.
Ülkeyi çöle çevirme yolunda, daha doğmamışlar dahil burada yaşayan herkese, kurda kuşa, börtü böceğe sürekli cehennem azabı yaratma azmiyle, üstün bir iradeyle dayatılan yangınlar, elbette sönecek. Elbette bitecek!
Yeter ki toprağımıza, suyumuza, ağacımıza, ormanımıza, denizimize göz koyanlar, dinmek bilmez bir hırsla, açlıkla yaşam alanlarımıza el koymaya çabalayanlar bir geri dursunlar. Göreceksiniz dağ – taş ateşten, alevden kurtulacak, bayram edecek. Yeter ki onlar geri dursun, durdurulamayan yangınlar hemen duracak.
Yangına müdahale etmeyip müdahale edenlere müdahale edenlerin geri durması şart!
Apaçık ortada kol gezen, icrayı sanat eyleyen faaliyetlerine aşağıda değineceğimiz kravatlı kravatsız kundakçıları perdelemek için her taşın ardında “terörist” aranıyor. Yangın söndürmek için su taşıyanlar bile bu yaftaya maruz kalıyor. Yine de aranan “terörist” bulunamayınca perdeleyici - yardakçı kundakçılar devreye giriyor. Yangına karşı ne yapılıyorsa, her türden aleni sabotajla yok etmeye çabalıyorlar.
Örnek: 2008’den başlayarak on yılı aşkın zamanda seri halde Recep İvedik imalatıyla zamanın ruhiyatına eşlik eden, makbul şahsiyeti temsil eden Şahan Gökbakar’ın bünyesinden, bu büyük yangında taraf olmak gibi insani refleks çıkması bile harekete geçiriyor yardakçı kundakçıları. Günlerce “buraya müdahale” diye yırtınan Gökbakar bu kez, “buraya provakatörler doluştu” diye feryat ediyor.
Diğer bir perdeci kundakçı, haberci kisvesiyle, zehir hafiyelikle boy gösteriyor. Kendi kendilerine kurguladıkları soruyu manşete taşıyorlar: Siz hangi ülkenin sanatçısısınız.
Resmi yetkililerin ön almak yerine söndürme çalışmalarını sürdürenlerin önünü kestiği, bu da yetmeyince genç milislerin Koordinasyon Merkezi’ni basarak oradakileri engellemesini mi ararsınız, afet bölgesinde bir TV kanalının canlı yayınını basanları mı ararsınız?
Belediye Başkanı yangını ve söndürme çalışmalarını anlatırken, “ne yaparsan yap yanar oralar, hep yanacak” edasıyla pişkin pişkin gülen belediye meclis üyesi, yardakçı kundakçılığın sadece öfkeyle değil, aynı zamanda keyifle de hareket ettiklerini örnekliyordu.
Önce onların ayakaltından çekilmesi gerekiyor.
Yardakçı kundakçılardan, onların yapıp ettiklerinden kendilerine vazife çıkarıp yol keserek kendilerince GBT araştırması yapanların, birilerini linç etmeye can atanların etrafı sarması rastlantı değil.
Çünkü hiç bilmedikleri, hiç tanımadıkları bir şeye tanıklık ediyorlar, kendilerine vaaz edilenin dışında bir şeyler oluyor önlerinde: Dağ – taş, orman, köy, kasaba yanarken etkili yetkililer dura dururken, birileri kendi kendilerine görev üstleniyor, sorumluluk alıyor, canını ortaya koyarak sahaya koşuyor!
Bu, on yıllardır üstünden defalarca silindirle geçilen toplumun, “T” denilir denmez “terör” damgası basılan toplumsallığın, “biz” duygu ve arzusunun her şeye rağmen hala canlı ve diri olduğunu ortaya koyuyor.
'Siz hangi ülkenin sanatçısısınız', diye sorulan isimlerin hiç ama hiçbiri toplumsal duyarlıklarıyla meşhur değiller. Ne bugüne dek etkin – edilgin iktidar destekçiliği dışında siyasal bir tutumları görülmüş, ne de ortaklaşa bir hareketin içinde yer almışlar… Göz göre göre, göstere göstere gelen afet – felaket karşısında “Help” çağrısı, onları 5. kol faaliyetçisi terörist yapmaya yetiyor. Toplumsalın t’si tehlikeli.
ÖNCE ORMANCIYI YOK ET SONRASI KOLAY!
Toplumsallığın imha süreci, bunu oluşturan ortak değerlerin, ilişki biçimlerinin, ağlarının ve aynı zamanda fiziksel çevrenin, fiilen doğanın; denizin, ormanın da imhasıyla birlikte gerçekleşiyor. Örnek: Sobaya, ocağa atmadan önce odunu silkeleyen, bir – iki kez yere, kovanın kenarına vuran orman köylüsü bugün yok. Ola ki o odun parçasında börtü böcek, karınca kalmışsa, ateşte yanmasın diye yapar köylü bunu. İç içe yaşadığı ağacın, kuşun, böceğin, karıncanın da kendi gibi can taşıdığını bilir çünkü.
Ne orman köyü var artık, ne de o köylüler. Geçimini sağladığı ağacın dalını kesmeden önce ondan helallik isteyen Tahtacılar da yok, elbette. O Tahtacı aşiretlerinden Ali Çavuş gidişatı görmüş, söylemişti bundan yetmiş yıl önce:
Türkiye’de ne kadar orman kanunu çıkmışsa, her kanundan sonra bir orman tıraşlaması olmuştur. Ormanları orman kanunları bitirmiştir.
Cumhuriyet gazetesi, 1954’de orman yangınlarını incelemek üzere parlak röportaj yazarı Yaşar Kemal’i bölgeye gönderir. Akdeniz, Ege, Marmara’da; İçel’den Bandırma’ya yangınların izini sürer Yaşar Kemal. Gazetedeki yazı dizisi ertesi yıl iki ayrı kitaba dönüşecektir: Çukurova Yana Yana, Yanan Ormanlarda 50 Gün.
Ali Çavuş’un sözünü andığımız Yanan Ormanlarda Elli Gün, gazeteciliğin yanı sıra edebiyatın, yazarlığın ve ormancılığın ortak yanlarını; toplumsallığı ortaya koyar. Yaşar Kemal, “En iyi röportajım Yanan Ormanlarda Elli Gün’dür” der. “O röportajı yapmak için İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesine gittim. O fakültede 5-6 ay kadar çalıştım; okumalar yaptım. Orman için ne diyorlar, diye araştırdım. Ne kadar yazı varsa, kitap varsa okudum. Hatta Almanya’dan büyük bir ormancı gelmişti, dil bilmediğim halde, dil bilen bir arkadaşıma konuşmayı tercüme ettirdim. Şu an hâlâ müthiş bir orman kültürüm var. Röportaj için yaptım bunları ben…”
Röportajları Türkiye Ormancılar Cemiyeti kitaplaştırmıştır. Cemiyet imzasıyla kaleme alınan önsözde şunlar söyleniyor:
Yanan Ormanlarda 50 Gün’ün içinde belli başlı Orman dertlerini bunların karşısında, bu dertlerle dertli Ormancıların dinmez ızdıraplarını, tıpkı hayatta olduğu gibi bulabilirsiniz. Yazıları okudukça orman yangınlarının dehşetini, fecaatını, bunların tahriplerini, sebeplerini, adeta yaşayarak kavrarsınız.
Menfaaçıların yıllar ve yıllardır, duraksız ve insafsızca yağma ettikleri, politikacıların kaygısızca propaganda ve tatmin konusu haline getirdikleri memleket ormanlarının kurtuluşu artık memleket münevverlerinin davayı benimsemelerine bağlı bulunduğunu biliyoruz... İşte bu bilginin verdiği kanaatla, Cemiyetimiz memleketin orman dertlerini dile getiren ve millete anlatan eserleri yayınlamayı kendine bir vazife olarak almıştır.
***
Bambaşka bir “vazife” anlayışı, bambaşka vazifeliler var bugün.
Envanterinde yangın söndürme uçağı bulunmayan Orman Bakanlığı, “yangın söndürme bizim işimiz değildir” açıklaması yaparsa şaşırmayacağız. Asıl işlerinden biri, Orman Kokteyli adıyla sallama çay yaptırmak!
Keyif çayı şart.
Aynı şekilde “prestij yayını” için bütçesinde neredeyse helikopter için ayırdığı ödenek kadar para harcayan bakanlığın yerel teşkilatlarını, Ormancılar meslek kuruluşunu da kayyum usulüyle yönetmesi, yangının kaynaklarını ortaya koyuyor.
Ali Çavuş’un “Türkiye’de ne kadar orman kanunu çıkmışsa, her kanundan sonra bir orman tıraşlaması olmuştur. Ormanları orman kanunları bitirmiştir” saptamasını anan Yaşar Kemal, “Allah, kalan ormanlarımızı, -orman kalmış, şayet köşede bucakta bir iki dikili ağaç kalmışsa- bu yeni çıkacak kanundan esirgesin” diyordu 1955’de.
Bugün, geri dursunlar, diyoruz, çeksinler ellerini, söndürürüz biz bu yangını.
*Kundakçı deyip durdum, Aydın Selcen benden önce koymuştu bu yaygın pratiğin adını: Kundakçı Siyaseti