Bu yazıda şiddet var!*

Küresel bir sorun olan erkek şiddetine karşı gardımızı almamızı sağlayan en önemli yasal dayanak, İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuka uygunluğunun sağlanması için 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’dur.

Abone ol

Aslı Pasinli**

Kökleri insanlık tarihinin derinliklerinde yatan ve bir anlamda varoluş ile paralellik gösteren şiddet sokakta, evde ve işyerinde; kısaca dünyanın her yerinde baş gösteren ve yaşamın her alanına sirayet eden toplumsal bir sorundur. Kadınlara yönelik ayrımcılık ve eşitsizlik ise genel anlamda şiddetin tarihi ile yaşıt olup toplumsal cinsiyet kodları ile beslenir. Cinsiyet eşitsizliğine dair bu kodlar iktidarların elinde elverişli bir aygıta dönüşüp kadın kimliği üzerinde bir tahakküm kurma aracına çevrilmiştir. İktidar erk bir zihniyetin ürünü olup varlığını sürdürmesi için daima muktedir, yani hükmeden olmak ister. Hükmetme arzusu ise her daim özünde şiddetin nüvelerini barındırır ve aynı zamanda bir hükmedilene ihtiyaç duyar. İktidar, kadın ve şiddet üçgeni bize hükmetmenin geometrik sorununu sunar. Bu sorunun cevabı ise kadınların direnmesi ve mücadelesidir.

Bedenine karşı açılan savaşı ve tecavüzü, yaşamlarının karşısına dikilen şiddeti ve yok etme hevesini reddeden; buna karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren kadınlar, adeta ilmik ilmik örülen haklarla güçlü bir harekete dönüşerek bizi bugünkü mirasa kavuşturdu. Şiddetin boyutlandığı her alanda yürütülen hak mücadelesi elbette yasal kazanımlara da damgasını vurmuştur. Bir hakkın yasal güvencesinin olması, hayatlarımız hakkında karar verirken özgür ve eşit bireyler olarak emeğimizin, bedenimizin ve kimliklerimizin üzerinde kurulmak istenen tüm güç aygıtlarına karşı bir teminattır. Ev içinde ya da kamusal alanda şiddete maruz kaldığımızda temel yasal haklarımızı bilmek ve bunları aktive etmek aslında şiddete direnişin bir başka formülüdür.

Bu yazıda şiddete veya şiddet tehdidine maruz kalındığında yasal haklarımızın neler olduğuna medeni haklarımızdan nasıl yararlanabileceğimize ve cinsiyetçi politikalara karşı bazı eleştirilere değineceğim.

 KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE UĞURLU RAKAMLAR: 6-2-8-4

2011 yılında imzalanan ve Türkiye’nin de taraf olduğu Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi şiddeti; ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek nitelikte olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma şeklinde tanımlamıştır. Bu sözleşmede bahsi geçen ve kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet; kadına sırf kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet anlamına gelir.

Küresel bir sorun olan erkek şiddetine karşı gardımızı almamızı sağlayan en önemli yasal dayanak, İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuka uygunluğunun sağlanması için 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’dur. Bu kanun şiddet veya şiddet tehdidi karşısında en hızlı ve en etkili hukuki araçlarımızdan olup, koruyucu ve önleyici tedbirleri içermesi bakımından kadınlar açısından hayati bir öneme sahiptir. Bedenimize ve yaşamımıza karşı her türlü saldırıda önleyici niteliğe sahip bu kanundan faydalanmak için medeni halimizin evli veya bekar olması bir önem teşkil etmez.

Ayrıca bu yasadan yararlanmak sabit bir ikametgâh şartı da gerektirmediği gibi yasa acil durumlarda bir mahkeme, savcılık veya mülki amir (Kaymakamlık-Valilik) kararı aranmaksızın kolluğa (Polis-Jandarma) şiddete karşı tedbir kararı alma yetkisi vermiştir. Zira ”Kadın beyanı esastır” ilkesi üzerinden yasa kamusal otoriteleri koruyucu tedbirleri alma yönünden harekete geçirebilme kabiliyetine sahiptir. Yasa koruyucu bir tedbir kararı alabilmemiz için belge-delil şartı aramaz, şiddete ilişkin beyanımız yeterlidir. Acil durumlarda polis veya jandarmaya başvurabileceğimiz gibi diğer hallerde ise Aile Mahkemesi hakiminden ya da savcılıktan ihtiyacımıza uygun tedbir kararları vermelerini isteyebiliriz.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE EVRİMLEŞEN MEDENİ KANUN

Medeni Kanun kapsamında yer alan düzenlemeler kadının haklarını evlilik birliği içinde ya da evlilik birliğinin sona ermesinden sonraki süreçte koruyan en önemli yasal kazanımlardır. Kadın örgütlerinin mücadelesi ile 2001 yılına kadar yürürlükte bulunan 743 sayılı Eski Medeni Kanun mülga edilmiş yerini 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa bırakmıştır. Kanun kapsamında güvenceye alınmış bir kısım haklarımız şunlardır:

  • Açılan bir boşanma davasında, davayı kimin açtığının bir önemi olmadan; barınacağımız bir yer yok ise dava sonuçlanıncaya kadar ortak konutun bize ve çocuğumuzun kullanımına bırakılmasını isteyebilir, herhangi bir işte çalışmıyor veya boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek isek kendimiz için yoksulluk nafakası talep edebiliriz. Dava süresince çocuklarımızın geçici velayetini ve bakımı için iştirak nafakası talep edebiliriz.
  • Evlilik birliğini devam ettirdiğimiz eşimiz evlilik birliğinden doğan yükümlülüğünü yerine getirmemesi halinde bu kişinin tasarruf yetkisini sınırlandırabiliriz. Ailenin geçimine katkı sunmayan eşimize karşı bunun bir ekonomik şiddet olduğunu vurgulayarak, boşanma davası açmadan da nafaka talebinde bulunabiliriz. Boşanma davası ile birlikte koşulları varsa maddi-manevi tazminat talebinde bulunabildiğimiz gibi biz kadınlara ait olan, çeyiz, ziynet ve ev eşyasının aynen iadesini veya aynen iadesi mümkün değilse bunların bedelinin tarafımıza ödenmesini talep edebiliriz.
  • Yeni Medeni Kanun ile kadın ve erkeğin görevlerinin tek tek sayıldığı ve kadının evlilik birliği içerisindeki emeğini görmezden gelen anlayış terk edilerek ev işlerinin rutinliği, çocuk bakımının zorluğu ve gerginliği nedeniyle fiziksel ve ruhsal sağlığı zedelenen ev çalışanı statüsündeki kadınların evdeki emekleri mali bir katkı olarak kabul edilmiş, evlilik birliği içerisinde edinilen mallardan edinilmiş mallara katılma rejimi uyarınca kadınlara hak talep etme imkanı sağlanmıştır. Dolayısıyla 2002 yılından itibaren her eşin evlilik birliği içerisinde kendi emeğiyle elde ettiği (edinilmiş mallar) mallar evliliğin sona ermesiyle eşit olarak paylaşıma dahil edilmiştir. Kişisel mallar ve miras yoluyla intikal eden mallar bu paylaşımın dışından bırakılmıştır.
  • Medeni Kanun’a göre kadın ve erkek eşit miras hakkına sahiptir. Yine miras payımızı alamamak ya da bir yakınımıza devretmek için baskılanmak ekonomik şiddettir.
  • Kendi soyadımızı kullanma hakkımız hâlihazırda Nüfus Müdürlüğüne başvurulması ve kocaya karşı dava açılması ile mümkündür. Öte yandan boşanmış kadın velayeti kendisine verilmiş çocuğa kendi soyadının verilmesini de velayet hakkı kapsamında Aile Mahkemesi’nden talep edebilir.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE CEZA KANUNU

Kadın mücadelesinin kazanımları Ceza Kanunu’nda yapılan düzenlemelerde de görünür hale gelmiş, kanunun cinsiyetçi dilinin arınmasından cezai müeyyidelere kadar birçok alanda etkisini hissettirmiştir. Önceki kanunda adam öldürme, adam yaralama gibi nitelendirmeler her iki cinsi de kapsayacak şekilde değiştirilmiş, kadına karşı işlenen suçlarda daha ağır yaptırımlara gidilmiştir. Bir kısım düzenlemeler aşağıdaki gibidir.

  • Biz kadınlara karşı uygulanan şiddet türlerinden en önemlisi yaşam hakkımızın elimizden alınmasına karşılık gelen kasten öldürme suçudur. Bu suçun eşe karşı işlenmesi hali kanunda ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlenmiştir.
  • Kadınların vücut dokunulmazlıklarına karşı işlenen suçlarda her türlü fiziksel şiddet bu kanun kapsamında suç sayılmıştır. Fiziksel şiddetin eşe karşı olması ise cezayı ağırlaştırıcı sebep yapılmıştır.
  • Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma aslında bir psikolojik şiddet türü olmakla birlikte, kişinin bu fiili işlediği sırada cebir kullanması ise fiziksel şiddete maruz kalmamız anlamına gelmektedir. Bu suçun eşe karşı işlenmesi durumunda cezada artırıma gidilmektedir.
  • Psikolojik şiddet türlerinden bir diğeri olarak sayabileceğimiz intihara yönlendirme suçunu yasa koyucu düzenlerken; başkasını intihara azmettirmeyi, teşvik etmeyi, başkasının intihar kararını kuvvetlendirmeyi ya da başkasının intiharına yardım etmeyi cezai yaptırıma bağlamıştır.
  • Cinsel şiddet açısından ise; tanıdığımız veya tanımadığımız herhangi bir kişinin rızamız dışında bize karşı her türlü cinsel eylemi suçtur. Cinsel dokunulmazlığa karşı şuçlar kısmında yer alan taciz ve tecavüz suçunun eşe karşı işlenmiş olmasının da bir suç teşkil ettiğini ifade etmek gerekir. Yani evlenmiş olmamız eşimize her istediğinde bizimle cinsel ilişkiye girme ya da cinsel ilişkiye istediği biçimde girme hakkını vermemektedir. Evlilik birliği içinde zorla cinsel ilişki evlilik içi tecavüzdür ve soruşturma açılabilmesi için 6 ay içinde şikayetçi olmamız gerekmektedir. Evlilik bağı yok ise cinsel saldırı suçu şikâyete bağlı olmayıp ihbar veya herhangi bir yolla adli mercilerin haberdar olmasıyla beraber kamu davası olarak yargılaması yapılacaktır. Yasa 1990 yılına kadar seks işçilerine karşı işlenen nitelikli cinsel saldırıyı cezada 1/3 indirim sebebi yapmaktayken örgütlü kadın mücadelesiyle bu minvaldeki ayrımcı düzenlemeler kaldırılmıştır.
  • Ceza kanununda isteğe bağlı gebeliğin sonlandırılması (kürtaj) yasal olarak on haftalık süreye bağlanmıştır. On haftalığı geçen gebeliklerde çocuk düşürtme ya da düşürtülmesine rıza gösterme cezai yaptırıma bağlanmıştır. Fakat kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla gebelik sonlandırılabilir.

Fakat son dönemlerde gündemimize gelen fahiş ceza artırımlarına yönelik yasa tasarıları, özünde suçun önlenmesi gayesinden uzak olup sorunu halı altına süpüren bir anlayışa hâkimdir. Şiddetle mücadelede devletin sorumluluğu bertaraf edilemez. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin yolu kanunların işletilmesi, mekanizmaların güçlendirilmesi ve şiddetle mücadeleye ilişkin politikaların üretilmesinden geçer.

Zira şiddetle mücadele politiktir. Cinsel saldırı suçları bir tek kamuoyunun vicdanı sızladığında görünür duruma geçmektedir ama aslında bu sorun hep var olmuştur. Faillerin suçu işlemesinin nedeninin cinsel dürtüleri olmadığı açıktır. Sorunu erkeklerin şiddete eğilimi ve kadınlara yönelik bakış açısında aramak gerekir.

Uygulamadaki ciddi eksikliklerden, yasalara gölge düşüren eril kelimelere, kadınları yıldırmaya yönelik bürokratik engellere ve adalete erişimi güçleştiren yaklaşımlara kadar cinsiyet eşitsizliğini besleyen her kanuna ve tasarıya karşı haklarımızın bekası için haklı mücadelemize devam edeceğiz.

*Bu yazı ilk olarak Sendika.org'da yayınlanmıştır.

**Avukat