Bugün günlerden Ahmet Atakan

22 yaşındaki Ahmet Atakan'ın Hatay'daki Gezi olayları sırasında öldürülmesinin 4'üncü yılı sebebiyle Zafer Atakan, kardeşini ve o günleri yazdı.

Abone ol

DUVAR - Bugün, 22 yaşındaki Ahmet Atakan'ın Gezi olayları sırasında Hatay'ın Armutlu Mahallesi’nde ODTÜ’ye destek eylemleri sırasında yaşamını yitirmesinin 4'üncü yılı. Geçen süre zarfında tek başına hukuk mücadelesi veren Atakan Ailesi, Ahmet'in ölümünün hâlâ aydınlatılmamış olmasına tepkili. Ahmet'in kardeşi Zafer Atakan, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımla hem kardeşini hem de kardeşini kaybettiği günün öncesini ve sonrasını yazdı. İşte o yazı:

KARDEŞİNİN KALEMİNDEN AHMET

Ahmet’in insana güven veren bir duruşu vardı. Sevdiği, güvendiği bir insanı asla satmazdı. Çok güler yüzlüydü ama haksızlığa uğradığında sinirinden Ahmet’i tanıyamazdınız. Çok çalışkan bir öğrenci değildi. Bu sistem ancak çocukları aptallaştırmaya yarar derdi. Lise sonda Aleviliği aşağılayan ve okuldaki kız öğrencileri taciz eden din kültürü hocasını iki arkadaşıyla dövüp senin hak ettiğin yer burası deyip çöp kutusuna attılar. Üniversitede Alevi ve solcu olduğu için evi iki defa faşistler tarafından basıldı.

Evini basan faşistlerden bir tanesini darp ettiği için hakkında dava açıldı, yıllar sonra beraat etti.

Üniversiteden sonra iş bulamadığı için inşaatlarda çalışmaya başladı. Sene 2011’di, Suriye savaşının başladığı yıl. Antakya herkesin kendini güvende hissettiği, kardeşliğin, hoşgörünün şehriydi.

Şehre dolan cihatçı itlerle şehrin huzuru kaçmış, kurulan cihatçı kamplarının kapatılması için bir halk inisiyatifi başlamıştı.

İşte tam da bu dönemde, Ahmet tam anlamıyla politize olmuştu.

Toplumda yavaş yavaş bir öfke birikiyor ve bu öfke ilk defa 19 şubat 2012’de "Suriye'ye emperyalist müdahaleye son", "cihatçı kampları kapatılsın" söylemiyle binlerle birlikte açığa çıkıyordu. Bunun arkasından bir dizi eylem gerçekleştirildi. En kitlesel eylem on binlerin katıldığı 1 Eylül 2012 Barış Mitingiydi. Ahmet de bu sürecin örgütleyicilerindendi.

Mahalle meclisleri kuruluyor, bu meclislerde mahallelerimizi nasıl koruyacağımız ve Suriye'deki emperyalist barbarlığa karşı nasıl bir mücadele hattı kuracağımız konuşuluyordu. O güne kadar yapılan eylemler sonuç getiriyor, cihatçı iblisler şehir merkezlerinden çektiriliyordu.

16 Eylül 2012 günü Antakya Maksim Parkında "Barış ve Kardeşlik Şöleni" yapıldı. Yaklaşık 500 kişinin katıldığı eylemde basın açıklaması ardından oturma eylemi yapıldı. Polis yine dört yanımızı sarmış, dağılın anonsu yapıyordu. Hiçbir taşkınlığın olmadığı ve salt bir oturma eylemine polis aniden biber gazı, plastik mermi ve coplarla saldırmaya başladı. O saldırıda annem o kargaşanın ortasında kaldı. Polis anneme de defalarca copla vurdu. Ahmet bunu gördüğünde bir yandan annemi koruyor bir yandan da polisle itişiyordu. Oradan çıkardık annemi. Dağılan kitle Armutlu'ya geri çekildi. Polisin sert müdahalesi mahalle içine kadar sürdü. 500 kişi ile başlayan eylem birden on binleri buldu ve Antakya’da ilk defa çatışma yaşandı. O günden itibaren sürekli kesik aralıklarla Antakya'da rutinleşen bir çatışma hali başladı.

11 Mayıs 2013’te Reyhanlı Katliamı gerçekleşti. Amaç Antakya'daki politik süreci kırmak, Alevi halkını zan altında bırakarak geri adım attırmaktı. Ahmet patlamadan 2 gün sonra annemle Reyhanlı'ya gitti. İnsanların acılarına ortak oldu. Belki de Reyhanlı halkının sahiplenmediği kadar Arap Alevi halkı Reyhanlı'da yitirdiklerimizi sahiplendi.

Reyhanlı katliamının sorumluları açığa çıkartılması için onlarca defa eylem gerçekleştirildi, Reyhanlı halkının yalnız olmadığı mesajı verildi. Devletin planı tutmamıştı anlayacağınız.

Gezi 28 Mayıs 2013'te başlarken Antakya'da Gezi 1 buçuk sene önce başlamıştı.

Belki de Antakya'daki mücadele ve direniş diğer kentlere güven aşılamış ve Gezi direnişinin ortaya çıkmasına vesile olmuştu.

28 Mayıs 2013’te Gezi olayları başladı. Antakya'da 29 Mayıs'ta on binler sokaktaydı. Herkes öfkeli, yapılan haksızlıklara karşı sokaktaydı.

Armutlu sokakları giderek kitleselleşiyor, polisin müdahalesi de günden güne sertleşiyordu.

1 Haziran gecesi Abdocan’ı kaybettik, yanı başında Ahmet vardı. Olayların sıcaklığı ile ne olduğunu bile anlamamıştık.

Abdocan'ın cenazesinde yüz binin üzerinde insan vardı. Ahmet’in hırsı ve kararlılığı da günden güne artıyor, öfkesini sokaklara vuruyordu. Her gün alandaydı. Gündüzleri inşaatta çalışıyor, akşamları da sabaha değin direniş alanında geçiyordu.

Antakya Sevgi Parkı'nda Gezi Parkı'ndakinin benzeri çadırlar kurulmuştu. 1 ay boyunca yüzlerce kişi o çadırlarda kalıyor, dayanışmanın ve tahayyül ettiğimiz dünyanın vesikasını çekiyordu adeta. Antakya’da çatışmalar devam ediyordu.

10 Temmuz’da Ali İsmail’in ölüm haberini aldı Ahmet. Adeta yıkılmıştı. Gecenin bir vaktinden sabaha kadar ağladı. İlk defa Ahmet'in ağladığını görüyordum. Ertesi gün Ali İsmail'in cenazesi için binlerce insan mahallesine yürüyüşe geçti. Ahmet yine en başlarda, Ali İsmail'in pankartı ile yürüyordu. Yaklaşık 10 km’lik cenaze yürüyüşünde Ahmet’in ayakkabısı yırtıldı. Ciddi bir mesafeyi o sıcak altında yalın ayak yürüdü.

Belli bir süreden sonra Armutlu’daki kitle seyrekleşmiş, çatışma durumları her pazartesi adalet eylemlerine dönüşmüştü. Ahmet de o adalet eylemlerinden birinde katledildi. Normalde her çatışma ve eylemde Ahmet'in yanındaydım ama o gün eyleme gidememiştim. İşten yeni gelmiştim, Ahmet de hazırlanıp çıkıyordu. Nereye diye sordum, düğüne gideceğini söylemişti.

Eylemden haberimiz bile yoktu. Düğüne gitmiş ardından Armutlu’da polisin müdahalesi olduğunu duyup oraya gitmiş.

Saat 01.15’ti, uyumaya geçmiştim. Amcamın oğlu geldi, Ahmet'e bir şey olmuş dedi. O esnada telefonum çaldı. Biri Ahmet'in bacağından vurulduğunu söyledi.

Evden çıktık. Ne olduğundan annemin haberi bile yoktu. Bizim de yoktu. Tek bildiğimiz Ahmet'in ayağından vurulduğuydu. Akdeniz Hastanesi'ne gittik babamla, oradan Ahmet'i Devlet Hastanesine sevk ettiklerini söylediler. Hastaneden bilgi alamadık. Hastane önünde bekleyen kalabalığa Ahmet'i sorduk; gamsızın biri "ölmüş diyorlar" dedi.

Titremeye başladım. Atladık arabaya. Devlet Hastanesine aracı kullanamadım. Titriyordum. Babam kullandı arabayı.

Devlet Hastanesine yetiştik. Binlerce insan, haberi alan gelmişti. İçeri geçtik. Ahmet'e müdahale ediliyordu. Bir umutla bekliyorduk. Yarım saat sonra annemi getirdiler. Baygınlık geçiriyordu. O esnada polis Ahmet için dışarıda bekleyenlere saldırıyor, hastanenin içine kadar gaz sıkıyordu.

Birkaç dakika sonra resüsitasyon odasından amcam çıktı, "Hepimizin başı sağ olsun, Ahmetimiz'i kaybettik" dedi. Dünya başıma yıkıldı. Çığlıklar, bağrışmalar, kriz geçirenler... Annemi hastanenin bir odasında sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Henüz Ahmet'in vefatından haberi yoktu. Babam ağlayarak odaya girdi, "Oğlumuzu, Ahmet'imizi kaybettik" dedi. Annem kendinden geçti. Sakinleştiriciler, yatıştırıcılar... Ertesi gün Akdeniz Hastanesine cenazeyi almaya gittik.

Ahmet'le son vedalaşmamız için morga girdik. Her tarafı kefenle sarılı sadece yüzü açıktı; yüzünde garip bir gülümseme vardı.

Kardeşimin, can yoldaşımın ölü bedenine sarıldım. Sanki içimden biri işkence yapıyordu bana, tarifi yok.

Cenaze oldu. Ahmet'i uğurladık. Yüzlerce, binlerce, on binlerce kişi geldi baş sağlığına. Kronikleşmiş bir kâbustu sanki. Anneme aylarca sakinleştirici iğne vurdular. Gelen her insan acımızdan bir dem almaya çalışıyor, acımızı paylaşıyordu. Tek başına, heyetlerle gelenler, vekiller, STK'lar, örgüt temsilcileri... Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da bir gazeteci aracılığıyla taziyelerini göndermişti. Ahmet Beşar Esad’ı çok severdi. Emperyalist işgale karşı kurtuluş mücadelesi veren bir halkın lideri olarak görürdü onu. Taziye sırasında bir milletvekili geldi tek başına. Ahmet katledildikten sonra Türkiye'nin birçok kentinde eylemler yapıldı.

Antakya'da da eylemler sürüyordu.

Henüz Ahmet’in nasıl katledildiğini bilmiyorduk. Görgü tanıkları Ahmet’in sokak başında kafasından vurulduğunu söylüyordu. Ölümünden 3 gün sonra HRT’de Ahmet’in apartman çatısından düşerek öldüğü bir görüntü yayınlandı. Görgü tanıkları ısrarla Ahmet'in sokakta vurulduğunu çatıya hiç çıkmadığını söylediler. Tam 11 tanık hep aynı şeyi, "Ahmet aşağıda vuruldu" dediler.

Jandarma apartman içinde parmak izi taraması yaptı. Ne merdiven korkuluklarında ne de kapılarda Ahmet’in parmak izi vardı.

Birkaç gün sonra Ahmet’in katledildiği yerin yanı başındaki mazgalın içinden, üzerinde kana benzeyen leke ve 3 adet saç kılının olduğu bir gaz kapsülü bulundu. Gaz kapsülü Jandarmaya teslim edildi. Birkaç ay sonra kriminal laboratuvarın raporu geldi,

"Üzerindeki leke kan lekesi değil. Ne olduğunu biz de anlayamadık. Saç kılları incelenecek durumda değil" dipnotuyla.

Daha sonra öğrendik ki, eğer o saç kıllarından DNA örneği alınmışsa o saç kılları bir daha incelenemezmiş.

Daha sonra güvenlik kameraları ve akreplerden bir tanesinin kamera görüntüleri geldi. Görüntülerde Ahmet yerde hareketsiz yatıyor, akreplerden, ölüm kalım mücadelesi veren Ahmet’in üzerine polis nefessiz bırakmak için defalarca gaz yağdırıyordu. En az 7-8 tane gaz kapsülü Ahmet’in üzerine ve etrafına atılmıştı. Bununla ilgili suç duyurusunda bulunduk. Ancak Hatay Valiliği polislerin Ahmet’e müdahale etmediği aksine Ahmet’e

yardımcı oldukları gerekçesiyle polisler hakkında soruşturma açılmasına izin vermedi. Tabii bu durum medyada çok gündem olmadı çünkü Ahmet’in ölümü bazılarının üzerinden ekmek yiyebileceği, kullanışlı bir ölüm değildi.

Bu süreçte yürekten, samimi vekiller oldu yanımızda. Bir de şov amaçlı yanında kamera ile dolaşan, Gezi üzerinden prim devşirmek için yanımıza gelenler de.

Yıllarca kendi halkı için mücadele etmiş, direnişin hep en ön saflarında yer alan Ahmet’i halk sahiplendi. Ancak basın, milletvekilleri ve sözde devrimci popülist avukatlar sahiplenmediler.

Ahmet'in dava sürecinin başlatılması için kamuoyu oluşturmamız gerekiyordu. Halk bu süreçte hep yanımızda yer aldı ama sanki birileri bilinçli olarak Ahmet’in ve mücadelesinin unutturulması için yani Gezi'nin neye ve kime karşı olduğunu çarpıtmak ve pasifize etmek için onu Gezi’den koparmaya çalıştılar.

Gezi direnişinin mücadeleci ve devrimci karakteri yerine katledilenlerin ölümleri/ölüm şekilleri hep göz önünde tutuldu. Gezi direnişine siyasetsiz bir kimlik verilmeye çalışıldı. Oysa ki Gezi Ahmet'ti, Ethem'di, Hasan Ferit'ti, haksızlığa ve otoriteye karşı koyuştu, sokaklarda mücadele veren milyonlardı, onların kararlı, cesur ve devrimci karakterleriydi.