1.
Gazeteci Mehmet Tez geçen gün, Twitter'da ilginç bir soru sordu:
“Bugüne dek en iyi müzik önerilerini insanlardan mı aldınız yoksa algoritmadan mı?” Her on kişiden yedisi “insanlar” diye cevaplamış.
Bana ilginç gelen bir soru bu. İlginç çünkü benim bu soruya cevabım yavaş yavaş (ama yine de sandığımdan çok hızlı) değişiyor. Düşündüm de bugüne dek en önemli müzik önerilerini, müzik zevkim şekillenirken abimden almışım. Benden dört yaş büyük ve iyi de bir zevke sahip abimin, harçlıklarından biriktirerek eve yığdığı, kimileri çekme kasetleri dinleye dinleye ortaokul lise yıllarında, sanırım yaşıtlarımın çoğundan daha geniş bir müzik yelpazesiyle haşır neşir oldum. (Buraya "müzik yelpazesi" diye ben mi yazdım bilinçaltım mı yazdı, onu da bilemiyorum; evet, Sezen Cumhur Önal'ın 'Müzik Yelpazesi'ne de yetiştim.)
Neticede Fikret Kızılok-Bülent Ortaçgil-Sezen Aksu'sundan Paul Simon-Beatles-Cure'una nice müzisyeni, şarkıcıyı, grubu abimin sabırla tek tek dizdiği arşivi sayesinde dinledim. Sonra bunların üstüne ufak ufak ben de ekledim ama kasetlerimiz esasen abimindi. Beraber dinliyorduk zaten; ondan dört yaş küçüğüm ama birçok şeyi de beraber dinlemişizdir. Yani sağolsun, onun sayesinde ben azıcık çağımdan da ileri oldum.
Abim İstanbul’a giden anne babama MFÖ’nün “No Problem”iyle “Vak the Rock”ını sipariş etmişti. Kasetlerin geldiği hafta sonu dedemin-babaannemin köyüne gitmiştik. Düğün hazırlıkları vardı. Bir yandan da herkes sadece ve sadece “doğar doğmaz konuşan sakallı bebek”ten bahsediyordu. O günlerdi işte… Abim ve ben hem düğün hazırlıklarından hem de o korkutucu sohbetten kaçıyor, arabamızın kasetçalarında, hayatımızda ilk defa Vak the Rock’ı (en çok onu), Yalnızlar Garı’nı, Uç Oldum’u, Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın’ı döndüre döndüre dinliyorduk. Sonra yüzlerce belki binlerce defa dinleyeceğimiz gibi… Bu yazıyı yazarken de açtım No Problem albümünü dinliyorum, şarkıların güzelliği gözlerimi yaşartıyor.
Yani bu albümleri sipariş ettiğinde abim henüz 12 yaşındaydı. Tüm o kasetleri dizerken, müzik dükkânlarında çekme kasetler doldurturken kaç yaşındaydı ki? Şunu çok iyi biliyorum: Abimin doldurduğu, kartonetinde şarkıların isimleri yazmayan bir çekme kasette Leonard Cohen’in ‘Famous Blue Raincoat’unu birdenbire işittiğimde ben 17 yaşındaydım ve başım İstanbul’a giden bir otobüsün camına dayalıydı. Şarkı bitince, walkman’imin azıcık kalan pilini bitirme pahasına kaseti geriye sardım… Cohen, “It’s four in the morning, end of December / I’m writing you know just to see if you are better” derken, ben de walkman’imi sıkıca kavradım ve hayatımın değiştiğini anladım. İyi şarkılar böyledir çünkü. Hayatınızı değiştirir.
Hayatınızı değiştirecek şarkıları size kim önerir? Bana evvela abim önermişti. Minnettarım.
2.
Tabii öneriler kimsenin ailesiyle sınırlı değil. Bizler için de öyleydi. Abim de ben de müzik profesyonellerinin de epey lafını, önerisini dinlemişizdir.
Bir defa dergiler girerdi eve. Hey, Blue Jean, Laneth, Stüdyo İmge… Sonraları Roll… Aptülika’nın (Apdülkadir Elçioğlu) Hıbır’da Grup Perişan’ın ve diğer karikatürlerinin kenar bandına yazdığı müzik notlarından az grup, şarkı çıkarmadık. Yine onun Hıbır’da başlattığı ve yıllarca sürdürdüğü “AC/DC Motörhead Black Sabbath Türkiye’ye gelsin” kampanyasında onunla beraber biz de hafta hafta, yıl yıl saydık. Aptülika’nınki çılgınca bir inattı ama normal, bu insanların hayatı müzikti.
Sonra erken yaşlarında kaybettiğimiz Çağlan Tekil ve Tolga Akyıldız, elbette Kanat Atkaya, Stüdyo FM’in Şebnem Savaşçı ile Yavuz Aydar’ı ve işi gücü hayatı müzik olan diğer güzel insanlar… Dergide, radyoda, televizyonda, yaşamın tam ortasında; verdikleri tavsiyelerle müzik bilgimizi, zevkimizi onlar şekillendirdi. (Stüdyo FM demişken; Aydar ve Savaşçı’nın sesinin de kaydedildiği kimbilir kaç çekme kaset vardır yurdun dört yanında. Ne oldu onlar? Uzay boşluğunda dönüp duruyor mu bu sesler?)
Bir not daha: Yazıya Mehmet Tez’in tweet’iyle girmiştim. Yukarıdaki insanlarla beraber sayacağım Tez, yıllar sonra beni Yeni Aktüel’de işe almış ve hayatımın da başka bir yöne, kuşkusuz güzel bir yöne dönmesine yol açmıştı. Tolga Akyıldız’la, Kanat Atkaya’yla, Naim Dilmener’le, Murat Meriç’le de mesela tanışmamı sağlayan bir güzel yön.
Müzik, hayat, her şey iç içe..
3.
Tez’in sorusuna dönelim. Bugüne dek en iyi müzik önerilerini kimden aldınız? İnsanlardan mı algoritmadan mı?
Deminden beri anlattığım üzere insanlardan epey kaliteli öneriler aldım ben. Hem de müzik zevkim tam da şekillenirken aldım; o yüzden bence geçilmez öneriler bunlar. Şu saatten sonra, başkasının ağzından daha iyi, daha belirleyici isimler duyacağımı sanmam.
Ama bir mesele var. Artık önerilerin çoğunu algoritmadan alıyorum. Muhabbetsizlik desem değil; okumanın takip etmenin kovalamanın azalması desem, o da değil. Hayat değişiyor. Araçlar değişiyor. Müzik tüketiminin dijitalleşmesi bir sınırsızlık, bir bolluk getirdi. Bu işi yürüten platformlar, bizlere sonsuz gibi gelen bu havuzu, algoritmalar marifetiyle daraltmayı denedi. Bir ölçüde başarılı da oldular. Derken zaman geçti, bu algoritmalar bizimle beraber müzik dinleye dinleye bizi tanıdı ve bize yeni şarkılar, yeni albümler önermeye başladı. Önce biraz kafadan atma, ya tutarsa önerileriydi bunlar. Zaman içinde öneriler bir ölçüde oturdu; algoritma bize keşifler yaptırmaya başladı. Artık kendimi giderek daha sık, “a bu da neymiş, çok iyi” derken buluyorum. Örneğin son yıllarda en çok dinlediğim müzisyenlerden birini, Arjantinli Kevin Johansen’i bana algoritma buldurdu (tanımıyorsanız, işiniz algoritmaya kalmadan siz de bir dinleyin, derim).
Demem o ki, ben bu anketin iki şıkkını da işaretlemek istiyorum. Çünkü insanların önerilerinin ekmeğini bunca yemiş olmakla beraber artık bir bakıma algoritmanın görüşlerini de dinliyorum. Daha öteye gidersem, algoritma biraz da benim. (Çok öteye geçmeden burada duralım; bu konuda ileride yazmayı planlıyorum; bu arada benzer bir konu hakkında, algoritmamızın başına gelebilecekler hakkında, “Algoritmayı savunmak gerekir” diyerek daha önce şurada yazmıştım.)
4.
Peki insanların önerileri ne oldu? O güzel öneriler o güzel atlara binip gittiler mi? Bir yere gittikleri yok tabii. Ancak hayat değişiyor. Sosyal medyanın büyük gümbürtüsü herkesin sesini bastırıyor. Başka seslere eskisi kadar kafamızı veremiyoruz. Versek de, binlerce başka ses de duyduğumuzdan zihnimiz bulanıklaşıyor. Bazen neyi nereden duyduğumuzu bile bilemiyoruz.
Sosyal medyada da öneri çok tabii. Bana kalırsa, sosyal medyanın en iyi yönü de bu zaten. Birisi bir albümden, bir filmden, bir kitaptan bahsetsin yeter; daha iyi ne var? Ama bu tavsiyeler de dağınık. Zihnimiz kadar dağınık. Oysa hayatta bir insanın bir başkasına hararetle verdiği tavsiyeden daha iyi işleyen bir çark yoktur. Hele tavsiye işinin, zevkinin ehli birinden geliyorsa… Kendini tanıyan; dinlediği, izlediği, okuduğu eserin kendi hayatında, hayatlarımızda neye denk geldiğini anlayabilen ve bunu isabetle anlatabilen birinden geliyorsa. İşte o zaman gidip o albümü dinlersin, o kitabı okursun, o filmi seyredersin…
Tavsiye elbette sizi belki sizden daha iyi tanıma iddiasındaki algoritmadan da gelebilir.
Ama işte onda bir eksiklik… Bir hikâyesi yok o tavsiyenin. Çocukluğumdan aldım, nerelerden geçerek anlatıp duruyorum; esasen kendim kadar başkalarını da anlatıyorum. Çünkü hikâye, başkalarının hayatlarıdır. Size verilen bir tavsiye, başkasının hikâyesinin parçasıdır.
Algoritma ise bizim kendi hikâyemizdir. Zaten bildiğimiz. Hayat ancak yeni hikâyelerle ilerler. Başkalarıyla…