"Memlekete bahar gelmiş" dedim, içtenlikle ve inanarak. Farkındaydım, sesimde, gördüğüm manzaranın coşkusu vardı. Mardinkapı'da baharla tazelenmiş bir yeşil vardı. Ağaçlar çiçeklenmişti. Daha aşağıdan, Hevsel'in oralardan yeşilin kokusu geliyordu. Aşağı insek, bahar yağmurlarıyla taşkınlaşan Dicle'nin sesini duyacaktık.
"Ha şöyle" dedi, "Çiçek açmış ağaçlara bak, börtü böceğin uyanışını izle, kuşların sesini dinle."
*
Bir atlı asfalt yolu geçerek bize doğru geldi. Atlı, herkesin ona baktığının farkındaydı ve bu ilgiden hoşnut görünüyordu. Önümüzden geçti ve surlara ulaşınca mahmuzlayıp koşturdu atı. At beyazdı, atlı gençti. Güneşin batmasına henüz zaman vardı ve genç adam, güneşin battığı yöne doğru gidiyordu dörtnala.
"Pek şiirsel anlattın" dedi gülerek.
*
Güneş, bulutlardan kurtuldukça sehpanın üzerindeki çayın rengini güzelleştiriyordu. Bardağı güneşe doğru tuttum. Bahar mıydı bendeki bu nedensiz neşe halinin nedeni? O, çayın rengini görmüyordu. Ama bendeki neşenin farkındaydı. O nedensiz neşe sesimden taşıyordu çünkü. Bunu düşününce canım sıkıldı.
"Senin kör olduğunu unutuyorum bazen" dedim. Sesimde kızgınlık vardı bu sefer. Çünkü benim gördüklerimi görmüyordu ve gördüklerim karşısında duyduğum heyecanı duymuyordu. Kör olmak onun suçuymuş...
Güldü. Sesimdeki kızgınlığı fark etmişti elbette. Bu ilk kez olan bir şey değildi ve sesimdeki şapşal serzeniş onu güldürüyordu artık.
Onun için o kadar önemsizdi ki az önce neşe ve kızgınlık arasında sıkışmam, konuyu değiştirdi hemen ve "Şu ağacı anlatacaktın" dedi.
Yalnız, genç, güçlü olduğunu hissettiren bir ağaçtı. Gövdesi ipince, dalları kısaydı. Erik miydi badem miydi? Benim anlamam mümkün değildi. Fakat çok güzel çiçeklenmişti ve surları çok güzel süslüyordu.
*
Yaklaşan seçimlerden konuşmayacaktık. Çünkü "İçimiz dışımız siyaset oldu" demiş, kestirip atmıştı buluştuğumuzda. Ancak ben arada bir telefondan haberleri izlemekten vazgeçemiyordum. Halbuki yaklaşan seçimleri, ittifaklardaki dengeleri, stratejilerin akıbetini, sürpriz milletvekili aday adaylarını konuşmaktan ikimiz de yorulmuştuk.
"Bizim" demişti, "Siyaset yapma biçimimiz bu kadar sistem içi, hedeflerimiz bu kadar küçülmemişti. Bize rıza göstersinlere kadar geriledik şimdi. Bir gün bu baskıları aşar mıyız, kim bilir."
Bunu hatırlattım, "Biraz umutsuzluğa kapılmış olabilir misin?" diyerek. Gülümsedi. Masadaki çay bardağını buldu ve elini ısıtmak ister gibi avuçladı. "Vedat Aydın'ın cenazesine burada saldırmışlardı, hatırlarsın. Tam bir vahşetti. Buna benzer onlarca vahşet yaşandı bu topraklarda. Umutsuz olabiliriz zaman zaman ama asla yılgın değiliz. Sanki bin yıldır aynı şeyi istiyoruz ve aynı şiddetle reddediliyor taleplerimiz. Bu döngü yoruyor ama yıldırmıyor. Günlük hayat gizliyor belki ama şu manasız bulduğumuz seçimler bile her defasında inatçı ve talepkâr cesaretimizi aşikâr ediyor."
Uzun ve didaktik konuştu. Araya girmedim. Bir yere, yakında yapılacak seçimlere gelecek mi, diye bekledim. Bunu beklediğimi biliyordu. Çayından bir yudum aldı ve konuşmaya kaldığı yerden devam etti: "Çok korkuyorlar bizden. Bizim onlardan duyduğumuz korku, onların bizden duyduğu korkunun yanında kayda değmezdir. Onların ekonomik, kültürel, ideolojik saltanatını yıkacak gücümüz ve cesaretimiz var çünkü. Bunu biliyor olmanın korkusuyla saldıracaklar, eyvallah. Ama bu seçimde de hezimete uğrayacaklar."
*
Beyaz atlı koşuyu tamamlamıştı. Usulca geçtiler önümüzden. At, güçlü nefesler alıyordu. Eyerin altındaki kilimin desenleri, kilimin püskülleri göz alıcıydı. Caddeyi geçip gözden uzaklaşıncaya kadar atlıyı izledim.
Milletvekili aday adaylarından hiç konuşmadık. Manasızdı adayları konuşmak. Taş olsalar seçileceklerdi ve mahpushanelere, sürgün diyarlarına rağmen, bir şekilde kendilerine oy verenlerin saflarından ayrılmayacaklardı. Saflardan kopanlara halk gerekli cevabı veriyordu zaten.
Bir grup genç yan tarafa oturdu. Seçimlerden konuşuyorlardı. Bölük pörçük duyuyordum konuştuklarını ancak o inatçı ve talepkâr cesaretin esintisini hissedebiliyorduk. "Bir zamanlar böyleydik" dedim iç geçirerek. "Hâlâ öyleyiz" diye karşılık verdi. Bunu duymak hoşuma gitti, keyifle sırıttım.
Birkaç damla yağmur düştü. Çay söyledik, ıslanmayı göze alarak. "Bugünlerin şiiri de yazılır elbet" dedi. Şiir okuyanların varlığı şahane bir şeydi.
"Çok sonra yazılır/İçinde yaşadığın günlerin şiiri" (Murathan Mungan) dedim.
Çiçekleriyle baharı muştulayan yalnız, genç, güçlü ağaca bakıyordum.