Bülent Kayabaş’ın ardından: Bir anarşistin kaza sonucu ölümü
Bizim bakışımızı kırmak öyle kolay değil, sanatçı solcuysa sanatçıdır! Pasif, ortacı, salon, vodvil filan bize sökmez! Sanatçıdan saymayız!
Ali Demir
BASAD’dayım. Bakırköylü Sanatçılar Derneği... Başkan Üstün Asutay öğlen çorbasını içiyor. Güzel bir gün ama yüzler asık. Tek konu referandum. Bakırköy sosyal demokrattır, solcudur. 'Hayır'cıdır. Moraller bozuk, kızgınlar... Bugüne kadar her şeyimizde mühür istediniz şimdi mühürsüz olur da ne demek! Olmaz öyle şey!
Oturmuş Bülent Kayabaş için yazı yazıyorum. Üstün Asutay eli belinde, gayet ciddi ifadeyle asker taklidi yaparak, yanımdan geçerken "kimden izin aldın!” dedi (burada yazı yazmak için). Gülüştük! Bülent Kayabaş vefat etti dedim! Bilmiyormuş. Şaşırdı! Kendini yokladı! Bir ileri bir geri gitti! Ne zaman? Nasıl? filandan sonra bir iki tur daha attı eli belinde, sessizce çekti, gitti.
Halk, Bülent Kayabaş’ı 1974-79 arası erotik Türk filmlerinden tanır. Kimse tiyatrocu olarak bilmez. Ben de oradan tanıdım! Ortaokulda ilk tiyatro oyunumu şimdiki adı BASAD olan Bakırköy Halkevi’nde izledim. Maksim Gorki’nin “Ana”sıydı. Sinemaların çoğunda erotik film furyası devam ederken, Halkevinin tiyatro salonunda “Kahrolsun Faşizm” pankart ve sloganlarıyla ayaktaydık!
O zaman Bakırköy Merkez Lisesi'nde okuyorum. Hepimiz harbiden solcuyuz. Okul, aile, sokak, tiyatro, sinema, her yer solcu. Ortalık inliyor. Şimdiki 'bağzı sağcılar' bile o zaman solcuydu! Müthiş bir güven, beraberlik, inanç vardı, güzel günler için. Yamuk yapmak, sözünde durmamak, paylaşmamak, yalan söylemek ayıptı. Yani daha doğrusu lügatta, akılda bu kelimeler yoktu. Mücadelemize inanmış harbi mutlu insanlardık. İnsanlar kitap okuyup, felsefe, bilim, edebiyat tartışıyordu. Al o günlerden birini ışınla bugüne bildiğin günümüz entelektüeli işte.
O kadar “Kahrolsun Faşizm” den sonra beş tane faşist ülkeyi karnı doymaz katillerin rotasına sokmuştu. Bütün sol yasaklanmış onları bastırmak için “dinci” dediğimiz kesime 'Yürüyün' denmişti. Her sokakta bir küçük kahve, başında şalvarlı ve sarıklı bir abi çocuklarla sohbet ediyordu. Büyük abi öyle istemişti. Yarın onları yasaklar bu sefer bize şirinlik yaparlar! Hep aynı film, çevir çevir oynasınlar. Her defasında bunları yiyoruz, ona fena yanıyorum. Demek ki pek akıllı bir toplum değiliz! Şimdi hayırcılar bildiğiniz gibi teröristlerin arkadaşı sayılıyor! Çok şahane! Enişte terörist, yenge vatansever! Birader şehit! Dayı yerli ve milli! Maşallah!
Neyse, 1980 darbesini yapan beş güdümlü faşist ülkeyi evire çevire dövüp, gerekenleri öldürüp, işkenceden geçirdi. Bir gecede silah kaçakçılığı, ölümler, çatışmalar durmuştu. Bütün solcuları kirvelerine, hısımlarına kadar toplamış hapishanelerde çürütüyorlardı. Bugünlerde de bakıyorum bir başlıyor bir kesiliyor! Ana şalter dışındaki kontrolü bizimkilere bıraktılar galiba!
Darbeden birkaç yıl sonra 1983’ler olabilir, Bülent Kayabaş-Ercan Yazgan bizim okulun sokak başına, darbeyle kapatılıp DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi) yapılan Bakırköy Halkevi’nin çaprazına tiyatro açtılar. Bir akşam tiyatro önünde “Ulan para yok taksiye binemeyiz” dediklerini duymuşluğum vardır. Bir çocuk için tabii yıkım oluyor. Öyle erotik de olsa filmlerde oynamış, solcu da olmayan bu sanatçıların nasıl parası olmaz!
Bizim bakışımızı kırmak öyle kolay değil, sanatçı solcuysa sanatçıdır! Pasif, ortacı, salon, vodvil filan bize sökmez! Sanatçıdan saymayız! Sanatçı işçi sınıfının, köylünün, ezilenin yanında, emekten yana olacak! Devlet maaşı alanı da sanatçıdan saymayız! Tabii o zamanlar hızlı solcuyuz. Öyle salon tiyatrosu diye tabir edilen oyunlara ayak basmıyoruz. Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner vs. semtlerinden yolumuz geçmiyor! Oyunlar sosyal içerikli, solcu olacak! Halka bir şeyler verecek!
Daha yeni alıştık, onların da sanatçı olabileceğine! Belki de başka müşterisi yoktu. Ne gerçek sinemanın ne de gerçek tiyatronun... Yoksa çok sevdikleri meslekleri dışında başka işler yapmak zorunda kalabilirlerdi. Ekmek parasının mecburiyeti herkesi bir kenara fırlatırken, piyasa işlerine razı olmamak mümkün mü? Bazılarını oyunculukları bizim solculardan daha iyiydi! Her ne kadar kabul etmesek de! Suya sabuna dokunmayan vodvillerde müthiş oyunculuklar sergiliyorlardı. Ya da vodvil oynayan tiyatrocunun sorunu gerçekten hiç ekmek parası olmamış bile olabilirdi. Gördüğünüz gibi yumuşadık, anlıyoruz artık onları!
Lise sokağı başındaki köşebaşı tiyatrosunda gidip seyretme gereği duymadım Bülent Kayabaş’ı ama 90’lı yıllarda Hadi Çaman’la “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” oyununu görünce biraz hayretle gidip seyrettim.
Erotik Türk filmlerinin iki baş aktörü Dario Fo’nun müthiş oyunu “Bir Muhalif Nasıl Ortadan Kaldırılır” ı sahneliyordu! Şöyle bir “hadi ya, size mi kaldı” filan diye içimden geçirdim! Dayanamadım gidip seyrettim. O zamanlar artık üniversiteli olmuş, tiyatroya bulaşmış, üstelik Halkevlerinde oyuncu yetiştirip, oyunlar sergilemeye başlamışız. İki saat boyunca şaheser bir oyun ve oyunculuk çıkardılar. Bütün önyargılarım yerle bir oldu. İkisi de birer oyunculuk virtüözüydü. Oyun sonrası hemen Hadi Çaman’la konuştuk. Fatih Halkevi için bir oyun oynayabilirler mi diye sorduk. -Hadi Çaman etrafına hafif yollu küfürler savururken!-
Bize karşı nazik konuşmasıyla teklifimizi kabul etti. Bizim için Fatih Şehir Tiyatrosu'nda, su kemeri dibindeki Reşat Nuri Güntekin salonunda oyunu oynadı. Salonu doldurmuştuk. Solcu millet koptu. Ayakta alkışladı. Müthiş oynadılar. Onların da bir ön yargısı yıkıldı. İyi bir oyuncu her yerde iyidir. Solcu olması gerekmez. Emekten yana olursa da tadından yenmez!
Son kez, Bülent Kayabaş’ı semtdaş olarak geçen yıl Ferköy Baruthane’de bir berber dükkanında gördüm. Tesadüfen tıraş olduk beraber. Tıraşını beğenmedi, kızdı çekti gitti! Memlekette ne sanat kalmıştı, ne sanatçı, ne de şu erotik filmler kadar değeri sinemanın, der gibiydi! Ben mi öyle hissettim biliyorum! Hiç bir değer de kalmamıştı! Hepten her şey pespaye, gereksiz, güvensiz olmuştu!
Berber de şaşırmıştı zaten tıraşı. Orayı mı alsa, burayı mı düzlese, kısa mı kesse, uzun mu tutsa, yoksa dağınık mı bıraksa!