Bülent Şık anlattı: Mesele Köfteci Yusuf'tan çok daha öte

Tarım Bakanlığı taklit ve tağşiş listesi yayınladı. Köftede domuz eti, sakatat, zeytinyağında tohum, peynirde nişasta, balda taklit tespit edildi... Peki bunları tüketirsek ne olur, sorumluluk kimde?

Abone ol

İSTANBUL - Tarım ve Orman Bakanlığı geçtiğimiz hafta ‘ifşa listesi’ yayımlayarak taklit ve tağşiş içeren ürünleri ve markaları kamuoyuyla paylaştı. Yüzlerce ürün ve markanın yer aldığı listede bazı ürünler dikkat çekerken tartışmalar son günlerde Köfteci Yusuf’un ürünlerinde domuz eti kullanıldığının ortaya çıkması üzerinde yoğunlaştı.

ET DEĞİL TAŞLIK, ZEYTİNYAĞI DEĞİL TOHUM, PEYNİR DEĞİL NİŞASTA...

Bunun yanı sıra listede yaygın olarak, bal ürünlerinde “taklit veya tağşiş”, zeytinyağında “tohum yağı”, peynirde “nişasta”, et ürünleri ve özellikle sucukta “tek tırnaklı hayvan eti, kanatlı hayvan eti, sakatat, baş eti, taşlık, dil, kalp, deri…” tespit edildiği bilgisine yer verildi. Baharatlarda da özellikle kekikte “bilinmeyen madde”, salça ve çayda gıda boyası tespit edildiği belirtildi.

Bakanlığın liste yayınlamasıyla birlikte, yıllardır gündemde olan gıda güvenliği konusu bir kez daha tartışmaya açıldı. Gıda ürünlerinde kullanılan uygunsuz ve sağlığı tehdit eden maddeler konusunda ilgili bakanlıkların sorumlulukları da tartışmaların temel noktalarından.

Listede yer alan marka ve ürünleri, sahtecilik biçimlerinin sağlığa etkilerini ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sorumluluğunu Gazete Duvar’a değerlendiren gıda mühendisi Bülent Şık, gıdalarda halk sağlığını tehdit eden asıl unsurların tespit edilmediğine vurgu yaparak "Taklit ve tağşiş yapan firmaların açıklanması buzdağının ucunu göstermektir. Siz bunlarla oyalanın demektir" diye konuştu.  

Taklit ve tağşiş konusunun önemli olduğunu ancak bunu çok ötesine varan ve ciddi sağlık sorunlarına yol açan meseleler olduğunu vurgulayan Şık, "Gıda güvenliği açısından ülkemizdeki en kritik mesele gıdalara bulaşan toksik kimyasallar meselesidir, ancak bu mesele ile ilgili bakanlığın çıtı çıkmıyor" dedi.

"Ülkemizde iyi yapılandırılmış bir kontrol-denetim sistemi var, mesele bu sistemin işlememesi" diyen Bülent Şık, önceki yıllarda da yapılan denetimlere ve açıklanan listelere rağmen firmaların bu suçları işlemeye devam ettiğinin altını çizdi. 

Bülent Şık

'KÖFTECİ YUSUF'UN ÜRÜNLERİNDE DOMUZ ETİ ÇIKMASI BİR SORUN AMA...'

Öncelikle gündemdeki Köfteci Yusuf ile başlayalım… Ürünlerinde domuz eti tespit edildi. Markanın ‘helal’ sertifikasına rağmen domuz eti kullanılması tepkilere neden olurken Bakanlığın sorumluluğu da tartışmaya açıldı. Bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sadece Köfteci Yusuf değil, listede yayınlanan başka ‘sakıncalı’ ürünler de var. Bunlar tüketirsek ne olur? Sakatat, tek tırnaklı hayvan eti, gıda boyası, balda ve yağda tağşiş vs…

Köfteci Yusuf isimli firmanın ürünlerinde domuz eti çıkması bir sorun elbette ama mesele sadece taklit ve tağşişten, vatandaşların kandırılmasından çok öteye uzanıyor. Ülkedeki yasal mevzuat sadece gıda güvenliği ya da halk sağlığı açısından değil tüketicilerin maddi zarara uğramaması için de birtakım kurallar, yaptırımlar getirmeli. Bu kural ve yaptırımlar bütününe aykırı davranmak bir suç olarak görülür. Yani üretilen bir gıda ürünü, örneğin et ürününde mevzuatın izin vermediği hayvanlara ait etler kullanılamaz ya da zeytinyağına başka yağlar karıştırılamaz, balda sahtecilik yapılamaz. Ancak gıda güvenliği açısından meselenin taklit ve tağşişten çok daha önemli başka sorunlar içerdiğini söylemeliyim. 

ET ÜRÜNLERİNİN KONTROLÜNDE SORUN VAR: PESTİSİT, ARSENİK, KANSEROJENLER…

Köfteci Yusuf firmasının ürünlerinde domuz eti çıkmasını sordunuz ama sadece o firmanın değil genel olarak et ürünlerinin kontrolünde ciddi eksikler, sorunlar var. Örneğin vatandaşa sunulan et ürünlerinde hormon esaslı maddelerin, antibiyotiklerin, bazı pestisitlerin, arsenik gibi ağır metallerin kalıntısı olup olmadığına bakmak; nitrit ve nitrat gibi katkı maddelerinin miktarını tespit etmek veya kanserojen nitrozaminlerin bulunup bulunmadığını araştırmak halk sağlığı açısından çok daha önemli.

4 Mayıs 2012 tarih ve 28282 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Türk Gıda Kodeksi Hayvansal Gıdalarda Bulunabilecek Farmakolojik Aktif Maddelerin Sınıflandırılması ve Maksimum Kalıntı Limitleri Yönetmeliği” hayvansal gıdalarda kalıntısı bulunabilecek antibiyotikler gibi farmakolojik esaslı kimyasal maddelerin ve insektisit esaslı çeşitli toksik maddelerin neler olduğunu belirtir. 38 sayfalık bu yönetmelikte yer alan ve insan sağlığını tehdit eden kimyasal maddelerin gıdalardaki kalıntısına bakılması yapılması gereken en önemli işlerden biridir. Peki, bu yönetmelikte belirtilen kimyasal maddelerin kontrolüne ilişkin bir çalışma, bu konuda bir açıklama var mı? Yok.

BALDAKİ ASIL TEHLİKE: PRİLİZİDİN ALKALOİTLERİ

Bir başka kritik örnek baldır. Bal ya da polen gibi arı ürünlerinde tek sorun sanki sahtecilik yapmak gibi algılanıyor. Bu çok yanlış. Bal ve polen gibi arı ürünlerinde karaciğer kanserine yol açan pirolizidin alkaloitlerinin bulunup bulunmadığını araştırmak çok daha önemli. Özellikle çocuk sağlığı ve karaciğer hastaları açısından çok önemli. Covid 19 pandemisinde ve sonrasında polen satışları patladı ama polen problemli bir üründür, yurtdışında hemen her ülkede ciddi bir tartışma konusu olan polen ve pirolizidin alkaloitleri meselesi bizde gündemde bile değil. Bu konularda bakanlıktan tek bir açıklama dahi yok.

Dolayısıyla firma teşhiri meselesi tüketicilerin dikkatli olması, önlem alması meselesi odağında görülmemeli; temel meselemiz, kamu idaresinin halk sağlığını koruma sorumluluğunu yerine getirmemesidir. Türkiye’de gıda güvenliği alanında kamusal kontrol sistemi işlemiyor. 

‘İKİ BUÇUK YILDIR LİSTE YAYINLANMIYORDU’

Liste yayınlandı ve taklitlerin yanı sıra birçok markanın birçok ürününde 'sakıncalı', 'sağlığa uygun olmayan' maddeler de tespit edildi. Bu noktadan sonra sorumluluk bakanlığın mı, tüketicinin mi?

Sorumluluk bütünüyle bakanlığa ait elbette. Bakanlığın uygunsuz markaları ve firmaları teşhir etmesi yeni değil, hatırlarsınız, taklit ve tağşiş listelerinin yayınlanması 2012 yılında başlamış ve son liste de Mart 2022’de yayınlanmıştı. Son iki buçuk yıldır listeler yayınlanmıyordu. Dolayısıyla bakanlığın yaptığı açıklama ile ne değişecek, bu listelerin açıklanması tüketicilerin bilgilenmesi dışında ne işe yarayacak sorusu önemli.

‘FİRMALAR LİSTEYE RAĞMEN AYNI SUÇU İŞLEMEYE DEVAM ETTİ’

Dahası, tüketici sağlığını ilgilendiren en önemli sorunun taklit ve tağşiş olup olmadığı gibi tartışılması gereken çok kritik bir soru da var. Ancak öncelikle yapılan işin bir işe yarayıp yaramadığını değerlendirmek gerekiyor. Geçmişte 10 yıl boyunca süren uygulamaya baktığımızda bakanlığın uygunsuz çalışan firmaları açık etmesinin önemli bir yaptırım sağlamadığı görülüyor. 2012-2022 yılları arasında belirli aralıklarla açıklanan listeler gözden geçirildiğinde çok sayıda firmanın aynı suçu işlemeye devam ettiği, yani bakanlığın uygunsuzluk tespitine rağmen üretimlerine devam ettikleri tespit edilebilir.

Demek ki yaptırımlar ya da cezalar bir işe yaramıyor diye düşünebiliriz. Aksi iddia ediliyorsa listelerde yer alan firmalara ne gibi cezai yaptırımlar uygulandığını ve bu yaptırımlara rağmen bu firmaların usulsüz üretim yapmaya neden hala devam edebildiklerini açıklamalıdır. Açıklama sorumluluğu öncelikle bakanlık yetkililerinde elbette.

EN KRİTİK MESELE TOKSİK KİMYASALLAR: BAKANLIKTAN ÇIT ÇIKMIYOR

Taklit ve tağşiş içeren ürünler gündem oldu ama gıda güvenliğini tehlikeye atan asıl unsurlar bunlar mı?

Taklit ve tağşiş önemli elbette. Bakanlığın halkı kandıran firmaları teşhir etmesi de önemli ama artık yüzyıl öncesinde değiliz. Taklit ve tağşişin çok ötesine varan ve ciddi sağlık sorunlarına yol açan meseleler var. Gıda güvenliği açısından ülkemizdeki en kritik mesele gıdalara bulaşan toksik kimyasallar meselesidir, ancak bu mesele ile ilgili bakanlığın çıtı çıkmıyor. 

ZEYTİNYAĞINDAKİ ASIL SORUN TAKLİT DEĞİL

Örneğin ayçiçek yağına ya da zeytinyağına katılan tohum yağı kolza ise mesele sadece taklit ve tağşişle sınırlı kalmaz. Kolza, içinde erüsik asit isimli bir toksik kimyasal madde içerir. Erüsik asit çeşitli sağlık sorunlarına yol açar. Kullanılan tohum yağının kolza değil de kanola olması ise başka bir soruna işaret eder: Dünyada üretilen kanola yağlarının büyük bir kısmı GDO’ludur. Bu durumda da ülkemize GDO’lu kanola yağı ithal edilip edilmediği sorusu ortaya çıkar. Bu ayrıntılar bakanlığın yapmış olduğu firma teşhiri listesinde yer almıyor.

PEKİ YA LİSTEDE YER ALMAYANLAR?...

Peki ya tespit edilmeyen, bu listede yer alan ya da almayan diğer ürünler? Kanserojenler, pestisitler... Bakanlık nasıl bir denetim mekanizması kurmalı?

Öncelikle şunu söyleyeyim, ülkemizde iyi yapılandırılmış bir kontrol-denetim sistemi var, mesele bu sistemin işlememesidir. Biraz önce değindiğim arı ürünleri örneği üzerinden durumun vahametini anlatmaya çalışayım. Tarım ve Orman Bakanlığı 2021’de arı ürünleri tebliğine dair bir taslak metin yayınladı, geçtiğimiz Nisan ayında da yasalaştı. Ama taslak metin ile yayınlanan son metin arasında ciddi farklar var. Örneğin taslak metinde dört yaş altı çocuklara polen ve polenden mamul ürünler satılamaz ifadesi yer alıyordu. Bu doğru bir ifadedir. Ancak sonra görüyoruz ki bu ifade yayınlanan metinde yer almıyor. Yani tebliğden o ifade çıkarılmış. Basit bir ayrıntı gibi görünüyor bu ama öyle değil.

BALDAKİ TEHLİKE: KARACİĞER KANSERİNE YOL AÇAN TOKSİK KİMYASALLAR VAR

Arı ürünleri ve bitkisel çaylar hakkında son yıllarda çok ciddi bir tartışma var akademik literatürde ve çeşitli sağlık kurumlarında. Avrupa Birliği Gıda Güvenliği Otoritesi, Almanya Federal Risk Değerlendirme Enstitüsü gibi kurumlar polen ve bitkisel çaylarda bulunabilen pirolizidin alkaloitlerine dair kısıtlayıcı, halk sağlığını korumaya yönelik önlemler aldılar. Pirolizidin alkaloitleri tabiatta çeşitli bitkilerde bulunabilen ve tükettiğimiz ürünlere bulaşabilen hiçbir ön belirti vermeden karaciğer kanserine yol açan çok toksik kimyasal maddeler. Dolayısıyla ürünlerde olup olmadığının kontrol edilmesi,  hamileler, çocuklar, yaşlılar, karaciğer hastaları başta olmak üzere hassas grupların tüketimlerini azaltacak önlemlerin alınması gereklidir.

‘1 YAŞINDAKİ BEBEKLERE BİLE KAŞIK KAŞIK POLEN ÖNERİLİYOR’

Ama ülkemiz piyasasına baktığımızda, girin herhangi bir internet satış sitesinde daha bir yaşındaki bebelerin bile sabah akşam kaşık kaşık polen tüketmesinin uygun olduğunu ifade eden önerilerle karşılaşıyoruz.

Şimdi soru şu: Bakanlık taslak metinde yer alan ve çocukların polen tüketmesini yasaklayan hükmü neden metinden çıkardı? Buna kim karar verdi? Arı ürünleri tebliğinin çıkarılmasında rol oynayan komisyonda kimler vardı, yani sektör temsilcisi olanlar, akademik olarak komisyonda bulunanlar kimdi? Bu soruların yanıtını bilmiyoruz. Bakanlığın bu sorulara da açık yanıtlar vermesini talep edelim ve şunu soralım o zaman: Ülkemizde arı ürünlerinde ve bitkisel çaylarda ciddi bir gıda güvenliği sorunu olan pirolizidin alkalotileri meselesi neden bakanlığın gündeminde değil, taslak metinde yer alan koruyucu hüküm neden çıkarıldı, halk sağlığını özellikle de çocuk sağlığını korumaya yönelik bir önlem neden alınmıyor?

KEKİKTE PİROLİZİDİN ALKALOİTLERİ: AB GERİ GÖNDERİYOR

Bu sorulara ciddi bir yanıt alamadığımız sürece balda ya da kekikte taklit ve tağşiş yapan firmaların açıklanması buzdağının ucunu göstermektir. Siz bunlarla oyalanın demektir. Üstelik pirolizidin alkaloitleri meselesi bir dolu meseleden sadece biri, bu konudaki örnekleri çoğaltabilirim. Örneğin pirolizidin alkaloitleri meselesi kekik için de geçerli, ülkemizden AB ülkelerine gönderilen ama pirolizidin alkaloitleri içerdiği için reddedilen ürünlerin başında kekik geliyor. Kekik ya da bal örneği üzerinden mesele, taklit tağşişin çok ötesinde.     

TÜKETİCİLER NE YAPMALI?

Tüketici ne yapabilir ne yediğini nasıl bilebilir?

Bu sorunun yanıtı tüketici ne yapabilirin çok ötesine uzanıyor. Gıda güvenliği çevre sağlığı, tarımsal üretim, işçi sağlığı, çocuk politikaları, eğitim, kentleşme gibi bir dizi konuyla sıkı sıkıya bağlantılı.  

Gıda ve beslenme alanlarında Tarım ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı başta olmak üzere çeşitli kurumlara büyük bir sorumluluk düşüyor. Birer yurttaş olarak bu kurumların işlerini iyi yapmasına yönelik ısrarlı takipten vazgeçmemek gerekiyor, ancak mevcut siyasal iklimde bunun çok zor olduğunun da farkındayım. Toplumda bir çaresizlik, umutsuzluk ya da hiçbir şey değişmeyecek duygusu giderek kök salıyor. İnsanlar güvenilir bir yanıt arıyor. Ama tüketici ne yapacak sorusu, bir öncelik sıralaması yapsak en sona bırakılması gereken sorudur.

Gıda güvenliğini sağlamak her zaman bir kamusal meseledir ve bu meselenin çözümünde kamu kurumlarına, yargıya, akademik kurumlara ve medyaya belirli roller düşer. Ancak mevcut siyasal ahvalde bu kurumların içinin boşaldığı, işlevsiz hatta kriz üreten kurumlara dönüştükleri de bir gerçek. Gerçi işbaşındaki siyasal iktidarın ve kurumların işini iyi yapmadığını tespit ederken muhalefetin ne yaptığına da bakmak gerekir. Muhalefeti mevcut gıda güvenliği sorunlarını çözecek, çaresizliği değil umudu çoğaltacak bir çözüm odağı olarak göremiyorum. Oysa topluma karşı karşıya olduğumuz sorunların bir çözümü olduğunu söylemek gerekir ve bu konuda muhalefet partilerine büyük bir sorumluluk düşüyor. Çözümsüz sorunlarla karşı karşıya değiliz çünkü, ama muhalefet partileri gıda güvenliği sorunlarına hangi yanıtları veriyor bilmiyoruz. Kamuoyu ile paylaştıkları ve mevcut durumu analiz eden, çözümler öneren bir siyasal programları var mı bilmiyoruz. Ortada bir tartışma yok. Soru önergesi vermek, basın açıklaması ve sosyal medya paylaşımı yapmaya kilitlenmiş bir halleri var. Siyasal aktivite anlamında da kilitlenmiş bir halleri var. Gıda ve beslenme meselesinin öneminin yeterince kavranabildiğini düşünmüyorum. Bu konudaki siyasal ufuk sadece tarımsal üretim alanı ile sınırlı.

‘YEREL YÖNETİMLER GIDA KRİZİNE ÇARE ARIYOR’

Yerel yönetimler gıda ve beslenme alanlarındaki sorunlara daha ciddiyetle ve yurttaşları işin içine katacak mekanizmalar oluşturarak yanıtlar üretmeli. Bu konuda iyi girişimler var ve destek olmak, büyütmek gerekiyor. Örneğin son iki yıla damgasını vuran gıda krizi, gıda fiyatlarındaki anormal artışlar çocuk nüfusta ciddi bir beslenme sorunu yarattı ve yerel yönetimler imkanları ölçüsünde bu soruna çare üretmeye çalışıyor. Bunu kıymetli buluyorum. Sağlıklı beslenmenin en temel insan hakkı olduğunu ve kamu kurumlarına bu hakkın sağlanmasında büyük sorumluluk düştüğünü hatırlamak gerekiyor çünkü.

‘BİR HAYAL AMA…’

Bir hayal, ama olsa çok iyi olur dediğim şeylerden biri de gerek gıda gerekse çevre alanlarında durum tespiti yapacak, analitik çalışmaları yürütecek, raporlamalar yapacak güvenilir ve bağımsız bir gıda güvenliği kurumu oluşturabilmek. Meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri keşke böyle bir işe el atabilse, nasıl yaparız üzerine kafa yorsa.