Bulutsuzluk Özlemi; unutmak ve helalleşmek

Helalleşmek, kimle? Kim adına ve ne için? Verilecek en büyük hesap sadece "gitmek" mi? Gerçekten, sen öyle söyledin diye haklar helal olacak mı?

Abone ol

Utku Can Akyol*

Soylu, Sedat Peker'i yanıtlandırma çabasına girerek ve hatta tartışmayı bir devlet adamına yakışmayacak kelimelerle küçülterek siyaseten büyük bir hata yaptı. Hatta, Peker'in açıklamalarının liste başı olacak kadar popülerleşmesini sağlayanlardan biri de kendisi oldu. Bu siyasi hatayı bir canlı yayında, muhalif gazeteciler karşısına çıkarak ve siyaseten Erdoğan'ın en yakınlarından biri, hatta "koruyucusu" olduğunu dile getirerek örtmek ve destekleyenlerinin gözünde kendini yükseltmek çabasına girdi. Gazeteciler ise -sanırım kendi aralarında bir toplantı ya da hazırlık yapamadan çıktıkları yayında- yönetimi Soylu'ya kaptırdılar. Soylu, aklı fikri devlet meselelerinde olan, kendi halinde, gerektiğinde bakanlıkların aksaklıklarına rağmen görevini yapmaya çalışan pırıl pırıl bir güneş oluverdi.

Oturum Soylu'nun bu propagandası ve Davutoğlu siyasetine ağır eleştirileriyle başladı. Dönemin başbakanı Davutoğlu'nun partinin merkez yönetim kurulu üyelerini dinlettiği, hatta üzeri örtülü biçimde takip ettirdiği iddialarında bulundu. Külliyeye sıkıştırılmak istenen Erdoğan'ın makamı ve kişiliğini kastederek, onun bir nevi "koruyucusu" olduğundan bahsetti.

İsmail Saymaz Peker'in düzenlediği mitingleri ve siyasî söylemlerini (özellikle Barış Akademisyenleri) hatırlattığında Soylu, şahsî bir sorumluluk almadı. Veyis Ateş'in "Niye özne sizsiniz?", "Kendinizi yalnız hissediyor musunuz?" soruları üzerine Soylu'nun sayılar üzerinden başarı propagandası devam etti. Mafya-iktidar ilişkileri hatırlatılınca, Soylu'nun potborisi bir rabarbaya, hatıralar geçidine evrilmeye başladı. Mafyalarla o da mücadele etmişti hatta mücadele ettiği bu eli silahlı gruplardan birinin lideri Mehmet Ağar'ın akrabasıydı. Ağar onun hem kardeşi, hem rakibi, hem yanında, hem de karşısında olduğu biriydi?

Kübra Par bir keresinde insanların "neden soru sormuyorsunuz?" ya da "Neden cevap alamıyorsunuz?" baskılarıyla karşılaşacaklarına dem vurdu. Kendilerine yönelecek eleştirileri öngören Ersoy ve Yanardağ'ın nafile özeleştirileri yayının sonuna doğru artarken, İsmail Saymaz cansiperane, birkaç soruyu dile getirme fırsatı buldu. Sorun, cevap alacak ağırlığı koyamamaktı.

Sedat Peker, Soylu'nun oğlunun arabasında yapılan bir aramadan, Silivri Emniyet Müdürü Hakan Çalışkan'ın Osman ve Hızır Kaptan'ın Soylu'nun baskısıyla serbest bırakılması üzerine intihar ettiğinden, Soylu'nun yakınlarının varlıklı kişilerden İçişleri Bakanlığı'nın soruşturmalar üzerine etki etmesinden bahisle maddi çıkarları bulunduğundan, Erkan Yıldırım'ın uyuşturucu trafiğindeki rolünden, nihayet Adalı cinayetindeki rolünden bahsetmiş Mumcu cinayetindeki derin devlet bağlantılarına işaret etmişti. Kuzey Kıbrıs basını bunları ciddiyetle manşetlerine taşıdı. Binali Yıldırım oğlu hakkındaki iddiaları reddederken, oğlunun Venezüela'da bulunmasını fikrimce tevili ikrar olarak adalandırılabilecek biçimde "ihtiyaç sahiplerine maske dağıtmak" şeklinde tanımlamıştı.

Yanardağ'ın Kutlu Adalı cinayeti üzerine neden Ağar ve Eken hakkında soruşturma başlatılmadığını hususunu da geçiştiren Soylu, KIA marka aracından, sigorta şirketinden, oradan buradan bahsederek, "ben bu tipleri sevmem" noktasını koydu. Fakat dikkat çekici biçimde, kendi siyasi partisi nezdinde devr-i sabık yaratmaktan, kendisine dokunmasa da partisi ile ilgili özeleştirilerde bulunmaktan çekinmedi. Peker'in kardeşine yapılan soruşturmanın nedeninin ruhsatsız silah bulundurmak olduğunu dile getirdi. İşkence yok, failleri "ben yakaladım, adalet serbest bıraktı". Burada, muhalefetin dahi üzerinde durmaktan vazgeçtiği bir "para sayma makinesi" göndermesinde bulundu ki vah helalleşmenin hayaline.

Silivri Emniyet Müdürü Hakan Çalışkan'ın intiharı konusunda ise Soylu Osman ve Hızır Kaptan'la iltisaklı olduğunu üzeri örtülü biçimde doğruladı. Bir orman mahkemeleri olduğundan (?) ve annelerinin kalp krizi geçirdiğinden bahsetti. Yine, gözaltına alınan bir vatandaşla ilgili kendisinin aranarak ilgilenmesinin istenmesini "insanî" olarak yorumladı. Oğlunun aracının durdurulduğunu yalanladı - "her şeyi çıkıp ben mi yalanlamalıyım?" -, Yeniköy Motors iddialarını ise yanıtsız bıraktı.

Soylu her yıl - geçen yıl salgın sebebiyle on üç tonla sınırlı kalmak kaydıyla - yirmi ton kadar eroin yakaladıklarından ve dünyadaki uyuşturucu trafiği rotasında Türkiye'nin yerinden bahsetti. Sedat Peker ise yayını takip ediyor ve ona aktüel yanıtlar veriyordu. Peker'in Soylu'ya yaptığını iddia ettiği yatırım karşısında verdiği cevaplara cevap veriyor, yeni iddiaları olacağından bahsediyordu.

Erdoğan'ın salgın döneminde gelir elde edemeyen esnaf ve işletmecilerden helallik istemesi üzerine Kılıçdaroğlu, "gel helalleşelim" diyerek, sandığı işaret etmişti. Erken seçim çağrısı, AKP iktidarının artık sandığa gömüleceği öngörüsü açısından doğru fakat "helalleşme" olgusu, bir karşılık olarak dahi akıl alır gibi değil. Bırakın aklı, hukuki değil, adil değil ve hatta vicdani değil. CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç'un, bir milletvekili olarak "At izi it izine karıştı Cenab'ı- Allah sonumuzu hayreylesin" tweeti ve özellikle tweetin sonuna eklediği dua eden eller emojisi (ifadesi), kronikleşmiş kabusumuzu tekrarladı, kimsenin asla yargılanmayacak olması.

Neden ana muhalefet partisinin grup başkanvekili, bir milletvekili olarak vatandaşların yaşamını etkileyen bu kirli ilişkiler ağı karşısında Allah'a sığınır? Bunu neden böyle basit bir cümle ve emojiyle küçültür? Neden sulandırmak, neden helalleşip bir kenara atmak?

Engin Özyurt'un oldukça komik esprileri -

Helalleşmek, kimle? Kim adına ve ne için? Şaban Vatan'ın evladının ölümüyle ilgili verdiği mücadeleyi ve tutulduğu akıl soruşturmasını da kapsıyor mu? Gülistan'ı, Kadirova'yı ve Yeldana'yı, bu insanların ana babalarını ve diğer tüm faili meçhulleri de kapsıyor mu? Derin - devleti, bütün bu kirli iddiaları kapsıyor mu? Verilecek en büyük hesap sadece "gitmek" mi? Gerçekten, sen öyle söyledin diye haklar helal olacak mı?

İnsanların merakı, Peker'in giyimine, konuşma tarzına ve kolyelerine mi, okuduğu şiirlere ve yaptığı alıntılara, sol güzellemelerine mi? Türüt'ün onun için bestelediği parçalara mı? Yoksa üzerinin örtülmesine alıştığımız gerçeklere mi? Peker ve Soylu'nun atışması kirli, hatta bunları konuşmak dahi "kirliyse" gerçekten, temiz olan nedir? Tuğla çekildiğinde yıkılan ne olacak ya da sizin, bir gün her şeyin gerçekten tertemiz olacağına inancınız var mı?

*Avukat