Almanya futbol liglerinde uzun süredir devam eden kulüp sahipliği konusu sonuca vardı. Taraftarların baskısına, kulüplerin de desteği eklenince Bundesliga yönetimi taraftarların örgütlü mücadelesine karşıt bir karar alamadı.
“Futbol halkların oyunudur“ önermesi benim için çok uzun zamandır geçerliliğini yitirmiş durumda. Hatta bana kalırsa futbol sadece ucu bucağı olmayan arsalarda sınırsız sayıda kişinin topun peşinde koştuğu ve kralların top oynamayı yasakladığı dönemlerde halkların oyunuydu. Modern futbol döneminin başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz 1850'lerden itibaren futbol halkların oyunu olmaktan hızlıca uzaklaştı. Sanayi Devrimi ile futbolun gelişmesinin birlikteliğindeki diyalektiğe dikkatlice bakmak, incelemek lazım. Karl Marx'ın “Din halkların afyonudur” sözü daha sonra boşuna “Futbol halkların afyonudur” sözüne evrilmemiş olmalı. Bu bir başka derin tartışma ama bence futbol halkların oynadığı, burjuvanın/aristokların/zenginlerin kontrol ettiği bir oyundur. Fakat bu tartışmayı ortaya bırakıp futbolun halkla iç içe olduğu nadir topraklara geçelim.
Bir süredir Almanya tribünlerindeki rahatsızlıkları ve hareketliliği aktarıyordum. Pazartesi boykotu, kulüp sahipliği tartışması, yükselen faşist kanat ve anti-faşist kanatın tavrı vesaire... Son dönemde çok daha sıcak olan ilk iki konudan iyice ve derinlemesine bahsetmiştim daha önceki yazılarımda. Bir tanesinde sonuç alındı bile! Çok uzun süredir devam eden ve son olarak Hannover 96 Kulübü Başkanı Martin Kind'in gündeme getirmesiyle hararetlenen konuyu nihayetlendirmek üzere 2 fireyle, 34 Bundesliga takımı temsilcileri (1. ve 2. Bundesliga takımları) katılırken, taraftar gruplarının kurduğu, 50+1 Kalacak! ,50+1 Bleibt, girişimi temsilcileri ve Bundesliga yönetimi milli takım maçları arasında, 22 Mart perşembe günü kulüp sahipliği, 50+1 kuralı, (50+1 kuralı nedir?) hakkında devam eden tartışmayı sonlandırmak üzere Frankfurt'ta bir araya geldi.
TOPLASAM O ÖĞÜTLERİ BURADAN KÖYE YOL OLUR
Toplantı başlamadan önce taraftar girişimi temsilcilerinin Bundesliga yönetimi Başkanı Reinhard Rauball'a bir sürprizi vardı. Almanya'daki tüm taraftar gruplarına erişebilme kolaylığı açısından açtıkları sitede topladıkları imzaları Rauball'a ilettiler iletmesine ama sürpriz olan imza iletmek değil elbette. Taraftar temsilcileri, yanlarında 30 metrelik bir fermanla gelmişti. Taraftar fermanı! İmzacı taraftar grubu sayısı 3097 ve 156 farklı dernek de imzacı olunca bildirinin kağıda basılmış ve imzalanmış halinin boyu da 30 metreyi bulmuştu haliyle. Nicelik değil, nitelik önemlidir dense de ve 3097 sayısının 'dile kolay' olduğunu düşününce, belki de dijitalde toplanan imzaları gerçekten de basılı şekilde iletmek etkiyi arttırıyor olabilir miydi? Taraftar inisiyatifi temsilcileri Manuel Geber ve Marius Kanziger Rauball'ın ve Bundesliga yönetimi'nin toplantı öncesi taraftarları dinlemesinden dolayı bir hayli memnun kalmış:
“Bu imzalar Almanya'daki taraftarların bu konudaki tutumunun en açık sinyali. Futbola dokunan herkesi etkileyen bir konudaki karar futbol yönetimlerine bırakılamayacak kadar ciddi. Toplantıda umarım tüm kulüpler açıkça birbiriyle tartışır ve kapalı kapılar arkasında gizli görüşmeler yaşanmaz. Bay Rauball bu konuda bize garanti verdi."
Toplantıda 50+1 Kuralı'na karşı olan kulüp yöneticileri de vardı tabii ki. Görüşmelere katılan 34 kulüp temsilcisinin 18'i, 50+1 kuralının değişmesine karşı oy kullandı. 9 kulüp çekimser, 4'ü kuralın değişmesi için oy verirken, 3 kulüp ise oy vermedi. 18 temsilcinin başı çekenlerinden biri St. Pauli yöneticisi Andreas Rettig'di, oylama sonucunu resmi açıklama olmadan sızdıran da. Rettig, sıkı tartışmaların olduğunu ama iyi bir uzlaşma alanı oluştuğunu söyledi konu hakkında verdiği röportajında. O uzlaşma noktası ise, 50+1 kuralını tutarken futbol dünyasındaki gelişmelere ayak uydurabilecek çözümler aramaktı. Rettig oylama sürecini özetlerken bu sonucun ardından keyifli bir akşam geçirdikten sonra hak mücadelesine devam etmek gerektiğinin altını çiziyor.
Bu kuralın değişmesi gerektiğini kimlerin savunduğunu tahmin etmek zor değil. Bayern Münih yöneticisi Karl-Heinz Rummenige, “Kulüplerin nasıl yönetileceğine her kulüp kendi bünyesinde karar vermeli” düşüncesini daha önce açıklamıştı. Takımın eski kalecisi ve şu anda Almanya'nın en önemli yorumcularından biri olan Oliver Kahn da, “Yatırımcıların gelişi ve gelenek birbirinden ayrılabilir şeyler” diyerek fikrini beyan etmişti. Leverkusen, Hoffenheim, Leipzig gibi kulüpler ise ligdeki 'sahipli' istisna(!) takımlardan olmaya devam ediyor. BVB Dortmund, 1. FC Köln, St. Pauli gibi takımlar da kuralın değişmemesi gerektiğini savunanlar arasında en başta yer alanlardan.
KARŞILIKLI DİYALOG VE ÖRGÜTLÜLÜK
Toplantıdan çıkan 2 farklı sonuç daha var. Biri büyük tartışmalara neden olan video asistan hakem kuralının devam edeceği, 2. Bundesliga'ya da önümüzdeki sezondan itibaren adapte edilmesi ile pazartesi maçlarına yapılan boykot gerekçesiyle ilerleyen tarihte tekrar bir araya gelip maç günleri üzerine görüşülmesi kararı alınmış.
Taraftar kadar, yöneticilerin tutumu da yaşanan tartışmalar sürecinde ve sonuca ulaşmada bir hayli önemliydi. Fakat taraftarların bu kadar baskısının olması yöneticilere diz çöktüren nedenlerden biriydi. 3097 taraftar kulübü ve 156 adet futbol derneğinin imzacı olduğu bir konuyu elinin tersiyle masadan itmek, o konuya kulak tıkamak, yıllardır taraftar ortalamasıyla övünen Bundesliga'nın kendine yapacağı en büyük ihanet olacaktı, olmadı.
Bu süreçten öykünülmesi gereken birkaç ders de yok değil. Milli takım araları kulüpler ve taraftarların ve futbolu yönetenlerin bir araya gelerek sorunlarını çözebileceği zamanlar olarak değerlendirilebiliniyormuş. Taraftarı dinlemek o kadar da zararlı olmayabiliyormuş. Federasyon ile lig yönetiminin iç içe geçişli gözükse de yine de ayrı olması çeşitli süreçlerin sürdürülmesi, futbolun yönetimi açısından daha verimli olabiliyormuş. Örneğin, 22 Mart günü kulüpler toplanıp kulüp yapıları ile ilgili kendi kararlarını alırken, federasyon ve temsilcileri milli takımla birlikte İspanya maçına hazırlanabiliyormuş. Bugünlerde Türkiye'de çokça tartışılan ve gündeme geldiği gibi geçilmesi gereken yegane sistem olarak görülen kulüp sahipliği yapısı dünyanın her yerinde geçer akçe olarak görülmeyebiliyormuş. Çıkarılacak bir sürü daha ders var elbette. Ancak en mühimi de şu ki, örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet öyle istediği anda yıkamıyormuş!