Yıllar yıllar önce Köroğlu’nun zenginden alıp fakire vermek için yol kestiği dağlar... Renklerin kaç tonu varsa hepsine sahip “orman denizi”... Kartpostallardan fırlamış göller... Bunların hepsi benim aklımı başımdan almaya yetiyor da artıyor bile... Ve daha nice doğal güzellikleriyle Bolu’dayız abüsünü...
1968 yapımı “Köroğlu” filminde, Koca Yusuf (Mümtaz Ener) böyle diyordu. Köroğlu Ruşen Ali’nin (Cüneyt Arkın) Bolu Beyi’ne karşı mücadelesini anlatan filmi izlediğimde yaşım çok küçüktü. Yukarıdaki gibi “Bey kısmı bilmediği işi erbabına bırakmıyorsa ahmaklığı yedi diyara türkü olur.” sözleri de şimdi daha bir anlamlı geliyor bana.
Hazar Denizi’nden Balkanlara kadar geniş coğrafyada farklı varyantları bulunan bir destan Köroğlu... Koca Yusuf, Bolu Beyi’nin seyisidir. At meraklısı Bolu Beyi, seyisi Yusuf’u cins bir at almaya gönderir fakat Yusuf’un getirdiği tayı beğenmez, adamın gözlerine mil çektirir. Yusuf, tayı ve oğlunu alır, çekip gider. Ruşen Ali, babasının tarif ettiği tarzda, tayı karanlık bir ahırda besler. Tay, belli bir zaman sonra eşsiz bir küheylan olur. Yusuf ile Ruşen Ali, Aras Irmağı’na gider, orada Bingöl’den inecek üç sihirli köpüğü bekler. Yusuf, köpükleri içince, tekrar görmeye başlayacak, gençleşecek ve Bolu Beyi’nden intikamını alacaktır. Fakat Ruşen Ali, köpükleri kendisi içer, babasına köpüksüz su verir. Yusuf, buna bir yandan üzülür, bir yandan da, oğlu intikamını alacak bir yiğit olacağı için sevinir. Bu sihirli üç köpükten biri Köroğlu’na ebedî hayat, biri yiğitlik, biri de şairlik sağlar. Yusuf, oğluna intikamını almasını tavsiye ettikten sonra ölür. Ruşen Ali, Kırat’la dağa çıkar, “Köroğlu” diye nam salar; bezirgânlardan, beylerden, paşalardan aldıklarını yoksullara dağıtır. Delikli demir (tüfek) icat olunup da eski yiğitlik gelenekleri bozulunca, arkadaşlarına dağılmalarını tavsiye eder, kendisi de sırra kadem basar.
ELİN ROBİN HOOD’U VARSA...
Anlayacağınız elin Robin Hood’u varsa bizim de Köroğlu’muz var. 16. yüzyılda Bolu’da yaşadığı varsayılıyor bu kahramanın. O nedenle Bolu’daki türkülerde, oyunlarda, hikâyelerde, dağlarda, yer adlarında, kısaca her yerde Köroğlu’ndan izler görmek mümkün... Eğer muhalifse siyasetçilerin de en önemli argümanlarından biri, “Köroğlu’nun torunları” olmak... Bu denklemden midir bilmiyorum bir gün şehre gelen Binali Yıldırım, halka “Bolu Beyi’nin torunları” diye seslenmiş. Ben Bolu’da Bolu Beyi’ne dair bir simgeye ya da onun torunu olmakla övünen birine denk gelmedim. Öte yandan Kırat’ı sembol olarak kullanan geçmiş siyasi parti çizgilerine dair de birkaç laf edecektim ama bu tartışma uzar gider; vazgeçtim.
BENDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİ’NE
Bolu merkezindeki tüm hareket, Bolu Belediye binasının önündeki, “Benden selam olsun Bolu Beyi’ne” yazılı, elinde sazı, altında Kırat’ı bulunan Köroğlu heykelinin etrafında yaşanıyor. Şehre dışarıdan gelenler de selfi çekmeden geçmiyor bu heykelin önünden. Heykelin bulunduğu İzzet Baysal Caddesi, şehrin mecburiyet caddesi ve araç trafiğine kapalı... Her şey, Kardelen Meydanı ile Belediye Meydanı’nı birbirine bağlayan bu caddede dönüyor. Yeme içme mekânları, dükkânlar bu civarda... İnsanlar, ya bisikletleri ile kendilerine ayrılmış bisiklet yolundan ilerliyor ya da bir aşağı bir yukarı turluyor.
GENÇLERİ NE YAPIYOR?
Üniversite öğrencileri şehrin eğlence ve sosyal hayatını biraz canlandırsa da öyle çılgın yerler hayal etmeyin. Kartalkaya yolu ve Abant gibi şehir merkezi etrafında daha renkli mekânlar olabilir ama maalesef Bolu insanı, ekonomik nedenlerden pek de buralara gitmeyi “tercih” etmiyor.
İçinde kocaman yapay bir gölü olan, yemyeşil kampüslü İzzet Baysal Üniversitesi’nde de bolca şenlik, konser, tiyatro ve sinema gösterimi yapıldığını söylüyor öğrenciler. Bir de ilginç gelenekleri var üniversitelilerin: Kadınlar, “mezuniyet kınası” düzenlerken erkekler, mezuniyetlerini çiğ köfte partisi ile kutluyormuş! Ben anlatanların yalancısıyım. Bolu’nun gençleri ise kendi aralarında takılmak için daha çok çevredeki yeşillik alanları ve daha sonra anlatacağım gölleri tercih ediyor. Şunu da belirtmeden geçmeyeyim; çevre illerine inat, bu şehirde kadınlar daha rahat...
ŞEHİR ŞEHRİ!
Gelibolu, Tirebolu, Safranbolu gibi yer isimlerinde “bolu”nun geçmesiyle ilgili daha önce hiç durup düşünmemişim. Eski Yunanca’da “polis”, şehir demekmiş. Zamanla polis, olmuş sana “bolu”... Bolu’nun isminin de “Claudio Polis”ten geldiği iddia ediliyor. “Bolu şehri” deyince “şehir şehri” demiş oluyoruz o zaman. Bir rivayete göre de Osmanlılar zamanında bölgede, bol olarak uluğ-âlim olması nedeniyle yöre, önceleri “Bol Uluğ”, zamanla “Bolu” olarak isimlendirilmiş. İsmi nerden gelirse gelsin Bolu ve civarında milattan öncesinden beri çeşitli medeniyetler yaşamış. Bu nedenle Bolulular, elini nereye atsan bir tarihî eserin çıktığını anlatıyor. Hatta şöyle bir şehir efsanesi de dolaşıyor: İddiaya göre Kültür Sitesi yapılırken sürekli müteahhit değişmesinin sebebi, kazıda voleyi vuranın tüymesiymiş!
'BOLU’YU SEVİYORUZ, KALIYORUZ'
Etrafı dağlarla çevrili Bolu, denizden 710 metre yükseklikte ve genişçe bir ovada kurulu... Komşuları Sakarya, Bilecik, Eskişehir, Ankara, Çankırı, Zonguldak ve Düzce. Çocukken Bilecik’ten bayram alışverişine hep komşu illere giderdik ama Bolu’nun adı bile geçmezdi. Bu bile Bolu’nun ne kadar küçük bir şehir olduğunu göstermesi açısından önemli bence. Ablamların, eşinin görevi nedeniyle Bolu’da yaşadığı dönemde de sık sık gitmişliğim var; İstanbul-Ankara yolu üzerinde bulunmasına, coğrafi açıdan avantajlı bir konuma sahip olmasına rağmen fazla yatırım görmemiş. Aslında bu dezavantaj gibi görünse de eskiden pek büyük göçler de almayarak, demografik yapısını korumuş (Gerçi son zamanlarda Suriye’den gelen göç ve bu konuda belediye başkanının söylemleriyle epey gündeme geldi Bolu). Bu açıdan eski ilçesi Düzce’den biraz ayrılıyor. Düzce’yi il yapan 1999 depreminden sonra Düzcelilerin göç etmesiyle kentin çehresinin nasıl değiştiğini geçtiğimiz ayki yazımda anlatmıştım. Enteresandır, depremden sonra Bolu’da camlarına “Bolu’yu seviyoruz, kalıyoruz” yazılı kâğıtlar asanlar olmuş ve Bolulu, Bolu’da kalmış.
EN MUTLU İKİNCİ İL (Mİ?)
Geçtiğimiz yıl Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan “Yaşam Memnuniyet Araştırması” sonucunda Bolu, Isparta’dan sonra en mutlu ikinci il olarak kayıtlara geçti. Üçüncü ilin de Bilecik olması TÜİK’in mutluluk kavramını sorgulamama sebep olmuştu. Boluluların söylemlerine bakınca da şüphem giderek artıyor. “Mengen-Gerede, insanlık nerede?” diye özlü söze sahip Bolu’da yaşayanlar, şehrin havasındaki kasvetin insanların ruhuna işlediğini, insanların neşelerinin de o kasvet altında kaybolduğunu söylüyor. Bolu merkezi, gerçekten kışın çok soğuk ve kasvetli bir şehir hâline geliyor. Kimisi bu durumun Boluluları İskandinav ülkelerindeki gibi soğuk ve mesafeli hâle getirdiği yorumunda bulunmuş. Bu arada Boluluların kendilerine “Bolu ayısı” dediklerini biliyor muydunuz? Demek ki onlar da bu durumdan pek memnun değil.
Gerçi gün içinde büyük şehirlerdeki gibi trafik stresi yaşamamanın TÜİK’in bu araştırmasında etkisi olmuş olabilir. Merkezde her yere yürüyerek ulaşabiliyorsunuz. Trafik ışıkları olmayan yerlerde karmaşa da yok, yayaysanız yol da veriliyor. Trafikte en sinir olduğum şeylerden biri sürücülerin dönel kavşaklarda (göbek ya da ada dönüşü) dönene yol vermemesidir, Bolu’da bu trafik kuralına uyulması beni şaşırtmıştı. Şimdi gerçi bu durumu da çok abartmayayım, belki benim gittiğim yıllardan sonra durum değişmiştir, bilmiyorum (umarım değişmemiştir). Trafikten bahsedince İstanbul-Ankara arasında -özellikle de ülkede toplu göçün yaşandığı tatil zamanlarında- Bolu Dağı’nda mahsur kalmayan bir ülke evladı yoktur değil mi? Ama siz, siz olun Bolu’yu sadece o trafikte geçirdiğiniz süreye indirgemeyin ve birisi “Boluluyum” deyince ilk tepkiniz bu olmasın.
ABÜSÜNÜ!
Her ilin kendine özgü hitap kelimeleri, çok ilgimi çekiyor. Yine çok abartmayayım ama o ilin kendine has en önemli özelliği gibi geliyor. Bunu öğrenmezsem şehirle ilgili bildiklerim hep yarımmış, eksikmiş gibi geliyor. İşte Bolu’nun bu özel kelimesi de “abüsünü” ya ad “abüsünün”... Cümle içinde de kullanayım daha iyi anlaşılsın: “Abüsünü memleket nire?”, “Niçun gelmeyan abüsünü?”, “Napıyen abüsünün.”
MENGEN’İN AŞÇILARI
Malumunuz Bolu, özellikle de Mengen, aşçılarıyla da ünlü bir şehir... Öyle ki Mengen’den yetişen aşçıların tarihinin padişah mutfaklarına kadar dayandığı, Atatürk’ün aşçısının da Mengenli olduğu biliniyor. Gerçi en iyi aşçıların Bolu’yu terk ettiğiyle ilgili rivayetler var ama ben Bolu’da gayet lezzetli yemekler de yedim. Her yıl ağustos ayında Mengen’de Türkiye’nin tek “Aşçılık Festivali” düzenleniyor. Konu yemekten açılınca aklıma ne geldi? Bir gün Bolu’da ablamla gezerken “Kumru yiyelim.” Dedim ve o şiddetle bana karşı çıktı. İzmir’e özgü ve sadece şeklinden dolayı “kumru” adını alan bu sandviçin kumru kuşundan yapıldığını sanıyormuş. Epey gülmüştük. Şimdi Bolu yazısını hazırlarken baktım ki epey Bolulu da ablam gibi sandviçin kumrudan yapıldığını düşünüyormuş. Hemen ablamı arayıp yalnız olmadığını söyledim. Buraya da yazayım ki belki Bolu’da hâlen o kumrucu açıktır da işleri bu sayede biraz olsun açılır.
HER YER İZZET BAYSAL
Buraya kadar fark ettiniz mi? Sürekli “İzzet Baysal” ismi geçiyor. Uzun yıllarını Bolu’da geçiren Ekşi Sözlük yazarı “cagdascoban”, “Bolu” başlığında, “Bu şehirde İzzet Baysal Hastanesi’nde doğarsınız, onun anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise, üniversitesinde okursunuz. Yaptırdığı eserler yazmakla bitmez. Bir insanın şehrine, ülkesine nasıl faydası olur, çok güzel bir örnek.” diye yazmış. Hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler, İzzet Baysal Vakfı’nın internet sayfasını inceleyebilir. Acaba İzzet Baysal olmasaydı, Bolu nasıl bir yer olurdu?
DOĞADAKİ RENKLERİN TÜM TONLARI BİR ARADA
Türkiye’de doğa turizmine ilgi, her geçen gün artıyor. İstanbul ve Ankara’ya yakınlığıyla da Bolu, önemli seçeneklerden biri hâline geldi. Her ne kadar Düzce’nin il olmasıyla artık Karadeniz’e kıyısı olmasa da Bolu’da sadece yeşilin değil, özellikle sonbahar aylarında doğadaki renklerin her tonunu görmek mümkün. Kendinize birçok rota belirleyebilirsiniz. Ama bence Yedigöller’e bir tam gününüzü ayırmalısınız. 1.642 hektar büyüklüğündeki Yedigöller Havzası, 1965 yılında millî park olarak korumaya alınmış. Çok sayıda bitki türünü içeren millî park, Türkiye’nin en güzel, karışık doğal ormanlarına sahip... Yaban hayatın da olduğu Yedigöller’de Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Kurugöl, İncegöl, Sazlıgöl bulunuyor. Burada kamp ya da piknik yapmak da eminim arkadaşlarınız ya da ailenizle yapacağınız çok güzel bir aktivite olacaktır. Gerçi bungalovlar da var ama para mefhumunu algılayamadığımdan mıdır, bilemiyorum ödenmeyecek düzeyde olmasa da bana epey pahalı gelmişti. Kontrol ettim, şu anda benim için gerçekten ödeyemeyeceğim miktara gelmiş! Ama siz bana bakmayın. Benim pahalı olduğunu düşündüğüm miktar, size normal gelebilir. İnsanların tatillerde konaklamaya ayırdığı bütçeleri duyunca her zaman dudağım uçuklar benim.
EFSANE YEDİGÖLLER
Biz şöyle bir çözüm bulmuştuk. Bir sonbahar günü arkadaşlarımla ve arabayla yola çıkıp Mengen tarafındaki Yedigöller yoluna sapmış; şimdi tam konumunu hatırlayamadığım Başyellice-Yazıcık-Akçabey yolu üzerinde bir köy evinde kalmıştık. Sobalı bir odada uykunun ve nefis bir kahvaltının ardından sahne Yedigöller’indi. Gördüğüm renklere, manzaralara inanamamıştım. Dönüşümüzü ise Göynükçukuru-Hamzabey tarafından yaparak millî parkta tam bir tur atmıştık.
Kendi kendime her sonbaharda Yedigöller’e gitme sözü verdim ama nerdeee? Gerçi bir kere de kasım ayında tek başıma motosikletle gitmeye çalışmıştım ama maalesef Yedigöller’e on dokuz kilometre kala, ilerideki buzlanma nedeniyle arabalar dönmem konusunda beni ikna etti. Yine o köy evini bulmak için Mengen’e doğru gittim ama o yola sapmaya da cesaret edemedim ve merkezde kendime hemen kalacak yer buldum. Gece boyunca Yedigöller’in fotoğraflarına bakarak, hakkında ne bulduysam okudum. İşte okuduklarımdan size bir efsane:
YEDİGÖLLER EFSANESİ
“Efsaneye göre çaresizlere çare, dertlere derman, tül kanatlarında mutluluk taşıyan ve bunları cömertçe insanlara bağışlayan iyilik perilerinin yurdu Yedigöller’miş bir zamanlar. Sonra Bolu Beyi’nin oğlu buralarda av yaparken bir beyaz güvercinin peşine düşmüş. Güvercin daldan dala kona göçe Yedigöller’in bulunduğu yere gelmiş. Oğlan da ardından... Tam yayını gerip okunu salacağı zaman güvercin dünya güzeli bir kız oluvermiş. Oğlanın aklı başından gitmiş, dizlerinin bağı çözülmüş, Yayını geren parmakları gevşeyivermiş. Ok da hedefine ulaşmış. Peri kızı kalbinden vurulmuş. Bir ah sesi, bir kara bulut, bir yıldırım, yer kaynamış, gök ağlamış. Akan sular, kaynayan pınarlar, peri kızının kanı, canıymış. Su sesleri de onun iniltileri... Ağlayan perilerin gözyaşları orada burada öbek öbek göller oluşturmuş.”
ABANT VE GÖLCÜK
Bolu’nun en meşhur ve en çok ziyaret edilen gölleri Abant ve Gölcük’e ben de kaç kere gittiğimi hatırlamıyorum. Her ikisinin de kışın nefis bir manzarası oluyor ama yazın günübirlik geleni daha çok.
Abant Gölü, merkeze otuz dört kilometre uzaklıkta, Abant Dağları üzerinde oluşmuş bir krater ve birikinti gölü... Alanı 127 hektar olan ve yeraltı sularıyla beslenen gölün derinliği ise 18 metre... Gölcük, merkeze daha yakın; on üç kilometre mesafede... Suni olarak yapılmış bu set gölünün yüzeyi dört buçuk hektar...
BOLU MERKEZ
Bolu merkezde kalıyorsanız ya da yemek için bile uğradıysanız Bolu Müzesi’ni gezebilirsiniz. Kültür Merkezi binasının giriş katında yer alan müzede sergilenen eserler arasında özellikle Roma dönemine ait mermer heykeller, pişmiş toprak ve cam mezar hediyeleri dikkat çekici... Yine mahalli el sanatlarından Mudurnu oyalarını, Kıbrısçık giysilerini, ziraat aletlerini, Bolu geleneklerine dair canlandırmaları ve saire görme fırsatı yakalamış olursunuz.
Bolu merkezde bir de görebileceğiniz, Tarihî Bolu Hükümet Konağı var. Konak hâlen Bolu Valiliği olarak kullanılıyor. Merkez’in Büyükcami Mahallesi’ndeki Aşağı Taşhan ve Yukarı Taşhan ile Gerede’deki Kiliseli (Tüccar) Han da 18 ve 19. yüzyıllara tarihlenen yapılar.
ALTERNATİF ROTA
Hani Yedigöller’e motosikletle ulaşamadan merkeze döndüğümü yazdım ya, ben de hemen kendime ertesi gün için alternatif bir güzergâh belirlemiştim. Mudurnu yolu üzerinden sürmeye başladım. Hemen on kilometre sonraki Akkaya Travertenleri, “Bolu’nun Pamukkale’si” olarak ün yapmış bir yer. Özellikle yaz aylarında traverten havuzları serinlemek amacıyla çok ilgi görüyor.
Vaktiniz varsa Gölköy Barajı da buraya çok yakın. Ulaşım kolaylığı nedeniyle daha çok piknikçilerin ilgisini çeken Gölköy’ü ve günümüzden yaklaşık 300 yıl önce heyelan sonucu oluşan Sülüklügöl’ü es geçip tercihimi Sünnet Gölü ve Çubuk Gölü’nden yana kullandım.
Erenler ve Korudağ tepeleri arasındaki derin vadinin heyelanla tıkanması sonucu oluşan Sünnet Gölü, seçimimden dolayı beni pişman etmedi ve kenarında huzur dolu dinlenme fırsatı buldum. Ama en çok Göynük’teki Çubuk Gölü’nü beğendim. Heyelanın vadiyi tıkaması sonucu oluşan Çubuk Gölü ve çevresindeki köyler, dizi ve film çekimlerinde mekân olarak kullanılmış. Zaten 2005 yılında bir dizi için yapılan gölün etrafındaki yel değirmenleri, burayı fantastik bir görüntüye kavuşturmuş. Bu arada Bolu’da Karagöl, Karamurat ve Yeniçağa göllerinden de övgüyle söz edildiğini duyduğumu belirtip “sulu” konuları kapatayım.
TARİHÎ BOLU EVLERİ
Bu güzergâhta geçtiğiniz Göynük ve Mudurnu, “Citta Slow” yani “Sakin Şehir” ilan edilmiş. Tarihî Bolu evlerinin en güzel örneklerini bu ilçelerde görebilirsiniz. Bolu’daki toplam 360 adet sivil mimari örneği konağın otuz ikisi Merkez’de, 114’ü Göynük’te, 207’si ise Mudurnu’da. Yine Bolu’da düzensiz kentleşmenin en fazla tahrip ettiği eserler arasında yer alan ve çoğunluğu 19. yüzyıla ait çeşmeleri de bu ilçelerde görmek mümkün. Geçerken Göynük’teki Zafer Kulesi’ne, Mudurnu’daki Saat Kulesi’ne de bir selam verebilirsiniz.
SEBEN KAYA EVLERİ
Her yerin kaya evleri olur da Bolu’nun olmaz mı? Bolu’nun Seben İlçesi’nde, birbirine yakın aralıklara, kayalara oyularak yapılmış çok sayıda evden oluşan yerleşim yerleri mevcut... Bunlardan en önemlileri Muslar Mahallesi, Çeltikdere, Karca, Solaklar, Alpagut ve Kaşbıyıklar köylerinde bulunuyor. Dört beş katlı kaya evlerinin her katı birbirine baca merdivenlerle bağlı.
Seben’in Çeltikdere köyü yakınlarında bir de Bizans kilisesi kalıntıları bulunuyor. Orta Bizans döneminin (MS 842-1240) klasik dinî mimari şemasına uygun olarak haç biçiminde inşa edilen yapı, 1950’li yıllara kadar cami olarak kullanıldıktan sonra kaderine terk edilmiş durumda.
ORMANLAR VE YAYLALAR
Bolu’nun doğasını anlatmakla bitirmek gerçekten imkânsız. Hangi yola sapsanız bir orman içinde kendinizi bulabilirsiniz. Zira il topraklarının yüzde 59’u ormanlarla kaplı... Çakmaklar Çamlığı ve Beşpınarlar Ormaniçi Dinlenme Yeri, ilin mesire alanları... Ulaşımı biraz zor olan Köroğlu Şelalesi’ne ben gidemedim ama umarım sizler görme şansı yakalarsınız.
Ona keza yaylalar... Bolu arazi yapısı, iklimi, su kaynakları ve doğal bitki örtüsü gibi özellikleriyle yayla zengini illerden biri; toplam 383 adet yayla olduğu belirtiliyor. Çoğuna ulaşım genel olarak zor değil. Aladağ, Sarıalan, Kızık, At, Dörtdivan, Karabey, Kaşıkçı, Belen, Karaköy, Kökez, Bölücekkaya, Karadoğan, Devevira, Tenbel, Ardalan, Sarıklı, Soğucak, Akçakoca, Bürnük, Sepetçiler, Çelebioğlu, Çiftçatak, Dedeler, Alpağut, Dodurga, Dağyolu, Taşlıyayla, Gerenözü yaylaları en çok tercih edilenler...
KAPLICALAR
Bolu’nun ilçelerinde çok sayıda tarihî hamam, cami, köprü ve kale kalıntıları var. Bunlara özel ilgisi olanların bilgilerine çok kolayca ulaşabileceğine inandığım için ayrıntısına girmiyorum. Gerçi şahsen çok sevmediğim için kaplıca konusuna da girmeyecektim ama Bolu’dan bahsedip de bunu yazmazsam kesin Bolulular bana tepki gösterir. Çünkü kaplıcalar, Bolu’nun önemli bir turizm kaynağı... Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunan Bolu, önemli jeotermal kaynaklara sahip... Karacasu, Mudurnu Babas ve Sarot, Seben Pavlu kaplıcaları ile Göynük Çatak kaynağı, Bolu’nun termal turizm potansiyeline sahip yerlerinin başında geliyor. Karacasu’daki kaplıcalar bölgesinde bir de Sağlık Bakanlığı’na ait Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi hizmet veriyor. Ablamların evi tam da Karacasu Kaplıcaları’nın yanındaydı ve ben bir kez olsun gitmedim.
YAZ KIŞ SPOR
Bolu’nun bir turizm geliri de spordan... Özellikle yaz aylarında başta profesyonel futbol takımları olmak üzere çok sayıda spor kulübü tarafından kamp merkezi olarak kullanılıyor.
Böyle bir coğrafya elbette yamaç paraşütünden su sporlarına, dağcılıktan yamaç paraşütüne, çim kayağından kış sporlarına, yürüyüşten bisiklete kadar birçok spora da ev sahipliği yapıyor.
Kartalkaya Kayak Merkezi, zaten epey bir üne sahip... Ama Gerede ilçesindeki Esentepe Kayak Merkezi’ni ben ilk defa duydum. Türkiye, beni bu açıdan çok şaşırtıyor. Birçok ilde kayak merkezi var ama kimsenin bunlardan haberi olmuyor. Yeterli bütçe ve destek olmadığı için pist sayısının azlığı ve teleferik ulaşımının sınırlı olması gibi sebeplerle de bir türlü popülerleşemiyorlar. İnsanlar da haklı! Ne diyelim? Bizden selam olsun Bolu Beyi’ne!