Burcu Karakaş: “Evet, haklısınız. Ama bu ilk kez olmuyor!”

Burcu Karakaş 'Manşetleri Gör, Aklını Kaçırırsın' kitabında 90'lı yılların gazeteciliğini inceliyor. Karakaş, “Evet, haklısınız. Ama bu ilk kez olmuyor!” diyor.

Abone ol

DUVAR - Gazeteci - yazar Burcu Karakaş'ın son kitabı 'Manşetleri Gör Aklını Yitirirsin' İmge Kitabevi etiketiyle çıktı. Karakaş, 90'lı yıllarda gazetecilerin ve medya sektörünün yaşadığı zorlukları kaleme aldığı kitabında şöyle diyor: ''Birkaç yıl önceye kadar iyi kötü bir süreç vardı ve bu medyanın diline de yansıdı. Ama süreç bitince medya yine fabrika ayarlarına geri döndü. Kitapta Ruşen Çakır’ın söylediği bir şey var. Biz o zaman görüştüğümüzde bugünkü gibi bir savaş ortamı yoktu. Türk medyasının “genlerine sinmiş” bir Kürt alerjisi olduğunu, süreç boyunca arada dönüşen gazeteciler olsa da genelde çoğunluğun “mış gibi” yaptığını ifade etmişti.

Hakikaten de öyle olduğunu süreç bozulunca gördük. 90’larda Kürt sorununu askerlerin gözünden anlatırken, şu an tüm süreci siyasi iktidarın lafından çıkmayarak anlatan bir medyadan bahsediyoruz. Bu da ‘’kaypaklık’’ yani… Bundan yaklaşık üç sene önce Milliyet gazetesinde Ahmet Türk’ün tam sayfa röportajları çıkıyordu. Mardin’deki evine gidip yemekler yeniyordu filan.… Tutuklandığı zaman ne oldu? İkisi arasında yıllar falan da yok yani… Dolayısıyla bir tavır değişikliği yok bence. Ana akım medya muktedirin dilini kullanmaya devam ediyor.''

.

Röportajın tamamı şöyle:

Seninle aynı kuşaktan sayılırız. 90’larda çocuk olan bizlerin, medya ile ilgili algılarının yıkılmasına sebep olan ana olay Gezi Direnişi diye düşünüyorum. ‘Manşetleri Gör Aklını Yitirirsin’ kitabını yazmandaki ana etken bu eylemler sırasında medyanın takındığı yanlı bakış açısı olabilir mi?

Evet, diyebiliriz. Gezi eylemleri sırasında insanlar haklı olarak medyaya birçok eleştiride bulundu ve bunlar çok haklı tepkilerdi. Ama biraz da gecikmiş tepkiydi aynı zamanda. Aslında kitabın ana çıkış noktası o oldu. Sansürün ve oto sansürün medyada her dönem olduğunu biliyoruz. Medyanın içinde var olan mekanizmalar bunlar. Kamuoyunun tepkisini bu kadar yüksek sesle dile getirmesinin ana etkeni, polis şiddetinin İstanbul’un göbeğinde yaşanmasıydı.

Kitabı okuyanlara şunu demek istedim sanırım: “Evet, haklısınız. Ama bu ilk kez olmuyor!” Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri sansür meselesinin işlediğini görüyoruz. 90’lardan sonra bölgede muhabirlik yapan gazetecilerin anlatılarını az çok okuduk. Son zamanlarda özellikle kitaplar, filmler ortaya çıktı. Ancak muhabir olarak gönderdiğiniz her haberde son sözü yazı işleri söyler. Dolayısıyla ben de kitapta mutfakta, yani yazı işlerinde, yer alan ya da yeri gelince inisiyatif kullanabilen gazetecilere söz hakkı verdim.

Kitapta Ertuğrul Özkök’ün, Öcalan yargılanırken MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un bazı gazetecilerle görüşmesini –kendisi de dâhil- ve ‘’Öcalan’ın asılmaması için kamuoyu oluşturulmasını istedi’’ cümlesini söylediğine yer vermişsin. 90’lı yıllara nazaran devletin medya ve algı yönetimi konusunda basına karşı tavrında bir değişiklik olduğunu düşünüyor musun?

TÜRK MEDYASININ KÜRT ALERJİSİ

Birkaç yıl önceye kadar iyi kötü bir süreç vardı ve bu medyanın diline de yansıdı. Ama süreç bitince medya yine fabrika ayarlarına geri döndü. Kitapta Ruşen Çakır’ın söylediği bir şey var. Biz o zaman görüştüğümüzde bugünkü gibi bir savaş ortamı yoktu. Türk medyasının “genlerine sinmiş” bir Kürt alerjisi olduğunu, süreç boyunca arada dönüşen gazeteciler olsa da genelde çoğunluğun “mış gibi” yaptığını ifade etmişti.

Hakikaten de öyle olduğunu süreç bozulunca gördük. 90’larda Kürt sorununu askerlerin gözünden anlatırken, şu an tüm süreci siyasi iktidarın lafından çıkmayarak anlatan bir medyadan bahsediyoruz. Bu da ‘’kaypaklık’’ yani… Bundan yaklaşık üç sene önce Milliyet gazetesinde Ahmet Türk’ün tam sayfa röportajları çıkıyordu. Mardin’deki evine gidip yemekler yeniyordu filan.… Tutuklandığı zaman ne oldu? İkisi arasında yıllar falan da yok yani… Dolayısıyla bir tavır değişikliği yok bence. Ana akım medya muktedirin dilini kullanmaya devam ediyor.

Mehmet Y. Yılmaz’ın 90’lı yıllarda ana akım medyanın Kürt meselesi konusundaki işlevinin şehit cenazelerini ön plana çıkararak kamuoyundaki gazın boşaltıldığı görüşünün bugün de ana akım medyada geçerliliğini koruduğunu düşünüyor musunuz?

.

Toplumun gazı derken tam olarak hangi toplum kastediliyor? Türk toplumu mu, Kürt toplumu mu? Böyle keskin bir ayrımın manalı olmadığını düşünenler olabilir ama bir noktada böyle bir durum da var nihayetinde. Mehmet Y. Yılmaz, şehit cenazeleri geldiğinde Türk toplumundaki öfkeye işaret ederek bunu söylemişti ama ben basının böyle bir işlevi olduğunu düşünmüyorum. Olmamalı. Ayrıca o “işlev” başarılı olsaydı sanırım biz yıllar sonra niye aynı şeyleri yaşamazdık.

Kitapta görüşlerine başvurulan gazetecilerin ortak görüşlerinden biri, 90’larda medyada “Kürt” kelimesinin kullanılamaması/kullanılmaması… Bugün, medyada “Kürt’’ kelimesi kullanılabiliyorken sansürlenen yeni kelimeler nelerdir? İkinci olarak, evet “Kürt’’ kelimesi kullanılabiliyor fakat durumun kendisinde bir değişiklik yok diyebilir miyiz?

Durumun kendisinde tabii ki bir değişiklik yok. Süreç devam ederken mesela Erdoğan, “Benim Kürt kardeşlerim’’ sözünü çok sık kullanırdı ama uzun zamandır onu da duymadık. Şu an topyekûn bir mücadele var. Şimdi “muhalif’’ kelimesinin karşılığı olarak “terörist’’ kelimesi kullanılıyor medyada. Bu söylem Kürtlerin alışkın olduğu bir durum ama bazı sanatçılar, akademisyenler için yeni bir durum.

'İNSAN BÖYLE HABER YAPMAKTAN UTANMIYORSA HİÇBİR ŞEYDEN UTANMAZ'

90’lı yıllarda ana akım medya bölgeye muhabir gönderebiliyorken, bugün böyle bir durum söz konusu olabilir mi? İMC TV, Hayatın Sesi TV, Kürt medyası kapatılırken 2016 yılında bölgeden haber almanın yolları nelerdir?

Sosyal medya ve internet olduğu sürece haber almanın yolları kapanmaz ama etki alanı daralabiliyor. Bir yerden bir şeyi yasaklasanız öbür taraftan çıkıyor. İnternete sansür uygulamak böyle bir şey! Bölgeye muhabir göndermek bir tercihtir. Medya bu tercihi kullanmak istiyor mu? Asıl soru bu. İsmet Berkan, Nazlı Çelik gitti mesela. Akrebin içinden haber yaptılar. Mizansen fotoğraf çektiler. İnsan böyle “haber” yapmaktan utanmıyorsa hiçbir şeyden utanmaz herhalde.

'GAZETECİLİK BİR BEDEL ÖDEME HALİ OLMAMALI'

90’lı yıllarda gazetecilik deyince benim aklıma Musa Anter, Metin Göktepe, Uğur Mumcu gibi isimler geliyor. Kürt medyasından öldürülen onlarca gazeteci var ha keza… Gazetecilik bir bedel ödeme hali midir?

.

Gazetecilik bir bedel ödeme hali olmamalıdır. Gazeteciler kahraman da olmamalıdır. Gazetecinin kahraman olarak lanse edilmesi ancak bizim gibi ülkelerde olur olursa zaten. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullardan dolayı gazeteciler bedel ödüyor. Gazeteci işini yaptığı zaman bu durum onun için bir gurur kaynağı değil, yapamadığı zaman iktidar için utanç kaynağı olmalıdır. Aladağ’da çocuklar cayır cayır yanarak öldürüldü.

BBC Türkçe olay yerinden çok basit bir video hazırlamış. Ailelerle konuşmuşlar. Altında şöyle yorumlar gördüm: “Bravo size, haberinizden dolayı kutluyorum.’’ Böyle bir olayda başka ne yapılabilir ki? Siz oradaki aileye mikrofon uzatmayacaksanız da ne yapacaksınız ki? Olay bu noktaya geldi artık.

90’lı yıllara nazaran gazetecilikte ne gibi farklılıklar oldu, kitleye ulaşım meselesinde? İnternet gazeteciliği gün geçtikçe artıyor.

Özellikle darbe girişiminden sonra haber yapmaya çalışan bir avuç mecra da kapandı. Gazeteciler de internet üzerinden imkânlarını kullanarak haberlerini iletmeye çalışıyor. Hala bu işte ısrar edebilenler yani… Hala basılı gazeteler içerisinde hükümet yanlısı olmadan yayın yapabilen, okunabilecek çok az sayıda gazete var. Evrensel, Birgün, Cumhuriyet… Bu zorunlu azlıkta, internet gazeteciliği bir alternatif olarak ortaya çıkıyor.

90’lı yıllarda politik olarak çok sert bir ortam vardı ama bir yandan da işin televizyon kısmında özellikle, “Siyaset Meydanı’’, “32. Gün’’ gibi güncel siyasete değinen televizyon programları da yapılabiliyordu.

Evet. İnsanların birbirini dinlediği, birbiriyle tartışabildiği programlar demokrasiye katkı sunabilir ama şu an zaten öyle bir şey yok. Tamamen tek tip bir medya ve “konuşan kafalar” var karşımızda. Bunun ceremesini de hep beraber çekiyoruz. Nasıl ki adalet herkese lazımsa, özgür basın da herkese lazım. Haber alma, herkesin hakkı neticede.

Peki sence insanlar bundan 20 sene sonra bugünün medyasına baktıklarında ‘’Manşetlere Bak, Aklını Kaçırırsın’’ diyecekler mi?

Derler inşallah! 90’larda bir köy boşaltıldığı zaman Hürriyet gazetesi kendi meşrebine göre yorumlayarak gazetesine koyuyordu. Ama şu an sosyal medya var ve insanlar fotoğraf paylaşıp “O öyle değil, aslında böyle’’ diyebiliyor. Biz bunu şimdiden bilebiliyoruz artık. Buna rağmen çarpıtılmış manşetlerle hala karşı karşıya kalıyoruz. Bu da sistematik bir manipülasyon yürütüldüğü anlamına geliyor. Temennim, insanların 20 sene sonrayı beklemeden tam da bugün gördükleri manşetlerle akıllarını kaçırması!