Charles Brockden Brown’ın “Arthur Mervyn; 1793 Yılına Ait Hatıralar” (1799) romanı tıpkı Daniel Defoe’nun “Veba Yılına Ait Bir Anı Defteri” (1722) romanı gibi kurguyu salgına dair bir anı defteri olarak tasarlar. Her iki roman da önemli açılardan Michel Foucault’nun edebi veba tahayyülü tanımına sığdırılamayan özellikler gösterir. Foucault’ya göre edebi veba tahayyülü siyasal düzenin çöktüğü, toplum kurallarının hiçe sayıldığı bir kaosu tarif eder. Ancak 18'inci yüzyılda veba yönetiminin yeni bir iktidar modeli ortaya çıkardığını iddia eden Foucault bu yüzyılın başında ve sonunda yayımlanan bu iki önemli klasik romandan hiç bahsetmez. Dolayısıyla bu romanların incelenmesi Foucault’nun tezinin gözden geçirilmesi ve tezin bugünkü salgının idare ve kültür üzerinde yaratacağı etkiyi yorumlamak için kullanılması açısından elzemdir.
BURJUVAZİ: ÖZERK VE İTAATKÂR
Martin Wagner, Defoe’nun eserinde yasaların uygulanamadığı veba koşullarında dahi kendi kendini karantinaya alan ve yasalara uymaya devam eden bir burjuva öznelliği tespit eder. Böylece Wagner, modern romanın burjuva özerkliğinin bir ifadesi olduğu tezinde bir düzeltme yapar: Burjuva özerkliği mutlak değildir, yasalara itaatkardır. Defoe’nun karakteri hem kimliğini kendi tercihleriyle oluşturmayı, hem de bu kimliğin mevcut düzenle uyumlu olmasını arzulayan burjuva öznelliğini resmeder. Wagner, Foucault’nun vebaya ilişkin kültürel sınıflandırmasına başka bir kategori ekler: Romanın veba tahayyülü.[1]
Brown’ın romanı bu değerlendirmeye başka boyutlar katıyor. Bu roman Amerikan Devriminin henüz hâlâ etkisini sürdürdüğü, Fransa ve Santo Domingo’daki yeni devrim dalgalarının sokaklarda hissedildiği, devrim meselesinin sürekli kamuoyu gündeminde olduğu bir dönemde yazıldı. Bu açıdan Brown farklı bir öznelliği dile getiriyor: Burjuvalaşan köylü.
GOTİK ANLATI: KUŞKU VE GERÇEKLİK
Defoe’nun anonim karakteri H.F.’nin aksine Brown’ın ana karakteri Arthur Mervyn’in adı romanın başlığını oluşturuyor. Romanın ilk bölümünde anlatıcı sarı hummaya yakalanan Arthur’u evine alan Dr. Stevens, ikinci bölümde ise bizzat Arthur. Anlatım tekniğindeki bu farklılık okuyucudaki gerçeklik algısını oluşturmakta yeni bir yöntemin uygulanabilmesini mümkün kılıyor: Gotik öyküleme. Defoe H.F.’nin kuşkuları, tereddütleri ve betimlemede dilin sınırlarına yaptığı vurguyla okurun hayal gücünü tetiklerken metnin gerçekçiliğine ikna ediyor. Brown ise evine aldığı bir yabancının karakterini tartmaya çalışan Dr. Stevens sayesinde okurun zihninde Arthur hakkında kuşku bırakıyor. Sürekli bir şüphe içinde tutulan okur, anlatının ve onun yarattığı gerçeklik algısının çengeline takılıyor. Televizyonlardaki sabah programlarını andırır bir şekilde, aile felaketleri, aldatma, suç ve salgın hikayeleri eşliğinde okur, kendini Philadelphia’nın kent merkezinden taşraya uzanan bir dedikodu ağı içinde buluyor.
VEBA VE AHLAK
Defoe’nun aksine kendini gizlemeyen Brown romana yazdığı önsözde Philadelphia’daki sarı humma salgınının kentin tarihinde yeni bir dönem açacağını iddia ediyor ve ekliyor: “[Vebanın zararları] şimdiden doktor ve ekonomi politikçinin üzerine düşünmesi için yeni ve bol malzeme sağladı. Bunlar, ahlaki gözlemciler için de insan tutkuları ve saiklerine dair yeni bulgular sağladılar.”[2]
Brown’a göre yazar, vebanın ve yoksulluğun zararlarını tarif ederek okurda yardımlaşma duygusunu uyandırır. Çıkar beklemeden ve cesurca yapılan yardımı anlatarak okurun bu soylu davranışı taklit etmesini teşvik eder. Böylece mağdurlara üstün bir hizmet yapmış olur. Bu kuramda roman, devrimle alt üst olan Philadelphia toplumunda rakip değerler üzerinden birbiriyle müzakere eden elitlerarası siyasete bir müdahale anlamı taşıyor.
DEVRİM VE DELİLİK
Arthur Mervyn, Philadephia taşrasında annesinin ölümü ve babasının evde çalışan genç kadınla evlenmesi üzerine evini terk edip kente yerleşen bir çiftçinin burjuvalaşma öyküsünü anlatır. Genç Arthur tesadüfler eseri kendini dolandırıcı Thomas Welbeck’in himayesinde bulur. İtalyan bir aristokratın ölürken ailesine iletmesi için emanet ettiği paraya el koyarak zenginleşmiş Welbeck, fakir delikanlıya önce Fransız stili kıyafetler verir. Aynada kendine bakan Arthur bir devrimin eşiğindedir: “Yirmi dakika önce bu yoldan çıplak ayaklı bir dilenci olarak geçiyordum; ama şimdi böyleyim… Kuşkusuz bir delilik zihnime musallat oldu. Duygularım rüyaların oyunları. Doğanın ağır ilerleyişiyle alay eden bir sihir bu değişime yol açtı.”[3] Brown’ın karakterleri için aklın sınırlarının öğrenilmesi devrimi temsil eder.[4] Yani, devrim bir rüya, bir delilik halidir. Arthur, aynada karşısındaki düşüncelerinden evin Afrikalı hizmetçisi Gabriel’in kahvaltıya çağırmasıyla çıkar. Kölelik devrim sarhoşluğunu ayıltmaya gelmiştir.
Zaman içinde Welbeck’in suçlarına tanık olan Arthur tekrar taşraya kaçar ve yardımsever bir Quaker ailenin yanına yerleşir. Ailenin babasını kendi babası gibi tasavvur eder, küçük kızıyla evlenmeyi düşünür. Maceranın başında onu kente göçe zorlayan dram Arthur’un yeni bir aile bulmasıyla sanki son bulmuştur. Ancak, Arthur Welbeck’in kütüphanesinden aldığı İtalyan aristokrata ait defteri çevirmeye çalışırken içinde yirmi bin dolar keşfeder. Bu esnada Philadelphia’da baş gösteren salgından büyük kızın kentte çalışan nişanlısından haber alınamaması Arthur’u tekrar kente yöneltir. Bu sefer delikanlı parayı meşru mirasçıya iade edecek ve ailenin damadını geri getirecektir. Ne var ki kente gittiğinde yine başından bir dizi macera geçecek ve sarı hummaya yakalanacaktır. Dr. Stevens halsiz düşmüş Arthur’a evinin önünde rastlar ve içeri almaya karar verir. Şimdi Arthur devrim değil reformla sınıf atlayacaktır.
RAKİP ELİT KRİTERLERİ: KAZANÇ VE EĞİTİM
Dr. Stevens Arthur’u yeni bir aile modeliyle tanıştırır: Eğitimli (beyaz yakalı) burjuvazi. Dr. Stevens’ın komşusu tüccar Wortley dolandırıcı Welbeck’in himayesindeki Arthur’u tanıyarak doktoru genci evine almaması için uyarır. Doktorun ticaret dünyasındaki kirli işleri bilmediğini ve saf duygularla hareket ederek aldatılacağını iddia eder. Dr. Stevens ise komşusunun verdiği bilgileri göz ardı etmez ancak ticaretteki tecrübesinden ötürü onun bu konuda yargıçlık yapmasının da uygun olmayacağını söyler. Son karar doktorun eğitim ve empati açısından tüccardan üstün olan eşine ait olacaktır. Roman boyunca beyaz yakalılar ve tüccarlar arasında yeni tanışılan bir kişinin neye göre sınanacağı tartışılır: Duygusal fizyonomi mi, kan bağları ve ticari himaye ağları mı?[5] Çağdaş Türkiyeli okura çok tanıdık gelecek bu tartışmanın altında yatan gerilim Philadelphia’nın elitlerinden kaynaklanıyordu. Elitler kendilerini orta ve alt sınıflardan ayırıyor ancak elit üyeliği için zenginliğin mi, kibar kültürün (gentility) mü kıstas alınacağı konusunda anlaşamıyordu.[6]
Rakip burjuva değerlerin Amerikan devrimiyle yerinden edilen eski Quaker elitlerinin gözünden değerlendirildiği romanda Arthur eğitimli burjuva aile içinde hem fiziksel hem zihinsel bir rehabilitasyon geçirir. Dr. Stevens delikanlıyı iyileştirmekle kalmaz ona yanında çalışarak tıp mesleğini öğrenme fırsatını verir. Artık taşrada bir hayat kurma düşü Arthur’a yetmemektedir. Daha önce ilgi duyduğu taşralı kızın kendisine entelektüel bir eş olamayacağını düşünmektedir. Bu sırada kendisinden dokuz yaş büyük, İngiltere’den yeni göç etmiş bir kadınla tanışır: Achsa Fielding.
SINIF ATLAMA KURUMU OLARAK AİLE
Achsa önceleri Arthur için bir anne modelidir: Romanın başında gencin evi terk etmesine neden olan anne kaybı nihayet yeni bir anne figürüyle giderilir. Achsa ekonomik ve kültürel sermayesiyle Arthur’un hem kişisel gelişimini hem de sınıf atlamasını tamamına erdirecektir. Varlıklı bir Yahudi İngiliz babanın kızı olarak bir asilzadeyle evlenmiştir. Ancak kocası önce başka bir kadınla onu terk etmiş, sonra Fransız Devrimine katılmış, gazetelerdeki son haberler göre de Robespierre tarafından tutuklanmıştır. Böylece çift evlenip murada ermeden devrim son bir gotik sahnede karşımıza çıkar. Aşkını ilan etmek için gece yarısı uyur gezer bir halde Achsa’nın evine giden Arthur, kapıyı çaldığında sevgilisinin eski kocasını karşısında görür. Arthur’un eşiyle evlenmek istediğini öğrenen eski koca delikanlıyı kalbinden hançerler. Karanlığa gömülen genç birden gözlerini açar: Olay sadece bir kabustur. Devrim bir kez daha zihnin sınırlarını zorlayan bir fantezi olarak karşımıza çıkar: Yalnız bu sefer sınıf atlama rüyası değil, sınıf atlamayı tehdit eden bir kabus olarak.
Vebayı devrimle ilişkilendiren Brown’ın romanı Foucault’nun vebaya dair yaptığı siyasi ve edebi rüya ayrımını sorunlaştıran bir örnek sunuyor. Komşusunun iddialarına karşı Dr. Stevens’ın Arthur’u itirafa teşvik etmesi ve böylece yoksul gencin iç dünyasındaki utanç hissini güçlendirmesi Foucault’nun bahsettiği disiplinin güzel bir örneği. Ancak, roman Foucault’nun odaklandığı - hastane, hapishane, tımarhane gibi kamu kurumlarından ziyade ailenin daha etkili bir disiplin aracı olduğunu savlıyor.[7] Dolayısıyla, 18'inci yüzyıldaki veba tahayyülünü incelemek açısından Arthur Mervyn gayet verimli bir kaynak sunuyor.
[1] Martin Wagner, “Defoe, Foucault, and the Politics of the Plague”, Studies in English Literature 57(3), Yaz 2017, ss.501-519.
[2] Charles Brockden Brown, Arthur Mervyn; or, Memoirs of the Year 1793, David McKay, 1889, s.2. Yazı boyunca başvurduğum kaynak Gutenberg Project’te yayımlanmış elektronik kopyadır.
[3] Brown, Arthur Mervyn, s.27.
[4] Robert Levine, “Arthur Mervyn’s Revolutions”, Studies in American Fiction, Cilt 12, Sayı 2, 1984, s.147.
[5] Stephen Shapiro, Culture and Commerce of the Early American Novel: Reading the Atlantic World-system, University Park, Pennsylvania, The Pennsylvania State University Press, 2008, s.267.
[6] Mark Decker, “A Bumpkin Before the Bar: Charles Brockden Brown’s Arthur Mervyn and Class Anxiety in Postrevolutionary Philadelphia”, The Pennsylvania Magazine of History and Biography, Cilt 124, Sayı 4, Ekim 2000, ss.469-487.
[7] Shirley Samuels, “Plague and Politics in 1793: Arthur Mervyn”, Criticism, Cilt 27, Sayı 3, Yaz 1985, ss.225-246; Shapiro, Culture and Commerce, s.267.