Başörtülerini çıkaran, bunu kendileri için “özgürleşme” hamlesi
olarak tanımlayan ve yüzlerini apaçık gösteren fotoğraflarla
memleketin geri kalanına duyuran genç kadınlar elbette olay haline
gelecekti; takıntı ve saplantılarımızı göz önüne alınca, az bile
geldi.
Bu konuda söze başlamadan sanırım bir prosedürü halletmek
gerekiyor. Çünkü bazı kadınlar -olayın kahramanları değil-
erkeklerin bu işe karışmasının caiz olmadığını sert ifadelerle
bildirdiler. Kadınların ne giyeceğine, nerede ne zaman
dolaşabileceğine, nasıl oturup kalkacağına ilişkin olarak, üstelik
çoğu da saçma sapan olmaları bir yana, vicdansızca, insafsızca olan
talimatlarla, buyruklarla, yaptırımlarla hayatı bozan erkeklerin
bolluğu yüzünden böyle bir alan koruma talebini meşru bulmamak
imkânsız. Yine de memleketin herhangi bir meselesini hep beraber
konuşabiliyorken bunu niye konuşamayacağımızı anlayamıyorum.
Hepimizi ilgilendiren, hepimizin hayatını iyileştirecek veya
kötüleştirecek bir konuda, erkekler olarak bizim de haddimizi
bilerek konuşmayı öğrenmemiz lazım, bu da konuşmadan olmaz.
'DEĞİŞİM'İN ANLAMI
İlkin: “Başörtülerini çıkaran kadınlar” başlığı üzerine
düşünülmeli. Özellikle bu kadınların birkaçının sosyal medya
paylaşımlarında, kendileriyle yapılan görüşmelerde dile
getirdikleri, başörtüsü çıkarma kararlarının
bireysel olduğunu ortaya koyuyor. En fazla, aynı
dertlerden mustarip yakın arkadaşlarla görüşülerek alınmış kararlar
bunlar. Çoğunlukla “özgürleşme” başlığı altında toplansa da, bu
genç kadınların çok şeyi göze alarak verdikleri hayat kararının
bireyselliğine gölge düşürmekten kaçınmak şart.
İkinci olarak işaret edeceğim durum bu hükmü pekiştirecek. Söz
konusu kadınlardan bazılarının özellikle vurguladığı bir nokta var:
Başörtüsü çıkarmayı daha “ilerideki” bir varoluş
tarzına doğru atılmış adım diye değil “değişim”
olarak sunuyorlar. Başörtülü-başörtüsüz fotoğrafını yan yana koyup,
“iki halimi de seviyorum, ama şimdikini daha çok seviyorum”
mealinde sözler eden birinin kaygısını -anlayabildiğim ölçüde- çok
değerli buluyorum. “Değişim”in öncesi, henüz çok yakın geçmişleri.
Şimdi yaptıkları hareketi daha çarpıcı, daha değerli ve daha
kahramanca kılmak için onu bir kalemde harcamıyorlar. “O ne
korkunçtu öyle!” muhabbeti yapmıyorlar. Burada olgunluk var.
Herhalde hesaplaşma meşakkatinin ve cesaret mecburiyetinin
getirdiği olgunluk. Hem kendi geçmişlerini, yakınlarını hem benzer
tereddütler yaşadıklarını şüphesiz bildikleri başka insanları göz
önüne alarak, düşünceli tavırla, serinkanlı üslûpla
konuşuyorlar.
Üçüncü noktamıza gelelim: Fakat yine de “özgürleşme” kavramını
kullanmaktan imtina etmiyorlar. Bundan kasıtları nedir? Nâçizâne,
benim anlayabildiğim, elbette yalnız saçlarını savurabilme
hürriyeti veya rüzgârı saçında hissedebilme yeniliği değil. Güncel
dünyevî baskı mekanizması hükmündeki dinin kısıtlamalarından
kurtulmaktan ibaret de değil. Daha çok, basitçe, hiç basit olmayan
bir şeyden, kendi hayatları konusunda kendi kararlarını verebilme
imkân ve gücünden bahsettiklerini sanıyorum. Her birey için hayatî,
kadınlar için iki kat daha zorlu uğraş gerektiren ve sağladığı
tatmin başka şeye benzemeyen bir bireysel kapasiteyi kazanmaktan.
Bu bireysel tercih hakkı ve kapasitesini çocuklarına vermeme
konusunda toplumumuz ısrarlıdır. Özgürleşme, birey olarak hayatî
kararlarını kendi eline alma meselesini sadece başını
örttü-açtı’dan ibaret saymak tercihli ahmaklıktır, affedilmez.
İTAATSİZLİK!
Başörtüsü çıkarıp bunu ilan etmeye varan bir bireysel hürriyet
girişiminin din istismarına dayalı otokrasi heveslisi iktidar
çemberinde yaratacağı rahatsızlık gayet beklenir bir hal. Genel
olarak toplumsal hegemonyayı dinle bağlantılı özel hayat talimat ve
hükümlerine dayandırmaya çabalayan her kim varsa hepsi için de
öyle. Şu kadınların kalkıştığı iş fena halde rahatsızlık verici!
Hattâ dön dolaş yine dine dayandırılmadığında hegemonik gücü yeter
seviyeye gelemeyen, ama laikçi-seküler versiyonundan da aynı seviye
ihtiyacı yüzünden imtina edilemeyen milliyetçilik için de büyük bir
meseledir, bahsettiğimiz “özgürleşme” eylemleri. Tehlikeli bir
itaatsizlik meselesidir. Yani Devlet Bahçeli’yi de söz konusu genç
kadınlara esip savururken izleyebiliriz.
Bu tarafta beklenmedik tuhaflık yok da, peki, derdi güya tam da
“gençliği” “hurafeler”den, “Ortaçağ karanlığı”ndan şundan bundan
kurtarmak olan laikçi kamp neden rahatsız, bu cesur kadınlardan?
Niye bir türlü kabul etmek istemiyorlar onların “özgürleşme”
girişimlerinin sahiciliğini? Yok Fettoş, yok proje, yok komplo…
Neden?
Azıcık geriye dönüp oradan gelelim.
RAHATSIZLIĞI İKTİDAR GİDERDİ
İslâmcı genç kadınların başörtüsü özgürlüğü mücadelesi
yayılırken, bunun sınırlı da olsa kıyısında köşesinde başörtülü
kadınlar kadın haklarından, erkek egemen dünyadan söz etmeye
girişti. Beri yanda Refah Partisi’nin özellikle yerel
çalışmalarında ve başarılarında “hanımlar”ın müthiş etkili olduğu
görüldü. Din istismarına dayalı politika yolunu seçmiş erkeklerde
gizlenemeyen bir tedirginlik baş gösterdi. Bunun, yalnız
belirtileri değil, somut, fiilî yansımaları ve sonuçları görünür
oldu. “Ortaya fırlamış” kadınların onlar sayesinde kazanılan siyasî
güç aşındırılmadan nasıl tekrar geri çekileceği, başlı başına
mevzuydu. AKP ile birlikte iktidarın alınışı, sağlanan imkânlar,
menfaatperestliğin, vicdansızlığın, belkemiksizliğin yalnız
erkeklere özgü illetler olmayışı, utanma-sıkılmanın tedavülden
kalkışına iktidar çeperindeki erkekler kadar kadınların da itiraz
etmeyişi, pekâlâ bizzat dindar kesimde çok hayırlı gelişmelere
sebep olabilecek bir dinamiğin sönmesine yol açtı. Kadınların
inisiyatifinin sınırlanması şarttı; o kesimin siyasî bakımdan faal
kadınlarını -çoğunlukla ikbal karşılığı- bu yolda işbirliğine
sürüklemek zor olmadı.
Tabiî verili çerçeveyi ve hayat talimatnamelerini kabul
etmeyecek kadınların bizzat o âlem içinde itiraz ve söz hakkı
bulamadıklarında ne yapacakları gibi bir soruyu aklına getiren
yoktu. İktidarın mutlaklığı hissi gözleri kör, kulakları sağır
ediyor. AKP’nin bugün artık temsil ettiği yoz varoluşa tepki duyan
radikal gençlerin DAİŞ’e, El-Kaide’ye meyletmesini de görmüyor,
duymuyor aynı insanlar. Tepkinin kaynağı, hedefi, benzer olabilir,
bu tepki sonucu gittiğiniz yönler tamamen ters olabilir. Nasıl bir
bireyseniz iyiniz kötünüz ona göre olacaktır haliyle.
Ve aslında bütün vâveyla bu basit mesele etrafında kopuyor:
Birey misiniz?
YIKILAN MİTOSLAR
Mümkünse bütün başörtülü kadınların başörtülü kalmasını
isteyenlerin sıkıntısı da işte burada. Bu kadınlar bir noktada
bireysel kararlar verip başlarını açtıklarında birçok mitos birden
yıkılıyor. Yani yıllarını başörtülü geçirmiş genç kadınların, aaa,
hayret!, kendi adlarına düşünüp karar alabildikleri ortaya çıkıyor.
Ne tuhaf değil mi? Halbuki onlar Ortaçağ karanlığının pençesinde
kıvranan, aklın fikrin yerine hurafeleri ve boş inançları geçirmiş,
kapasitesiz, kısıtlı yaratıklar olmalıydılar. Aydınlanma’dan
nasibini almamış, bu tarafa dönüp baktıklarında olsa olsa anlamsız
hayranlık duymaları beklenen, fikrî ve hissî garibanlar
olmalıydılar. Veya başörtülerini çıkarırken dönüp öbür tarafın
sevmediğimiz nesi varsa bunlara hakaretler yağdırmalıydılar.
Kullanılabilecek malzeme vermeliydiler. Haydi bunlara gereken özeni
göstermediler, hiç değilse o bez parçasını çıkarıp attıklarında
soluğu Anıtkabir’de falan almalı, başka türlü bireysel varoluş
halleri bulunabileceğine dair tedirgin edici ihtimaller
yaratmamalıydılar.
Daha fenası da var. Eğer bazı başörtülü genç kadınlar bireysel
kararlar verip başka türlü giyinmeyi, başka türlü yaşamayı
seçebiliyorsa, her kesimden başka insanlar da günün birinde başka
tercihler yapabilir, başka yollara yönelebilir demektir. “Gerici”
doğmuş, “gerici” olarak büyümüş, öyle de ölecek düşmanlarla karşı
karşıya kalınmadığında ne olacak? İnsanların değişebileceği kabul
edildiğinde, mevcut siyasî kültürümüz her yönden çatır çatır
çatlamaz mı? Aynı mantıkla, maazallah, hayatının bir aşamasında
başını örten kadını da mâkûl, normal karşılamak gerekmeyecek mi?
Bunun devamında, insanları belirli bir kimlikle damgalamak ve
siyaset dahil her şeyi bunun üzerine bina etmekten vazgeçmek
gerekmeyecek mi? Özcülük elimizden alınacak mı? Yoksa artık
faillerle değil sebeplerle, süreçlerle mi düşünmemiz gerekecek? Bu,
millî benliğimizi inkâr gibi bir şey, Allah saklasın!
Bu yüzden, erkekler karışmasın, falan demeyin, size
sesleniyorum, haddinizi bilmeden sadece kendi hayatını değil siyasî
kültürümüzü de altüst eden, bildik varoluş tarzlarını tehlikeye
sokan “özgürleşme”ci genç kadınlar, takın o örtüleri yeniden,
çabuk! Bakın ne ablaların abilerin eli ayağı birbirine dolandı.