Beştepe’de VIP Cuma namazına davet üzerine katılanlarla, gasilhanelerde omuz omuza saf tutarak yakınlarının cenaze namazlarını kılıp, camiye uğramadan alelacele kabristanlara gidenler aynı gemide mi? Bir telefonla damacana suyu evime getiren dağıtımcıyla, ben aynı gemide miyim?
Uzun masanın ucunda, en yakınındaki yetkiliye üç metre sağlık
aralığı bırakarak oturmuş cumhurbaşkanı. Sözkonusu sair mutad
zevat, ki çekirdek yönetici ekip eni konu dört kişi, ise diz dize
sıkışmışlar. Ekranda Dışişleri Bakanı var. “Yerimiz dar” diyor
güleç çehresiyle. Cumhurbaşkanı da “ha, sen yeni bina istiyorsun”
diye latife yaparak, gülüyor. Biz yönetilenlerle bu sahne özellikle
paylaşılıyor. Herhalde amaçlanan “ne güzel aile ortamı” dememiz ve
çayımızdan bir yudum alıp “aziz Allah” diye iç geçirmemiz,
bilemiyorum.
Yine herhalde hava yolu şirketlerine destek amaçlı KDV
indiriminin, Covid-19 küresel salgınıyla yerel mücadele kapsamında
“önlem” kabilinden açıklanmasının ardından uçak yolculuğu
yasaklanıyor. Diğer yanda, Kanal İstanbul için tarihi taşköprü
taşıma ihalesi yapılıyor. Heyet, plastik eldivenli ve maskeli.
Ardından Ulaştırma Bakanı görevden alınıyor. Bir kere daha
bilemiyoruz, sözkonusu tasarruf da salgınla mücadele kapsamında
mı?
Bu bağlamda görev paylaşımı yapılmış. Örnekse Sağlık Bakanlığı
65 yaş üzerindekilerin evlerinden çıkmalarını yasaklıyor. İçişleri
Bakanlığı da sahillerde yürüyüş yapmayı ve balık tutmayı. Diyanet
İşleri Başkanlığı’na terettüp eden vazife ise yatsı ezanının
ardından şerefelerden sela ve korona duası okutmak. Yöntemin işe
yararlığının daha önce sınırötesi harekâtlarda ve darbe girişimin
savuşturulmasında kanıtlanmış olduğu düşünülüyor olsa gerek. Belki
ülke sathında tüm din görevlilerinin sağlık çalışanlarına destek
vermesi sağlansa daha somut sonuç elde edinilebilirdi.
Sorgulayamıyoruz. Küresel salgın dahi merkezi yönetimin CHP
tarafından kazanılan büyükşehir belediyeleriyle işbirliğine gitmesi
bir yana sadece iletişime geçmesini dahi sağlayamıyor. HDP’nin
belediyelerine kayyım atanmasına ise zaten hız kesmeden devam
edildiği gibi, TBMM’de temsil edilen partilere çıkarılacak af
konusunda bilgi verilip, destek aranırken HDP her zamanki gibi yok
sayılıyor. İstanbul’un, ABD’de New York gibi kendiliğinden
ülkemizin korona merkezi olacağı belliyken, Ekrem İmamoğlu’nun
sahra hastaneleri kurmak ve kapatılan Atatürk Havalimanı’nı bu
yönde kullanıma açmak gibi en sade ve akla yatkın önerileri bile
duyulmuyor. Onun yerine kendilerince bir iktidar ve halkla
ilişkiler mücadelesi adına valilik üzerinden devreye giriliyor.
Kaynak: FT Ülke ülke korona
virüsünün yayılma hızını gösteren grafik
Konuştuğum bankacı gibi beyaz yakalılar da, üretim zincirlerinde
yöneticilik görevi yapan, kendi işletmesi olan tanıdıklarım da
işlerine gidip gelmek zorunda olduklarını söylüyor. İnşaatlar
başta, normal koşullarda dahi sağlıkları fakirlikten ve
denetimsizlikten ötürü risk altında olan işçiler de çalıştırılıyor.
Bakınız, başka benzerleri de vardır ama şurada söylemek istediğimi
açlıktan öleceğine, hastalıktan ölmeyi yeğlediğini aktaran bir
kamyon şoförü gayet açık seçik anlatmış. Anayasamızda yazdığı gibi
sosyal devletsek, devletin halka “siz sağlığınızı koruyun,
hayatınızı sakının, gerisini merak etmeyin, biz size bu badireyi
atlatıncaya dek bakarız” diyebilmesi gerekmez miydi?
Böylece ayrışıyoruz dünyadan. Ne Japonya, Kore gibi yaygın
tarama ve disiplinle, ne Batı Avrupa gibi sokağa çıkma yasakları ve
tam yalıtımla değil derme çatma, karman çorman bir sözde önlemler
demetiyle, tevekkül telkin edip, gayriciddi bir tavır takınarak
ayrışıyoruz. Aklımız dezenfektan üretip, satarak fırsattan istifade
bir voli vurmakta. Üzerimize gelen dev dalganın ayırdında değiliz.
Dolayısıyla, Covid-19 sonrası dünyada toplumsal mesafelenmenin
kalıcılığı, dijitalleşme dönüşümünün derinleşip yaygınlaşacak
oluşu, otoriter ve popülist liderlerin devletin, kamunun geri
geliyor olmasını kendilerine yontacakları gibi temel konular
üzerinde düşünüp, yazamıyoruz.
Beştepe’de VIP Cuma namazına davet üzerine katılanlarla,
gasilhanelerde omuz omuza saf tutarak yakınlarının cenaze
namazlarını kılıp, camiye uğramadan alelacele kabristanlara
gidenler aynı gemide mi? Bir telefonla damacana suyu evime getiren
dağıtımcıyla, ben aynı gemide miyim? Bunları geçtim, girizgâhta
takdim ettiğim mutad saray zevatıyla, Sağlık Bakanı’nın kendi ve
Bilim Kurulu aynı geminin köprüüstüyle, makine dairesi mi? Adına
istediğiniz kadar terörizm, casusluk ne derseniz deyiniz hepimizin
siyasal rehine olduklarını bildiğimiz Selahattin Demirtaş ve Osman
Kavala başta tüm tutuklu siyasetçi, gazeteci, sivil toplumcular da
değil yurttaş insan yerine konulmuyor maalesef. Havanda su
dövüyoruz, çok yazık oluyor. Bari gözbebeğimiz hekimlerimizi,
sağlık çalışanlarımızı koruyabilsek.