İlk sayısı Mayıs 1996’da çıkan “Öküz” dergisi, edebiyat dergiciliğinde deprem etkisi yaratmıştı. Edebiyat dergilerinin bir tür memuriyete benzeyen tertipli havası dağılmıştı. Edebiyat, gerektiği zaman gülümseyen bir etkinliğe dönüşmeye başlamış, ağır edebî atmosfer şöyle bir aydınlanmıştı.
Öküz dergisi, seçkinci edebiyatın örttüğü hayatları, matbuat dünyası ve sokaktaki aykırı insanları alıp eve getiriyordu. Yaşayan bir edebiyat, yaşanan bir dünya vardı dergide.
Öküz sivildi, sivrildi ve sevildi; sokaktaydı, roman okurken pijama giyiyordu. Hıyar yeşili edebiyat bölümlerinin resmî edebiyat algısını alt üst ediyordu. Ama bir noktadan sonra ticarîleşip yozlaşmaya başladı. Edebiyat ile okur arasındaki mesafe kayboldu. Can Yüceller, Eşber Yağmurdereliler, Ece Ayhanlar, Fazıl Hüsnü Dağlarcalar mahalleden arkadaşlar gibi sunulmaya başlandı. Metin ile okur arasındaki zarif çizgi, tutkuyla çiğnenen, hatta okur ve yazarlığı tarif eden bir şeye dönüştü.
Öküz dergisi edebiyata okur kazandırdı, ama iyi edebiyata değil, kişisel edebiyata, erkek edebiyata. Abartılı kişiliklerin metinleri okunmaya başlandı. Sabun köpüğü gibi dağılıp gittiler. Bir zamanlar deli gibi okunan kitaplar artık sahaflarda bile yok.
Öküz kapandı. Fuarlarda, söyleşilerde pop yıldızları gibi karşılanan kişiler kayboldu. Öküz, eskide kalan bir dergi olarak eskide kaldı.
Sonra birden kopyala-yapıştır dergiler türemeye başladı. Zaytung’ta çıkan harika yazı gibi evde hazırlanabilen dergiler ortalığı sardı. Marketlerde, kafelerde, kitapçılarda, AVM’lerde, fuarlarda bu neşriyattan geçilmez oldu. Bu dergilerin yazarları önünde tüp ve gaz kuyrukları oluştu.
Bu kopyala-yapıştır dergilerin birkaç sayısına baktım. Birkaç sayıdan bütünsel çıkarımlar yapma feraseti yok elbette, ama Zaytung’taki yazıdan da ilhamla şöyle demek mümkün:
1. Bu dergilerde yazanların çoğu büyük erkekler. Çok afili duruyorlar. Delikanlı ve kostaklar. Bir bakışta hayatın anlamını filan anlıyorlar. Böyle acayip bir hayatları var. Çok sorunlu tiplerin kendilerine sosyal medyada yarattıkları profillere benziyorlar. Ne değillerse o gibiler.
2. Cümlelerin hemen tamamı “dır/dir”le bitiyor. Birkaç kalıp cümle: “Hayat uslu bir bahçedir”, “Aşk aradığın kişiye şu an ulaşılamamasıdır”, “Özlemek karalım, özlemek susuz bir pınardır”, “Sokak hayvanları sokakta yaşamayı seçtikleri için değil, sokakta yaşamak zorunda oldukları için sokak hayvanıdır” vb. Sonuncu cümleyi doğrudan bu dergilerden birinden aldım, öbürlerini uydurdum. Bu allame sözler, hiçbir şey okuyup yaşamadan varılmış birer çıkarım gibi.
3. Her derginin bir Kürdü var. Bir türlü anlaşılmadıkları bir yerde yaşıyorlar. İlginç insanlarla dostluk kurmuş gönül erleri gibiler. Yaşadıkları yerlerdeki vahşeti ima bile etmiyorlar. İspanya iç savaşında Madrid’de bulunup zil, şal ve gülden bahseden Yahya Kemal modeli. Fonda ve dekorda sloganlar, çatışmalar, cenazeler, definler, ağıtlar olur ama şöyle cümleler öne çıkar: “Demek hayat ince bir muşambadır diyorsun Ramazan ağbi.” Bir de yaşadıkları yeri madde madde tarif ettikleri olur. Şöyle derler mesela: “Siirt’te yaşamak demek Siirt’ten gidememek demektir.” Meşhur karikatürdeki sözü söyleyesi gelir insanın: “Buyur şurdan git!”
4. Bu dergilerdeki erkekler pek ünlüdürler. Gelsin paralar gitsin imzalar. Bütün bu yazı, şiir, anı, film, dizi gibi ürünlerin formülü şöyle gibi görünüyor: Arabesk klasikler üstüne Avrupa uç edebiyatından bir tutam aşırılık, Agah Hün sesiyle erotikleştirilmiş yankılı tasavvuftan birkaç kıymık dibine ilginç olma zekâsı. Buna Yılmaz Erdoğan mizahını da eklemek lazım. Erdoğan, “Bir Demet Tiyatro” ya da “Umut Taksi”de tahsilli insanların bildiklerini okumamışlara söyleterek bir komik yaratıyordu. Bir kahve müdaviminin şöyle demesi gibi: “Spinoza’nın simitle kahvaltı yaptığını düşünürsen mantıksız değil bakkal amca!”
5. Bir kadının kalbine girmek için insanlık hallerine bürünmek yerine caka satarak yatağına girmeyi hedeflediler. Aslında insan olan erkeği tanrı mertebesine çıkardılar. Bu yeni eril mistisizmde erkek şöyle tanımlanmış: Uçarı, afili, laf-sokar, çok-bilir, serseri, kırılgan, öfkeli, muhalif, tapılası, kusursuz.
Şimdi yavaş yavaş yıkılışlarını görmeye başladık. Kendilerini gösterdikleri ve yazdıkları gibi sandılar çünkü. “Kurtlar Vadisi” oyuncu kadrosunun bir ara gerçek mafya gibi mekân basmasına benziyor bu durum.
Bu büyük erkekler sindiremedikleri şöhretin sonuna geliyorlar. Çok marjinal oldukları için kafayı demleyip lüks arabalarla yollarda insanları eziyorlar. Verimlilik esasına göre dizayn edilmiş işyerlerinde stajyer kadınları aşağılıyorlar.
Erkeklik sadece zührevî bir sorun değildir patron!