Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde bugün (25 Eylül) oylanacak bağımsızlık referandumu, Suriye’de kurulması muhtemel bir Kürt oluşumu, Libya ve Yemen’de istikrarın hala tam olarak sağlanamamış olması, 2000’lerin başında ortaya atılmış olan Büyük Ortadoğu Projesi tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Burada yaygın olarak ABD’nin Ortadoğu’da haritaları yeniden çizme politikasının adı olarak kodlanan BOP’un ne olduğuna ve şu andaki gelişmelerle ne ölçüde ilişkili olduğuna bakmakta yarar var; çünkü geçtiğimiz on küsur yıl boyunca BOP ve onunla ilgili tartışmalar daha çok kulaktan dolma, içeriği teyit edilmemiş ve ezber üzerinden yürütüldü. ABD karşıtlığının yükseldiği bir ortamda BOP, içeriğinden bağımsız olarak Washington’un buradan algılanan bölge politikasının adı haline geldi. Bu yazıda Türkiye’de BOP olarak bilinen girişimin sanılandan farklı bir şey olduğunu, Ortadoğu’da bugünkü yaşanan kriz ve bölünme riskinin BOP’un uygulanmasının değil uygulanamamasının bir sonucu olarak ortaya çıktığını ileri sürüyorum.
BOP konusundaki yanlışlardan en yaygını ve ünlüsü, Bush döneminin Ulusal Güvenlik Danışmanı Condileeza Rice’a atfen dile getirilen "Ortadoğu’da sınırların yeniden çizileceği" iddiası. O yüzden konuya oradan başlanabilir.
CONDOLEEZZA RICE 22 ÜLKENİN SINIRLARI DEĞİŞECEK 'DEMEDİ'
Diyemezdi de. Çünkü o pozisyonda bir ABD yetkilisinin doğrudan kendi müttefiklerini hedef alacak böylesine bir açıklama yapmasının anlamı yoktu. Rice, 7 Ağustos 2003’ta Washington Post gazetesinde “Transforming the Middle East” Ortadoğu’yu Dönüştürmek başlıklı bir makale yayımladı. İnternetten hala kolayca ulaşılabilecek bu yazının hiçbir yerinde Rice sınırlardan, haritadan vs. söz etmez. 22 ülke demesinin sebebi de zaten Arap Birliği Örgütü üyelerini işaret etmesiydi. Dönüşümden kastı ise bu ülkelerde reform talebi ve daha fazla demokratikleşmeydi.
Ama bu kadar kolay ulaşılabilir bir metne bakmak yerine, yıllar boyunca, kestirmeden ABD’nin Türkiye dahil 22 ülkeyi böleceğinin kanıtı olarak gösterildi bu yazı. Oysa, bu 22 ülkenin çoğu zaten ABD müttefiki ve bunlar arasında Cezayir, Tunus, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler de var. ABD’nin İran’a dokunmadan bu ülkeleri bölmek istemesinin hiçbir faydası olmayacağı gibi, bu kadar kapsamlı ölçekte bir harita çizme gücü de hiçbir zaman olmadı.
ERDOĞAN BOP EŞBAŞKANI MI?
Hem hayır hem evet. Hayır, çünkü BOP denilen şeyin bir sekretaryası vs. yoktu; bir başkanlığı da bulunmuyordu. Olan şey, 2004'te ABD’deki toplantıda Erdoğan’ın İtalya ve Yemen ile birlikte Demokrasi Yardım Diyaloğu programının eşbaşkanı olmasıydı. Bu BOP’un içindeki alt programlardan yalnızca biriydi. Muhalefetin ve muhalif ulusalcı/milliyetçi kesimlerin, Erdoğan’ın BOP’un eşbaşkanı olduğu iddiası buradan çıktı ve bu sıfat Erdoğan’ın üzerine yapıştı. İlginç bir şekilde Erdoğan ve ona bağlı medya bu imajı bertaraf etmek için özel bir çaba gösteremediler, nasıl olsa son aşamada iş seçimlere kaldığında bu tür iddiaların seçmen gözünde bir etkisi olmuyordu. Oysa, bu program tamamen sivil toplum kuruluşları arasında karşılıklı işbirliğini öngörüyordu ve hükümetlerin de bu sürece destek vermesi isteniyordu. Türkiye’de bu rolü ağırlıklı olarak TESEV üstlendi.
BOP NEYDİ?
Öncelikle Türkiye’de anlaşıldığı haliyle, BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi diye bir şey yoktu. BOP denen şeyin adı “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi”ydi (Orjinal adı: Broader Middle East and North Africa Initiative). Burada “proje” adı da geçmiyordu ve "Initiative" yani girişim ya da açılım terimi kullanılmıştı. Bu ABD’nin 11 Eylül sonrasında Ortadoğu’ya ama çoğunlukla Arap ülkelerine yönelik olarak başlattığı bir reform girişimiydi.
Bu reform programının taslak versiyonu Mart 2004’te Londra’da yayınlanan El Hayat dergisine sızdırıldı ve tabii reformdan kaçınan Arap müttefiklerinin tepkisini çekti. İnternetten hala ulaşılabilen bu belgenin de hiçbir yerinde toprak, sınır, harita hatta yüksek siyasete dair bir ibare geçmez. İlginçtir, Türkiye’de o tarihten bu yana BOP’u akademik olarak incelemiş olanlar ve bölge uzmanları bu algıyı kamuoyu nezdinde düzeltecek bir çaba sarf etmezken, bu metni okumaya zahmet etmeyenler üzerinde çok rahat konuşup, bir bölme, bölgeyi dizayn etme projesi olarak sundular. Oysa, BOP denilen girişim ABD’nin Georgia eyaletinde G-8 Zirvesinde ele alındı ve görüşüldü. Bu toplantılara o tarihte Rusya da katılıyordu. Türkiye de gözlemci olarak orada toplantıya katılmıştı.
Böylesi bir bölünme planının hem Rusya hem de Türkiye’nin de içinde bulunduğu toplantıda açık olarak görüşülmesinin akla uygun olmadığı, Erdoğan’a yöneltilen diğer tüm eleştiriler haklı olsa bile, bu noktada yalnızca o değil, herhangi bir Türkiye başbakanının, ülkesinin ve içinde bulunduğu coğrafyadaki ülkelerinin bölünmesinin görüşüldüğü bir toplantıda yer almasını ve hele bunun eşbaşkanlığını üstlendiğini düşünmek mantıklı değil.
Eğer ABD’nin Ortadoğu’daki bazı ülkeleri bölme planı varsa, ki olabilir de, onun adı BOP değildi. Böyle bir strateji zaten diğer ülke liderleriyle açık toplantılarda tartışılmaz. Yüz yıl önce bile Sykes-Picot anlaşması gizli saklı imzalanabilmişti. Bu türden siyasetler daha alttan alta yürütülür ve açıkça bir isim vererek uluslararası kamuoyuna duyurulmaz.
BOP’TA NE VARDI?
ABD’li uzmanlar 2000’lerin başından itibaren Ortadoğu’da İslamcı akımların giderek güçlendiğini fark etmişlerdi. Arap coğrafyası iktisadi açıdan gelişemiyor, siyasal açıdan demokratikleşemiyor, stratejik açıdan İsrail’in üstesinden gelemiyordu ve hayatın her alanında bir başarısızlık ve yenilmişlik hali egemendi. Belge, örneğin eğitim düzeyi, yolsuzluk, kadının sosyal hayata katılımı, mikro finans sağlanması gibi hususlara yoğunlaşmıştı. Yani bu bir strateji belgesi değildi. Sosyolojik olarak da sosyo-ekonomik koşulların yetersizliği nüfus artışını tetikliyor, giderek büyüyen bir genç nüfusun ileride yaratabileceği sıkıntılara dikkat çekiliyordu.
Sosyalizmin tutmadığı, Arap milliyetçiliğinin başarısız kaldığı bir noktada bu büyüyen ve devletlerinin iş, eğitim, sağlık, geleceğe ilişkin umut veremediği kitlelerin en canlı ve geçerli ideoloji olan İslamcılığa sarılacaklarından endişe ediliyordu. O yüzden, meşruiyeti kalmamış, artık yönettikleri toplumları taşıyamayan otoriter rejimler yerine, ılımlı İslamcılarla bir pazarlık içinde onları siyasete çekme politikasına geçildi. Diğer bir değişle, ABD Ortadoğu’da eksen değiştirerek laik-otoriter rejimleri değil, eğer ılımlaşmayı, Batı ile uzlaşmayı kabul ederlerse İslamcı hareketlerle çalışmayı tercih etti, bir bakıma kendisi eksen değiştirdi.
Bu noktada İslamcılar öncelikle piyasa ekonomisini benimseyecekler, Batı (ve İsrail) karşıtlığını bırakacaklar ve iktidara seçimle gelip seçimle gitmeyi kabul edeceklerdi. Tahmin edilebileceği gibi, aslında Batı ile bu pazarlığı ilk yapan ve bu süreçte Milli Görüş gömleğini çıkaran AKP’nin kurucu kadrosu ve başta da Erdoğan’dı. O yüzden de o dönemde Erdoğan ve AKP el üstünde tutuldu, Ortadoğu’daki İslamcılara bir örnek, model olarak gösterildi.
Bu pazarlığa uyarlarsa İslamcılar iktidara geldikleri takdirde, toplumsal beklentiler bunlara yönelecek, AKP dahil aslında hiçbir İslamcı hareketin kendi iktisadi programı olmadığından, Batı’dan gelecek ekonomik desteğe ihtiyaç duyacaklar ve bölgenin Batı’ya siyasal bağımlılığı yeni, taze aktörlerle devam edecekti. Bütün bunların hayata geçirilebilmesi için demokratik reformlara ihtiyaç vardı fakat burada temel bir zorluk yaşandı çünkü Bin Ali, Mübarek gibi liderler demokratik reformları yaptıklarında iktidarı kaybedeceklerini biliyorlardı. Bu yüzden ayak dirediler ve sonuçta bu gerilim Arap Baharıyla kontrollü bir şekilde patlak vererek Tunus ve Mısır’da İslamcıları başa geçirdi. Libya ve Yemen’de ise iç dinamikler bu türden bir geçişe izin vermedi.
Aslında BOP girişimi önce Gazze’de denendi ve Hamas’a seçimlere girmesine izin verildi ve bu İslamcı hareket 2006’da başa geçti ama Batı açısından işler beklendiği gibi gitmedi. Arap Baharından sonra ise özellikle Mursi, ona Batı’yla işbirliği konusunda ters yönde telkinde bulunan AKP’nin de etkisiyle, bu pazarlığa uymadı. Örneğin, Mursi IMF ile anlaşmayı reddetti, Sina yarımadasına asker soktu, hızla otoriterleşti vs. Sonuçta 2013’e gelindiğinde, ABD bu kez toplumsal enerjinin, Arap Baharı sürecinde boşalmasından ve İslamcı iktidarların beklentileri karşılayamadığı fikrinden yararlanarak, bizde BOP diye bilinen girişimi tamamen terk etti.
BOP SONRASI
İslamcıların meşru siyasete dahil edilerek ılımlaştırılması politikası işlemeyince Ortadoğu’da yeni bir düzen ya da düzensizlik hakim oldu. 2013’ten itibaren Tunus’ta Ennahda, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin temsilcisi Mursi tasfiye edildi, ABD ılımlı İslamcılarla çalışma politikasından vazgeçtiği için ve Suriye’de Esad yönetimi devrildiğinde yerine büyük bir olasılıkla İslamcılar geçeceği için Suriye’de İslamcı muhaliflere yaptığı yardımı kesti. Bu noktada, Esad’ı devirme işini Türkiye, Katar ile birlikte yürütmeye çalıştı ve bu politika ülkede korkunç bir yıkıma yol açtı.
İslamcıların bu projeye uyum sağlayamaması ya da sağlamak istememesi Ortadoğu’da siyasal bir boşluk ve kriz yarattı. IŞİD bu krizin bir sonucu olarak, büyük ölçüde bir istihbarat faaliyeti olarak ortaya çıktı ve Batı sistemine tam olarak entegre olmayan Libya, Suriye, Irak ve Yemen gibi bölge ülkelerinde hızla yükseldi. Bölgenin ılımlı İslamcılar aracılığıyla Batı’ya tekrar bağımlı hale getirilmesi süreci başarısız olunca İslamcılığın terminal evresini temsil eden IŞİD devreye girdi ve bundan sonra bölge siyasetinin ana dinamiği Müslümanlar arası şiddet haline geldi. Artık IŞİD’in misyonunu bir şekilde tamamlayıp tasfiye edilmeye başlamasıyla birlikte, Ortadoğu’da İslamcı siyasete yer kalmayacak. Bundan sonraki dinamikler, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bağımsızlık ilanı, Suriye’de yeni düzenin kurulması gibi Kürt sorunu eksenli ya da İran’a yönelik yaptırımların sertleşmesinde olduğu gibi, daha çok milliyetçilik ve jeopolitik eksenli gerginlikler şeklinde yaşanacak.