Hayatın olağan akışına aykırıymış, telefonların güvenlik şifresini hatırlamamak. Büyükada baskını sonrası nihayet hazırlanan iddianameye göre. Şimdiki çocukların, gençlerin komik bulmayacağı, bizim de artık gülmediğimiz eski bir fıkra gibi.
Hani olur ya bazen bir şarkının, bir şiirin tek bir dizesi takılır dilimize. Neye baksa insan nereye dönse, elinde hangi iş olursa olsun dilinde aynı nakaratla dolaşır. İşte öyle takılı kaldım. İddianameyi duyduğumdan beri alakalı alakasız her şey bu fıkrayı çağrıştırıyor.
Bilirsiniz şu ıssız ada fıkralarından biri. Hani yanına alacağın üç şey... Kimi karısını, kimi sevgilisini, kimi karısının fotoğrafıyla metresini alırmış. (rüya tabirleri gibi ne denli eril dile sahip olduğunu şu an yazarken fark edişim de ayrıca ilginç) Türk (Türkiyeli demek lazım zira bu topraklarda yaşayan Kürt, Çerkes, Ermeni, Rum, Yahudi de aynı tepkiyi verir galiba) de nüfus cüzdanı, ikametgah ilmuhaberi, vesikalık fotoğraf alırmış, ne olur ne olmaz diyerek.
Ülkede hayatın olağan akışı mıydı fıkranın çıkış nedeni yoksa hukuk devletinde değil de mevzuat hegemonyasında yaşıyor olmaya bir kocaman itiraz mıydı? Neyse eskide kaldı bunlar artık yeni moda kodlar var akılda tutulması(?) gereken. Gelecek nesillere fıkra alt yapısı niyetine…
"Pik miydi, pun muydu o kodların/şifrelerin adı?" derken beni aldı bir telaş. Madem yazıyorum bakıp doğrusunu yazayım düşüncesiyle başladım aramaya. Arıyorum zira çoğunuz gibi ben de telefon eskiyip atılıncaya kadar telefon kutusunu saklıyorum. Şu kodlar lazım ederse bulayım düşüncesiyle. Ve yine arıyorum zira pek azınız gibi kutunun yerini bile hatırlamıyorum. Neyse sonunda buldum ve onca aramaya değdi. İyi ki bakmışım meğer tek eksiğim şifreyi bilmemek değilmiş. Kodların adını da yanlış biliyormuşum. Ne pik ne de pun, doğrusu PIN 1 PUK 1 imiş. Üstelik şifreyi gizli tutan güvenlik bandını bile çıkartmamışım. Hâlâ da çıkartmadım. Ne işime yarayacak ki hemen unutacağım sayı ya da harflere bakmak? En iyisi kalsın eski haliyle. Kutunun yerini unutmayayım yeter. Hani başıma bir iş gelirse hiç değilse yerini söylerim de polislere zahmet olmaz. Hayatın olağan akışına aykırıysa bunlar öyleyse biz hiç olağan hayat yaşamamışız demektir.
Kötü bir fıkranın için yaşar gibi hissettiren iddianamenin tek orijinal tarafı şifreleri hatırlamayışı olağan dışı bulması. Tek iyi tarafı ise hukuk boşluğunu gerekçe olarak kullanırken bu kötü fıkrayı yaşayışımızın nedenine de yer vermiş olması. Terör örgütlerine yardım suçlamasıyla ilişkili olarak geçen “…yine suçun oluşabilmesi için kanunda yardım şeklinin sınırlı olarak sayılmadığı…” ifadesiyle hukuki boşluk ya da keyfiyet hukukunun dayanağı, açıkça bir kere daha kayıtlara geçmiş oluyor. İddianamedeki bu ifadelerin dışında kalan “atılı suçlar” aylar öncesindeki manşetlerin kopyası gibi.
100 gün önce bazı gazeteler ve bazı gazeteciler, yargısız infaz yaparken, muazzam bir öngörüyle(!) iddianameyi ifşa etmişler meğer. Hadi gazetecilerin sezgisi güçlü olur diyelim ama ya hukuk için ne demeli? Aylar önceki haberlerin detayları ile iddianame metninin bu denli uyumlu olması hukukun olağan işleyişine aykırı değil mi?
Umarım mahkeme vicdanlarımızda hissederek mutmain olacağımız denli adaletle hükmeder. İnsan hakları savunuculuğunu suç değil erdem olarak maşeri vicdana nakşedecek bir karar umarım çıkar.