Büyükada Rum Yetimhanesi 'En Çok Tehdit Altındaki 7 Miras Listesi'nde
2017 yılının Haziran ayında önemli bir adım atıldı. Gönüllü bir girişimin çabalarıyla, önemli bir gelişme yaşandı: Yetimhane, Europa-Nostra tarafından "En Çok Tehlike Altındaki 7 Kültürel Mirası" arasında gösterildi. Günümüzde Yetimhane'nin hâlâ Büyükada'da yaşayanların ve eski öğrencilerinin tanıklıklarıyla, hafızalarda yaşadığı düşünülürse, bina kadar bu hafızanın da korunması önemli.
Korhan Gümüş
Büyükada Rum Yetimhanesi, Saray Mimarı ve İstanbul'da Mektebi Tıbbiye-i Şahane, Osmanlı Bankası, Pera Palas gibi önemli yapılara imzasını atmış bir Levanten, Sanayi-i Nefise’nin mimarı ve Mimarlık Bölümü kurucusu ve yöneticisi Alexandre Vallaury tarafından 1898 yılında, "Prinkipo Palace" adıyla lüks bir otel olarak tasarlanmıştır. Vallaury’nin İstanbullu Levanten kimliği (babası İtalyan, Osmanlı vatandaşı, annesi ise Rum), dönemin eklektik mimari tarzını yerel mimari birikim ile yeniden yorumlayan bir zenginlik içermiş ve diğer yapıtlarında olduğu gibi Prinkipo Palace’ın mekânsal kurgusunda da bu coğrafyanın izlerinin açıkça görülmesine olanak vermiştir. Örneğin İstanbul'daki yapılarda sıkça gördüğümüz cumbaların modern bir kurgu içinde üst üste bindirilmesi ve özgün bir cephe sistemi oluşturması, ya da Büyük Salon'un localarının balüstradlarında bilgeliği, iyiliği, sevgiyi simgeleyen yedi köşeli yıldızların kullanılması...
Yetimhane binası, farklı kaynaklarda dünyanın (ikinci en büyük ahşap binası veya) birinci büyük ahşap binası olarak geçen, 26 bin metrekarelik arazisiyle ormanlık bir alanın içine yerleştirilmiştir. Yan bölümleri altı, diğer bölümleri beş katlı ve 206 odalı bu dev yapının Büyükada'da yapılış amacının, Avrupa'yı İstanbul'a bağlayan, sınırlar ötesi bir ulaşım ağı olan "Orient Express"in zengin burjuvazinin temsilcileri olan yolcularının beklentilerine cevap vermek, bu yolculuğun final noktasındaki ihtişamı göstermek olduğu tahmin edilebilir. Bu projeyi Vallaury’e sipariş veren Compagnie desWagon-Lits ismindeki Fransa-Belçika menşeli kuruluş da o tarihlerde Avrupa'da İstanbul'a yönelik oluşan büyük ilgiyi değerlendirmek istemiştir. Bu projede, aynı zamanda demiryollarına yatırım yapan ve köklü bir banker aileden gelen, 2. Leopold'un yakın arkadaşı George Nagelmaker isimli kişinin (Vallaury ile) hayallerinin de önemli bir payı olduğu tahmin edilebilir. Şirket şehrin Avrupa'nın önemli bir ticaret, kültür, diplomasi, finans, kültür merkezi olarak ortaya koyduğu büyük ekonomik dinamizmi değerlendirmek üzere harekete geçmiştir. Çünkü şehir aynı zamanda Avrupa'nın sanatçılarının yanında, girişimcilerinin, yatırımcılarının da ilgisini çekmektedir. Hızlı vapurlarla geliştirilen ulaşım şebekesi sayesinde İstanbul, Avrupa'nın zenginlerinin, seçkinlerinin rağbet ettikleri en önemli turizm destinasyonlarından biri olacaktır.
Ancak siyasal ortamdaki istikrarsızlıklar şehirdeki gelişmeleri sarsıntıya uğratır. "Prinkipo Palace" inşa edildikten sonra otel olarak işletmesi mümkün olmadığı için 1902’de İstanbullu bir hayırsever olan Eleni Zarifi tarafından 3 bin 700 altına Wagon-Lits şirketinden satın alınarak, yetimhane olarak kullanılmak üzere Patrikhane’ye bağışlanır. 21 Mayıs 1903’teki açılışına bu girişime kendisi de bağış yaparak katkıda bulunan dönemin padişahı 2. Abdülhamit de, Patrik 3. Yoakim ile birlikte katılır.
Osmanlı’yı Avrupa ile “bütünleşmek” yolunda yürüttükleri politikada demiryolundan da yararlanmak düşleri yarım kalacaktır. Vallaury'nin gidişiyle Almanların devreye girişi arasında bir ilişki olabilir. Ama ilginç olan (Macar Yahudisi Banker) Baron Hirsch'e verilen imtiyazın Avusturya sınırına uzanışı. Balkanlardaki kayıplar Osmanlı coğrafyasını değiştiriyor ve Sırplar, Bulgarlar demiryolu işletmesinde kendi sınırları içinde söz sahibi oluyorlar. Prinkipo Palace'ın sonunu belki de ulus devletleşme, imtiyaz sahibi şirkete aşar vergisinden ayrılması kararlaştırılan payın ödenmemesi, imparatorluk içinde nüfuz dengelerinin değişmesi gibi nedenler de getiriyor olabilir. Daha sonra da görüleceği gibi yapının tarihindeki kırılma noktaları şehrin siyasal arka planındaki önemli gelişmelere işaret ediyor. El koyuyorlar kendi sınırları içindeki yollara. Prinkipo Palace'ın sonunu belki de ulusdevletleşme getiriyor olabilir. Daha sonra da görüleceği gibi yapının tarihindeki kırılma noktaları şehrin siyasal arka planındaki önemli gelişmelere işaret ediyor.
Demiryolları gelişimi ve kurulan ortaklıklar, sermayenin kimin elinde olduğu çok belirleyici özellikle. İşte tüm bu değişen güç dengeleriyle birlikte,Vallaury'nin gidişi ve tüm toplumsal hayattaki dönüşüm bağlantılı olabilir.
Henüz Almanya'da, Avusturya'da nasyonal sosyalizmin işaretleri yok ama o tarihlerde özellikle Avrupa'da farklı bir ulus devletleşme süreçleri var. Bunlar kültürel iklime de yansıyor. Mesela Fransız ulus devlet modeli ve mimarlık daha çok kültürlü bir yapı üzerine temelleniyor. Ama Almanya'nın kuruluşunda toplumun homojen olması gerekliliğini tartışılıyor. Askeri plandaki danışmanlar tarafından bu kültür modeli aynı zamanda eğitim kurumları içinde yetişen yerel elit ve bir ekonomik nüfuz alanı olarak geliştiriliyor. Sonra Büyükada Rum Yetimhanesi'nin kapatılmasına kadar uzayan bir süreç. Asimilasyon politikasından çok doğrudan azaltma, sürgün ve katliamlarla gerçekleşen bir homojenleştirme tarihi.
İstanbul’dan ve Anadolu’nun her yerinden gelen çocuklar için çatı olan yapının, 6/7 Eylül Olayları ve 64 yılında şehirdeki Rum nüfusun büyük bir bölümünün tehcir edilmesi ile öğrencileri azalmaya başlar. Yoğunlaşan baskılar ve dönemin tırmanan gergin siyasi ortamında, yetimhanenin mülkiyeti 1964 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilir. Öğrenciler apar topar Aya Nikola Manastırı'na nakledilir. 1977’de ise fiilen kapatılmış olur. 24 saat içinde boşaltılması istenen yetimhane binasının içinden ne resmi belgeler ne de öğrencilerin kişisel eşyaları kurtarılabilir. Bina, bir yetimhane olarak kuruluşundan, kapatılana dek yaklaşık 6 bin kadar öğrenciye bir yaşam ve eğitim alanı olmuştur. Her zaman öğretmen ve personel açığı gibi sorunlarla karşı karşıya kalınmasına rağmen, edebiyat, coğrafya, tarih gibi derslerin yanında, bir sanat ve meslek okulu olarak da eğitimin farklı alanlarına önem verilmekteydi. Buradan yetişen çocuklar bu sebeplerle piyasada kendilerine iş bulacak kadar çeşitli meslekler öğrenmekteydiler. Tüm bu açılardan da önemli bir hafıza mekânı olan yapı, ne yazık ki boşaltılıp, kapatılmasıyla birlikte ıssız ve işlevsiz kalır. O tarihlerden itibaren hiçbir bakım, onarım gerçekleştirilemez.
2007 yılında AİHM tarafından kabul edilen başvurunun karara bağlanması ile Yetimhane binası 2010 yılında Fener Rum Patrikhanesi’ne iade edilmiştir. Ancak sahiplerine iade edilmiş olsa da, mülkiyete ilişkin çözümsüzlüklerin yarım asır boyunca sürmüş olması nedeniyle bu önemli kültür mirası, geçen süre içinde büyük hasarlar almış, çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Buna karşılık yapının korunması ve yeniden işlevlendirilmesi hem Büyükada'nın hem de İstanbul'un önemli bir kültürel miras alanı olarak gelişmesini ve tanınırlığını artıracak, kaybettiği değerlerini geri kazanmasına vesile olabilecektir. Aynı zamanda kaybettiği nüfusun, şehirle ilgisini, duygusal bağlarını koruyan Rum diasporasının İstanbul ile aidiyet ilişkilerini geliştirecektir.
Bu açıdan 2017 yılının Haziran ayında önemli bir adım atıldı. Gönüllü bir girişimin çabalarıyla, önemli bir gelişme yaşandı: Yetimhane, Europa-Nostra tarafından "En Çok Tehlike Altındaki 7 Kültürel Mirası" arasında gösterildi. Günümüzde Yetimhane'nin hâlâ Büyükada'da yaşayanların ve eski öğrencilerinin tanıklıklarıyla, hafızalarda yaşadığı düşünülürse, bina kadar bu hafızanın da korunması önemli.
Yapının durumunun bugün içerdiği büyük risklerle beraber, temsil ettiği mirasın da Avrupa’nın çok ötesindeki evrensel üstün değerinin, içinde bulunduğu coğrafyadaki siyasi gelişmelerle birlikte taşıdığı sembolik değerlerle dikkate alınması oldukça hayati bir önemdedir.
Ayrıca bu girişimle birlikte, İstanbul'un önemli bir kültür mirası olan Yetimhane binasının geleceği ile ilgili önemli bir adım atılmış olacak. Yapının korunması ve yeniden işlevlendirilmesi için bugün karşı karşıya olunan bütün zorluklar, imkansızlıklar aynı zamanda şehirde kültürel mirasın korunması konusunda yeni deneyimlerin geliştirilmesi, işbirlikleri için de bir fırsat oluşturabilecek.
1. Yapının 20 sene önce çatısının onarılması için harekete geçilmişti. Bütçe de bulundu ama mümkün olmadı. Şu anda da yapılacak ilk iş çatının örtülmesidir. (Diğer önemli konular bir tarafa.)
2. Europa-Nostra tarafından gerçekleştirilen "En Çok Tehdit Altındaki 7 Miras Listesi" süreci bir eylem planı gerektiriyor. Nasıl korunacağı, nasıl işlevlendirileceği, nasıl finanse edileceği konusunda hemen bir çalışmanın başlatılması lazım. Bunlardan birincisi Yetimhane’nin nasıl kullanılacağı. İkincisi buna cevap verecek mimari çalışmaların nasıl olacağı. Üçüncüsü nasıl yönetileceği. Bunun nasıl finanse edileceği.
3. Amaçların çok iyi tanınır ve bilinir olması lazım. Bu çalışma yapılırsa Avrupa Yatırım Bankası ve Europa-Nostra bu çalışma gerçekleştirildiği takdirde bazı destekçileri projeye yönlendirebilir. Önümüzde eylül ayında heyet ziyareti öncesinde, hatta şu anda bitmiş olması gereken sorumluluklar var.
4. Bunun için bütün kurumların enerjisini bir araya getiren bir organlaşmaya ihtiyaç var. Binanın sahibi tarafından bir komite oluşturulabilir. Ancak temsili bir yapı (yönlendirici komite) dışında işlevi bu projenin yönetimi olan "misyon odaklı" bir organlaşmanın oluşturulması mümkün.
5. Yetimhane gibi hafıza mekanları, yalnızca fiziksel varlıkları ile değil, sosyal varlıkları ile korunmalıdır. Hafıza mekanları, Yetimhane gibi örneklerde olduğu gibi dünyaya dağılmış binlerce öğrencisi ile bir “mıknatıs” gibi işlev görebilir. Kültürel mirasın korunması bu açıdan bir deneyim geliştirme alanı. Üç konunun birbiriyle ilişkili ele alınması mümkün: En Çok Tehdit Altındaki Miras Listesi’ne seçilmek; 2018 Kültürel Miras Yılı; Okul temasını ve farklı bir “öğrenicilik” sürecini odağına alan 4. Tasarım Bienali.
6. Üç konunun birbiriyle ilişkili ele alınması mümkün: En Çok Tehdit Altındaki Miras Listesi’ne seçilmek; 2018 Kültürel Miras Yılı; Okul temasını ve farklı bir “öğrenicilik” sürecini odağına alan 4. Tasarım Bienali.
7. Eylül ayında, Galata Rum Okulu Yetimhane’yi konu alan sergiler, atölye çalışmaları gerçekleştirmeyi planlıyor. Yetimhane çalışmasının ve İstanbullu Rumların bir “Hafıza Merkezi”ne dönüştürülmesi hedeflenen Galata Okulu’nda ilişkili sorunsal içinde 4. Tasarım Bienali’nda sergilenmesi, tartışılması amaçlanıyor. İstanbul Rumları’nın gelecekte bir hafıza merkezi olması amaçlanan Galata Rum Okulu’nun bu deneyimi üretmek için bir platform olabileceği düşünülebilir.
8. Karşımızda çok boyutlu bir çalışma var. Bu nedenle biraz disipliner çalışmaların ötesine geçen, çok boyutlu ama somut sonuçlar ortaya koyan bir çalışmaya ihtiyaç var. Bildiğimiz temsili, ya da siyasal kurumlar ile kültür kurumları farklı bir mantıkla çalışır. Genellikle bu tür projelerin gerçekleştirilmesinde temsili kurumların yönlendiriciliğinde, misyon odaklı ve kendi dinamiğine sahip olan bir organlaşma gerçekleştiriliyor.