Büyükada Rum Yetimhanesi’nin bitmeyen çilesi
Vapurla, Büyükada’ya yaklaşırken tepede gördüğünüz koyu renkli, ihtişamlı bina Büyükada Rum Yetimhanesi. Görülen koyuluk, binanın 206 odalı devasa bir ahşap bina olmasından kaynaklı. Asaletinden ödün vermeden harabeye dönmüş binanın hiç bir penceresinde cam yok. Kimi odaların cephesi dökülmüş. Çoğu oda, salon dışardan gözüküyor. “Avrupa’nın Tehlike altındaki 12 Kültürel Mirası” arasında olan yetimhane için bugüne kadar herhangi muhafaza etme yöntemlerine girişilmemiş.
DUVAR - Vapurla, Büyükada’ya yaklaşırken tepede bir yerde gördüğünüz koyu renkli, ihtişamlı binanın kadrajınıza girmesi muhtemel. Merakınız için yokuşa doğru kararlılıkla tabana kuvvet demek gerekiyor. “Yarım saatten çok sürer” denilen yokuş, hevesli bir yürüyüşle 15-20 dakikada bitiyor. Tepeye varıp sola kıvrıldığınızda gördüğünüz yıkık dökük devasa ahşap bina Rum Yetimhanesi. Çevresi dikenli tellerle çevrilmiş okulun heybeti ilk anda gerçek olamazmış gibi bir his uyandırıyor. Bu yüzden beton bariyere tırmanış sonrası, olası yüzünüzü oranızı buranızı çizecek teller ardından binaya bakma süresi uzadıkça uzayabilir. Temaşa dediğimiz türden.
Kıyıya yanaşmadan evvel vapurdan görülen kopkoyuluk, binanın 206 odalı devasa bir ahşap bina olmasından kaynaklı. Asaletinden ödün vermeden harabeye dönmüş binanın hiç bir penceresinde cam yok. Kimi odaların cephesi dökülmüş. Çoğu oda, salon dışardan gözüküyor. İnsan eliyle yapılmış estetik bir mağara gibi. Biraz da rüzgarlı, soğuk bir günde orada olmamın etkisiyle izlediğim ahşap bina büyülü de geliyor. İçerideki uğultuyu hayal edebiliyorum az çok. Yani dokunsanız, ahşap binaya şiir yazacak gibiyim.
YETİMHANEYİ GÖRMEYE ÇALIŞMAK ATRAKSİYON İSTİYOR
Binanın içinde kimse yok gibi. Yürüyüşte olan iki genç kadından birine içerde birisinin olup olmadığını sorduğumda aldığım yanıt fantastik ama sonrasında öğreneceğim ki asılsız değil: “Nöbetçi var. Girmeye çalışmayın, geçenlerde girenlere köpekler saldırdı.” Çevrede tek tük insan geçiyor. Binaya bakmak isteyenlerin sebat edenine denk gelmek zor. Dediğim gibi atraksiyon icap ediyor.
Kâh demirlere tutulmuş vâziyette kâh turlarken “Pardon, kimse yok mu?” bağırışıma geç yanıt geliyor. Patrikhaneden izin almadan içeri girilemiyor. “Alamam” diyor beyefendi. Binanın akıbetiyle ilgili bir fikri yok. “52 yıldır buradayım” diyor. Yaşınız genç deyince, 52 diyor. Baba yadigarı meslek olup olmadığı yönünde bilgi pek verilmek istenmiyor. Yotuberlar dadanmış yetimhaneye. Ne yapıyorlar? “İşte perili ev falan diye video çekmek için” diyor. Çeşit çeşit memleket insanından bir tutam örnek daha. İçeride Rottweiler cinsi köpeğin olduğu da bu esnada söyleniyor. Az evvel duyduğum bilgi kısmen doğrulanıyor. Evet, girenlere saldırıyor. Bu yöntemde güvenliğe gerek var mı? Net yanıt verebilecek bir fikre sahip değilim.
BİNANIN AYAKTA KALMA SERÜVENİ İBRETLİK
Ünlü Şark Ekspresi’ni işleten Fransız firmanın inşa ettirdiği devasa ahşap yapı bir dönem eğlence ve kumar oyunlarına ev sahipliği yapmış. 1915’ten, 6-7 Eylül’e, 1964’te Kıbrıs olaylarından bugüne yalpalayarak gelen binanın ayakta kalma serüveni ibretlik. Büyükada Rum Yetimhanesi memleketin tarihiyle silkelenmiş de silkelenmiş ama yıkılmamış.
26 bin metrekarelik bir alanı kapsayan arsa içine yapılan devasa ahşap bina Alexandre Vallaury tarafından yapılmış. İsmi, İstanbul’da özellikle Karaköy civarında yanından geçtiği binanın güzelliğinin mimarını merak edip öğrenenler için tanıdık. Pera Palas, Osmanlı Bankası en bilinenleri. 206 odası, iki yemek salonu, toplantı, konser ve balo salonları olan yetimhanenin kerestesi Romanya’dan, kiremitleri Marsilya’dan, kuzineleri Paris’ten getirilmiş.
9 Ekim- 10 Kasım tarihleri arasında, Galata Rum Okulu’nda “206 Odalı Sessizlik: Büyükada Rum Yetimhanesi Üzerine Etüdler” sergisi yapıldı.
Aşağıda derlediğim bilgilerin kaynağı da bu etkinlik. Kuru tarih bilgisi olduğu söylenemez. Azınlıklara yönelik siyasi yönlendirmelerin hepsi bir şekilde yetimhaneye uzanmış. Öyle ki, linç etme ihtiyacı doğduğu an, tepede bir yerde olan yetimhaneye üşenilmemiş, çıkılmış.
YETİMHANEDE ÖKSÜZ YAHUT FAKİR ÇOCUKLARA BAKILMIŞ
İstanbul’da ilk Rum yetimhanesi, 1853 yılında Balıklı Rum Hastanesi dahilinde kurulmuş. 1894’teki depremde binanın hasar almasıyla yetimler arka tarafta yer alan bir binaya nakledilmiş. Cemaatin önde gelen isimlerinden Andrea Singros çocukların mağduriyetini gidermek için yeni bir yetimhane inşa ettirmek istese de ömrü vefa etmemiş. Geride bıraktığı meblağ için de şartı, yapılacak yetimhanenin hastaneden uzak bir yerde olmasıymış.
1902’de Patrik III. İokim, Büyükada’da, Hristom Tepesi’nde bulunan boş bir otel binasının yetimhane olması için kolları sıvar. Akabinde buranın satın alınması ve gerekli tadilat masraflarının karşılanması için bir başka hayırsever olan Eleni Zarifis’in kapısı çalınır. Otel, Osmanlı yönetiminden ruhsat alamadığı için kapalıdır. 1902 yılında yapılan anlaşmayla binanın yeni sahibi Patrikhane olur.
Binanın açılışı Eleni Zarifis’in isim gününe denk getirilir. Açılışa dönemin hükümdarı II. Abdülhamid de iştirak eder. Yetimhanede Rum Ortodoks Cemaatine mensup, öksüz çocuklara yahut fakir ailelerin çocuklarına bakılacaktır.
KRONOLOJİSİYLE YETİMHANENİN BAŞINA GELENLER
1915’te İttihat ve Terakki hükümeti binaya el koyar. Yetimhanede önce Kuleli Askeri Okulu talebeleri, sonrasında müttefik Alman askerleri son olarak da işgal kuvvetleri tarafından adaya yollanan Rus göçmenler kalır. Bu dönemde ısınmak için döşeme tahtaları sökülüp yakılır. Bina iade edildiğinde harap haldedir. Masraflar karşılanamadığı için okul bu haliyle kullanılmak üzere faaliyete geçer.
Yetimhanenin çilesi burada bitmez.
6-7 Eylül olaylarına gelindiğinde ise ilginç bir şekilde okul yağma ve linçten kurtulur. Nasıl? O dönem okulun mezunları olan Vaso Kokkof’un anlatımına göre kalabalık bir grup ellerinde meşalelerle okula yaklaşmaktadır. 13 yaşındaki Hurmuzis Tzimulakis isimli talebe eline bir Türk bayrağı alarak kalabalığın önüne çıkar. Bayrağı gören güruh geri çekilir.
1964’te Kıbrıs olayları sonrasında Türkiye’de yaşayan 12 bin Rum apar topar sınır dışı edilir. Rum cemaati bir kaç yıl içerisinde 50 bin kadar nüfusunu kaybeder. 20 Nisan 1964’te resmi makamlarca gönderilen bir talimat ile “çamlık bölgede yangına sebep olabileceği” öne sürülerek binanın iki gün içerisinde tahliye edilmesi beklenir. Mevcut 177 öğrenciden kızlar Hristos Manastırı’na, erkekler de Ayios Nikolaos Manastırı’na nakledilir.
22 Ocak 1997’de Vakıflar Genel Müdürlüğü, Yetimhane Vakfı’nı artık yardım amaçlı bir faaliyette bulunmadığı gerekçesiyle mazbut vakıflardan ilan eder. Vakfın yönetim kurulunun görevden alınmasını ve yönetimin Vakıflar Genel Müdürlüğüne teslimi yönünde karar verir. Bunun üzerine asliye mahkemelerine ve Yargıtay’a yapılan iptal başvuruları aleyhte sonuçlanır.
19 Nisan 2005’te AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) başvuruda bulunulur. 2008 yılında AİHM, mülkiyetin iadesine hükmedilmesinin yerinde olacağına işaret eder.
Bunun üzerine 2009’da Adalar Asliye Mahkemesi’ne yargılamanın yenilenmesi davası açılır. 2010’da mahkeme yetimhanenin İstanbul (Fener) Rum Patrikhanesi adına tapuya tesciline hükmeder.
Ve son olarak 2018. Dünyanın ikinci en büyük ahşap yapısı kabul edilen Büyükada Rum Yetimhanesi, Europa Nostra ve Avrupa Yatırım Bankası Enstitüsü tarafından “Avrupa’nın Tehlike altındaki 12 Kültürel Mirası” alanı arasına girer.
Bir hukuk çıkmazı, bürokratik süreçler… Hiç değilse binanın üstü örtülebilir ya da neyse profesyonel yol yöntem.
Köpekle, yetimhaneden ayrılmak üzere karşılaştım. Gergindi. Meselesinde haklı olmadığını kim söyleyebilir.
“Nelere kıyılmıyor, yetimhane mi es geçilecek” diyenler olabilir. Dememek lazım. Kıymetli olanı muhafaza etmekte, diretmekte fayda var.