Başkalarının hayatına çeki düzen vermekten daha kolay gelen bir şey yok insana. Son verilmesi ve budanması gereken her şey ortadadır; bütün çıkıntılar, fazlalıklar. Al eline makası cırt cırt cırt üç darbeyle birçok şeyi hale yola koyarsın. İnsana öyle gelir çoğu zaman. Gelgelelim o hayatın öznesi olan kişi patates gibi ortada olan sorunlarını, o sorunların kendinden kaynaklanan nedenlerini asla görmez, göremez. Kendi yoluna bizzat kendi zaaflarıyla dikilmeye, kendi hayatını kendi elleriyle mundar etmeye ve üstüne üstlük kendine ve başkalarına pabuç gibi yalanlar söylemeye devam eder. “Ver şu hayatını bana, şöyle üç makas darbesiyle cırt cırt cırt hizaya sokayım” diyemezsiniz tabii, deseniz de takmaz sizi zaten. Eliniz böğrünüzde aynı hataların tekrar tekrar yapılmasını seyreder durursunuz. Valla bana izin verseler en az bir düzine hayatın bir ucundan girip öbür ucundan çıkar, bütün çıkıntıları zımparayla dümdüz eder, üstüne bir de cila attırırım. O hayatlar da çiçek gibi olur. Bu kadar da basit yani.
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore da benim gibi tez canlı, ne yapsın… Bir Japon anime karakteri muntazamlığına sahip yüz hatlarıyla küçük küçük mimikler yaparak, “Türkiye maacrımın sonuna geliyorum,” “Benim güzel Türkiyem” filan diye veda ediyor. Veda ederken de bir an kendine engel olamayarak hayatlarımızın bir ucundan girip öbür ucundan çıkmak istiyor. Elindeki makası arkasına gizlemiş, sıcak, samimi ve çok inandırıcı biçimde Türkiye’ye ve Türklere olan inancını ve sevgisini anlatıyor. Büyükelçi Moore Türkiye’nin demokrasisinin de ekonomisinin de iyiye gideceğini bundan hiç kuşkusunun olmadığını ve zor günlerin geçeceğini söylüyor tatlı tatlı. Çok genç yaşlarda İstanbul’a karısı ve altı aylık oğluyla birlikte öğrenci olarak gelmiş ve birkaç sene içinde bir de kızları olmuş Türkiye’de. Yıllar sonra da Büyükelçi olarak atanmış Ankara’ya.
Büyükelçi samimi bir insan. Sosyal medyada sevilen, fenomen bir diplomat olmuş buradayken. Kendisi de hayatını paylaştığı görme engelli eşi Maggie de, karısının rehber köpeği Star da çok tatlı. Ayşe Arman’ın geçtiğimiz ay yaptığı röportajda, “benim görevim, ülkemi doğru şekilde temsil etmek. Bizler sanıldığı kadar resmi insanlar değiliz. Hatta Türkler, özellikle de bürokratik hayatta bizden daha resmi. Bana herkes Richard diyebilir, demeli. Çünkü benim adım bu. Ama genelde Türkiye’de Richard Bey ya da sayın büyükelçi demeyi tercih ediyorlar. Ben de artık Richard’da ısrar etmekten vazgeçtim!” demiş.
Richard Bey, bir diplomatın başarısının öncelikle kendi ülkesinin çıkarlarını gözetmek olduğunu söylüyor ama bir şey daha ekliyor; bulunduğu ülkeyi ve o ülkenin insanını da sevmek gerektiğini. Büyükelçinin bizi gerçekten sevdiğinden hiç kuşku duymuyorum. Niye duyayım ki, bize borcu mu var? İşte tam da bunları düşündüğüm esnada, kendi hayatlarını kendi yapıp ettikleriyle karartan sevdiklerimizin karşısında, her defasında en fazla onuncu saniyede kapıldığımız duyguya Büyükelçi de kısacık videonun belli bir saniyesinde kaptırıveriyor kendini. Makasıyla cırt cırt cırt girişmek istiyor bize. Diyor ki “ah keşke komplolara bu kadar inanmasanız.” Adeta, bizi komplolarımızdan budamak istiyor! Kuğulu Park’a gaddarca yapıldığı gibi “derin budama.” Yeniden yeşereceğimizi, cillop gibi gençleşeceğimizi, güçleneceğimizi düşünüyor besbelli. Dur orada bakalım Richard Bey, biz o komploları prezidınt Trumpet’in kafası gibi pumpkin tarlasında büyütmedik. Yılların, belki de yüzyılların emeği var orada.
Fakat elbette İngiltere Büyükelçisi olmak kolay değil. Dünyayı bir büyük komplo olarak deneyimleyen koca bir ulusa öyle küçücük bir makasla girişemeyeceğini o da biliyor aslında. O yüzden de Büyükelçinin Japon mimikleri kendi söylediğine kendisi de inanmayan insanın çaresiz gülümsemesine sürükleniyor. Ne yapsın o da, “Sizi seviyorum” diyor. “Siyah!” diye bağırıyor ve gidiyor. Gidiyor Britişin efendisi… Gider tabii. Gidecek yeri var çünkü.
Bu videonun linkini paylaştığım gruptaki bir arkadaşım, Büyükelçinin, “Keşke bu kadar komplo teorilerine inanmasanız” sözlerine, “Oradan inanmamak kolay tabii… gel de buradan inanma!” diye cevap veriyor. Öyle, oradan inanmamak kolay…
Oysa Türkiye’de yeterince yaşayan herkes bir vadede sağ gözünün sol gözüne komplo kurma peşinde olduğuna inanacak kıvama gelir. Dikkat edin belli bir yaştaki bir insan ciddi ciddi bir şey düşünmek için pozisyon aldığında elini çenesine koyar ve genellikle sağ gözünü kapatır. Sol gözüyle gördüğünü sağdan kaçırmak istiyor gibidir.
Meselelerimizin çapı büyüdükçe komplolar da büyür. Hakikaten, aklı henüz başındayken, kafasına bir darbe filan almamışken, içkiyi de fazla kaçırmamışken, “bütün dünya bize düşman” diyebilecek en az yirmi milyon insan bulunabilir bu ülkede. Bunların arasında anayasa profesörleri, gasteciler, reklamcılar, şairler filan… ne ararsanız vardır. Bütün dünya beni kıskanıyor, bana düşman diyen bir yetişkinin er ya da geç akıl sağlığından şüphe edilir ve kendisine profesyonel bir yardım alması önerilirken, bütün dünya Türkiye’yi kıskanıyor, bütün dünya bize düşman diyen bir huniliyi Türkiye’de dış politikadan sorumlu başdanışman bile yaparlar. Bence.
O yüzden kimse bizi komplolarımızla sınamaya, komplolarımızdan budamaya kalkmasın!
Bugünlük diyeceklerim budur. Bu komplo mevzuuna bir ara yeniden döneceğim. Şimdilik canını sıkma Richard Bey, üzme kendini bebeyim. Maggie Hanım’a da çok selamlar. Uğurlar ola…