Büyüyle büyüyen insanlık

Büyü, fal ve tılsım yaşama anlam ve değer katma çabasındaki insan kültürünün biricik ve evrensel ürünleridir. Boşuna dememişler: “Fala inanma, falsız kalma!”

Abone ol

Çiler Çilingiroğlu*

Erich Fromm demiş ki, “insan, kendi varoluşunu bir sorun olarak gören ve onu çözmesi gereken tek hayvandır.” Malum, insan, bu dünyada üstesinden gelemediği, bir türlü içinden çıkamadığı, açıklayamadığı veya anlayamadığı güç durumlarla karşılaşır. Bu gibi zorlu anlarda ancak bu olaylara bir anlam ve değer yükleyerek, diğer bir deyişle, onları ideleştirerek yaşamını sürdürür.

Hayatın belirsizlikleri, korkular, geleceği bilme arzusu, güvende olma isteği, toplumsallaşma ihtiyacı ve çaresizlik gibi duygu ve düşünce durumları, özbilinç sahibi bu “sorunlu hayvanı” zihnin ve algılarının ötesinde bir ruhlar dünyası olduğuna dair güçlü inanca yöneltmiş olmalı. Evrenin, kültürün ve günlük yaşamın söylenceye dayalı açıklamaları kaygılarını azaltmış ve belirsizliklerden sıyrılarak varoluş sorunlarıyla başa çıkmasını sağlamıştır. Eski insan, kendi topluluğunun ve evrenin görünür olanın ötesinde derin mistik özellikler taşıdığına inanmış, bunları göze görünmeyen, korkunç ve özel güçleri olan kimi ruhani veya şeytani varlıklarla birlikte hayal etmiştir. Bu yüzden, büyü, fal ve tılsım gibi kültürün evrensel mistik unsurları bir var olma, hayata tutunma ve bilinç sorunuyla baş etmeye yönelik çabalar ve pratikler olarak yorumlanabilir.

Böylece bilinemez, önceden kestirilemez ve açıklanamaz olay ve olgulara rağmen yaşamı sürdürmek, onu anlamlandırmak ve hatta bu belirsizlikten medet ummak mümkün hale gelir. Fal ile geleceğe yönelik yorumlarda bulunularak bilinmezlikten haber verme, bilinmeyene erişme arzusunu sağlarken, tılsım sayesinde insanüstü güçlere sahip olduğu düşünülen kötü ruhlardan, kötü durumlardan, kara büyü ve hastalıklardan korunur.

BÜYÜ VE BÜYÜCÜ

Trois-Frères mağarasından Üst Paleolitik döneme ait karışık yaratık imgesi.
İnsan bacakları, penisi ve dans eden pozuyla müzikli bir ayin yapan ve hayvan ruhuna bürünmüş bir büyücü olabilir.

Büyü, türümüzün ilk ve neredeyse tek güvendiği kavram olmuş, anlamlandıramadığı şeylerden kendini onun sayesinde korumuştur. Bu anlamda büyüyü; iyi ya da kötü yönde etki ederek insanın mevcut durumu değiştirmek, yönetmek, yönlendirmek için çağırdığı ruh, cin, iblis gibi doğaüstü güçlere başvurma eylemi olarak tanımlayabiliriz. Diğer bir deyişle doğada gizli güçler bulunduğu ve bu güçlerle ilişki kurulabileceği düşüncesine dayanan, bazı nesneler de kullanarak somut amaçlara yönelik eylemlerin tümü büyüdür. Yatıştırıcı ya da uyarıcı işlev görmesi, rahatlama, insanlara cesaret, umut ve direngenlik vermesi ulaşılmak istenen somut amaçlardır. İnsan kültürünün evrensel özelliklerinden biri olan büyü, türümüzün bilinmeyeni bilme ve kontrol edip yönetebilme istencinden beslenir. Büyü, ritüeller aracılığıyla eyleme dökülür ve sürekli yinelenmesiyle hayata bir düzenlilik getirerek onu örgütler.

Büyücü, iyi ya da kötü ruhlarla konuşabilen, hastaları iyileştiren, hayvan davranışlarını kontrol eden ve yağmur yağdırmak gibi hava olaylarına etki edebilen özel güç ve becerilere sahip kişidir. Tinsel dünyaya geçişin bilgisine sahip ve tam da bu nedenle saygı gören özel statü sahibi kişilerdir büyücüler. Genellikle büyücüler ona güç veren ve rehberlik yapan bir hayvan-yardımcıyla ilişki kurar, ya da bir hayvanın ruhuna bürünerek törensel performansını sergiler.

Tarih öncesi toplumlarda büyücülerin en temel işlevi ve niteliği, başta karaciğer olmak üzere çeşitli hayvanların iç organlarına bakarak geleceği okumaları veya ateşe attığı kemiklerdeki çatlama ve yarıklara göre kehanette bulunabilmeleridir. Mesela kabile üyelerinin av sırasında karşılaşacağı olası tehlikeleri, av ve kamp için doğru yer seçimlerini bildirir. Av sırasında ya da hastalık karşısında bitkilerden yaptığı karışımları büyüyle bir arada kullanarak aynı zamanda grubun şifacısı olarak görev üstlenebilir. Birçok işlevinin yanı sıra topluluklar arasında savaş yapılmasına karar verme, kurban törenleri, doğal afet ya da kıtlığın boy verdiği zamanlarda neler yapılacağı büyücülerin karar vermede etkin olduğu diğer alanlardır.

Büyücünün bu ayrıcalıklı durumu, toplum içerisinde statü farklarının oluşmasına neden olmuş olabilir. Ancak kültürel antropoloji literatürünü incelediğimizde, büyücü veya şaman gibi özel statülü bireylerin olduğu toplumların büyük bir kısmının eşitlikçi yapılara sahip olduğunu görürüz. Bu tipte topluluklarda, bir büyücü veya şaman ancak ritüelin yapıldığı süre boyunca ayrıcalıklı bir statüye sahiptir. Ritüellerin gerçekleşmediği, günlük yaşamın sürdüğü zamanlarda büyücüler herhangi bir topluluk üyesi olarak görülür. Ne zaman ki, büyücü statüsü ritüellerin dışında sürmeye başlar ve büyücülük nitelikleri nesilden nesile -mesela babadan oğula veya anneden kızına- aktarılır hale gelir, işte o zaman, büyücülerin toplumsal statüsü kurumsallaşarak sürekli bir ayrıcalığa dönüşür. Bu gibi durumlarda, insanüstü güçlerle iletişim kurabilenler giderek topluluğun yönetiminde de daha fazla söz sahibi olmaya başlayabilir; bu kazanılan politik ayrıcalığı topluluk içi egemenlik ilişkileri tesis etme, koalisyonlar oluşturma ve yöneten/yönetilen gibi farklı toplumsal tabakalar oluşturmakta kullanabilirler.

DÜNYANIN İLK BÜYÜCÜLERİ

Günümüzden 50 ila 10 bin yıl öncesinde, yani Üst Paleolitik dönemde Avrupa’da yaşamış Buz Çağı avcı-toplayıcıları bize zengin bir arkeolojik miras bırakmıştır. Özellikle Fransa, İspanya, Avusturya ve Almanya’dan iyi bilinen bu derin miras içinde dönemin büyücüleriyle ilgili ipuçları sunan mağara resimleri, müzik aletleri ve heykelcikler gibi sanatın doğuşunu haber veren ürünler yer alır.

Üst Paleolitik insanı belki de doğaya içkin tinsel güçlerin öfkesini yatıştırma, onlarla uzlaşma ve kontrol etme çabası içindedir. Bu çabanın yansıması olarak mağara duvarlarına, tavanlarına ve erişmesi zor karanlık galeriler içine görkemli resimler çizer. Çoğunlukla Buz Çağı'nın bizon, gergedan, mamut, at, mağara aslanı ve mağara ayısı gibi yabanıl hayvanlarını betimleyen insanlar, onların ruhlarını büyüyle kontrol ettiklerine, kendilerine boyun eğdirerek zararsız hale getirdiklerine ve daha başarılı avlar gerçekleştirdiklerine inanmış olabilirler.

Eliade’ye göre, dönemin insanları hayvanları, insanın üstün güçlerle donatılmış benzerleri olarak görmekte, insanın hayvana ve hayvanın da insana dönüşebileceğine; ölülerin ruhlarının hayvan bedenine girebileceğine ve belirli bir kişiyle belirli bir hayvan arasında gizemli bağlar bulunduğuna inanmaktaydı.

Örneğin Fransa’nın güneybatısındaki Trois-Frères mağarasındaki 75 cm. uzunluğunda, 50 cm. genişliğinde bir resimde büyük boynuzları olan bir geyik kafası, baykuş yüzü, kurt kulakları ve dağ keçisi sakalıyla tasvir edilmiştir. Kollarının ucu ayı pençeleri gibi olup arkasından uzun bir atkuyruğu sallanır. Bu tasvir “Yabanıl Hayvanların Efendisi” veya onu canlandıran bir büyücü olarak yorumlanırken insana ait özellik sergileyen şeyler sadece bacakları ve cinsel organıdır. Bu belli ki, farklı hayvanların önemli özelliklerinin birbirine karıştırılarak tasvir edildiği bir ürkünç yaratıktır. Bu karışık yaratığın dansçı duruşu, insan bacakları ve penisi onun erekte halde danslı ayin gerçekleştiren bir büyücü olduğunu gösterebilir.

Chauvet mağarasında bir sarkıt üzerinde resmedilmiş bir kadın imgesi ve onun üzerine sonradan işlenmiş olası bir
bizon-adam şeklinde büyücü resmi.

Günümüzden 36 bin yıl öncesinden resimlere sahip Fransa’daki Chauvet Mağarası’nda kömürle boyanmış bir kadın figürü ve onunla ilişkili “bizon-adam” veya “büyücü” tasviri dikkat çekicidir. Kadın imgesinin en belirgin bölümü üçgen şeklindeki pübik bölgesidir. Yabanıl hayvanlar ve av sahnelerinin olduğu galerinin en merkezi yerinden, tavandan sarkan büyükçe bir sarkıt üzerine çizilmiştir. Vulvayla temsil edilen kadın imgesiyle bizon-adamın biraradalığı mağara içinde kadın ve erkek büyücüler tarafından yapılan yaşam ve ölüme dair ritüellerle ilgili bize ipucu veriyor olabilir mi?

Almanya’nın Stadel Mağarası’nda bulunmuş olan ve günümüzden 40-35 bin yıl öncesine ait mamut kemiğinden çakmaktaşı aletlerle üretilmiş olan 31 cm. boyundaki “aslan-insan” heykelciği aynı dönemin başka bir olası büyücü tasviridir. Aslan-insan heykelciğinin sadece 3 cm. boyundaki bir benzeri yakın zamanda Almanya’daki Hohle Fels mağarasında bulundu. Hohle Fels’deki araştırmayı yürüten Nicholas Conard, aslan-insan heykelciklerinin bölgedeki avcı-toplayıcıların müşterek inanışları, törensel uygulamaları ve her topluluğun bir büyücüsü olduğuna işaret ettiği görüşünde.  

Stadel mağarasında bulunmuş olan
aslan-insan heykelciği. Üst Paleolitik dönemin
büyücü tasvirleri olarak yorumlanıyor.

Bu mağaralarda zaman zaman heykelciklerle bir arada keşfedilen müzik aletleri, belki de galeriler içinde müzikli törenlerin yapıldığını bize söylüyor. Bence şurası kesin ki, Üst Paleolitik sanatı dünyanın somut varlıklarını tasvir etmeye çalışan din dışı bir uğraş değildi. Bu çarpıcı imgelerin çok daha önemli bir işlevi vardı. Fromm’un bize hatırlattığı gibi, insanın evreni anlamlı ve yaşamı değerli kılabilmek için özbilinciyle baş etmesi gerekliydi. Şu tekinsiz gezegende, kendini bilmek gibi psişik bir yükle hayatı sürdürmek zorunda olan insanlar, ancak ve ancak büyücüler aracılığıyla ruhlarla bağ kurduğunda hayattaki derin anlamı ve dinginleştirici döngüselliği keşfediyordu. Bu açıdan baktığımızda, dans, resim, hikâye anlatıcılığı ve müzik, türümüzün soyunu devam ettirmesini mümkün kılan temel taşları olarak görülebilir. Büyü, fal ve tılsım yaşama anlam ve değer katma çabasındaki insan kültürünün biricik ve evrensel ürünleridir. Boşuna dememişler: “Fala inanma, falsız kalma!”

* Doç. Dr. / Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi Anabilim Dalı