Yasanın adı “Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla
Mücadele Yasası”. İki yılı aşkın süredir üzerine kaç yazı kaleme
aldığımı hatırlamıyorum. Amerikan belgelerinde İngilizcede baş
harflerinden oluşan bir kısaltmayla “CAATSA” şeklinde kodlanıyor.
Biz Türkçede “katsa” deyip geçiyoruz. Güzide Türkiye
televizyonlarında izlediğiniz uzman(!)ların yorumlamaya çalışırken
şekilden şekle girdikleri o yasa bu yasa işte. ABD’de üç buçuk
yıldır yürürlükte. ABD Kongresi söz konusu yasayı Rusya’nın
Ukrayna’ya ve 2016 Amerikan seçimlerine müdahalesine tepki olarak
Trump’ın başkanlık koltuğundaki ilk altı ayı içinde çıkartıp önüne
koydu. Trump isteksiz de olsa imzalamak zorunda kaldı. Bir de
konumuzla hayli ilgili olan NDAA 2021 var; Ulusal Savunma
Yetkilendirme Yasası. NDAA için kısaca savunma bütçesi yasası
diyebiliriz. Onun detayına birazdan geleceğim. Önce bir CAATSA’yı
netleştirelim. Zira ikisini karıştıran çok, aralarındaki bağı hiç
kuramayan daha çok!
CAATSA’nın 231. Maddesi Rusya Federasyonu’ndan hatırı sayılır
bir meblağda silah ya da savunma ekipmanı satın alımı yapan ülke,
kişi ve kurumlara ABD’nin 12 seçenekli bir menüden yaptırım
uygulamasını öngörüyor. Bir NATO müttefiki olarak Türkiye’nin 14
Aralık 2020 tarihinde maruz kaldığı yaptırım paketinin ABD hukuku
açısından altyapısı bu. Ankara ısrarla son güne kadar
Rosoboronexport ile Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) arasındaki
S-400 tedarik sözleşmesinin CAATSA’nın ABD’de yürürlüğe girdiği
Ocak 2018 tarihinden önce (11 Nisan 2017'de) imzalandığını,
dolayısıyla yasanın geriye işletilemeyeceğini savundu. Ancak bu
argümanın Washington açısından bir karşılığı olmadığının en önemli
kanıtı aynı yasanın tam olarak aynı şekilde daha önce Çin Halk
Cumhuriyeti’ne uygulanmış olmasıydı. Pekin ile Moskova arasındaki
Su-25s sözleşmesi de S-400 sözleşmesi de 2015’te yapılmış, dahası
Çin uçakları Aralık 2017’te teslim almıştı. Yani CAATSA ilk kez
Türkiye için geriye dönük işletilmedi, Çin için de aynı durum söz
konusu olmuştu.
Çin örneği yasanın nasıl bir takvim üzerinden işletildiğine
ilişkin de bir fikir veriyor aslında. Çin’in SSB’si diyebileceğimiz
EED’ye ve EED’nin İsmail Demir’i Li Shangfu’ya getirilen
yaptırımlar Trump yönetimi tarafından Su-25’lerin teslimatından
yaklaşık dokuz ay sonra açıklanmıştı. Türkiye için yaptırımlar ise
S-400’lerin teslimatının yapıldığı Temmuz 2019’dan yaklaşık 17 ay
sonra açıklandı. Kaba bir hesapla Washington’ın Ankara’ya S-400
krizini çözmek için normalin iki katı süre tanıdığını söylemek
mümkün. Bu süreçte ABD Başkanı Donald Trump ile Kongre’deki has
adamı Güney Carolina Senatörü Lindsey Graham’ın hatırı sayılır rol
oynadığını teslim etmek lazım. S-400’lerin aktive edilmemesi
durumunda Washington’ın kabul edebileceği bir ara formül arayışını
Trump-Graham ikilisi bizzat yürüttü. Oysa Ankara’nın Trump
üzerinden bir tazyik ile yaptırımların ötelenmesi yönündeki
stratejisinin er ya da geç duvara toslayacağı Türkiye’nin
Washington’da resmi lobisini yapan Mercury şirketinin yetkilileri
tarafından dahi Beştepe’ye açıkça söylenmişti. “ABD Başkanı'nın bu
yasayı uygulamama şansı yok. Bir an önce uygulansın ve gölgesini
Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerinden bir an önce kaldırmaya
çalışalım” demişlerdi. Ya da en azından bana, Erdoğan’a öyle
söylediklerini söylemişlerdi.
Trump’a yaptırımları öteletmek ne kadar anlamlı ise üç gün önce
açıklanan yaptırımları “acımadı ki” havasında hafife almak da ancak
o kadar anlamlı olabilir. Sadece yaptırımlar açıklandıktan sonra
ABD dolarının TL karşısında büyük bir tırmanışa geçip
geçmeyeceğiyle ilgili olan piyasa aktörlerinin “hafif geldi hafif a
dostlar” coşkusunun Beştepe’yi de bir nebze rahatlattığı
ortada.
Türkiye’nin mali kurumlarının ABD Merkez Bankası ile doğrudan
alışveriş yapması yasaklansaydı ya da iki ülke mali kurumları ve
bankalarının dolarla işlem yapması yasaklansaydı ya da iki ülke
bankaları arasındaki transferler toptan yasaklansaydı tüm bunlar
Türk ekonomisi üzerinde atom bombası etkisi yapabilirdi elbette.
Böyle bir noktada bırakılmamış olmak kötünün iyisi bir durum. Ancak
hangi yaptırımların seçilmiş olduğu ile başkanlık koltuğunda kimin
oturduğundan ziyade Amerikan kapitalizminin ruhu arasında kuvvetli
bir orantı var. Washington’ın doğrudan “ekonomik hasım” olarak
konumlandırdığı Çin’e uygulamadığı şiddetteki yaptırımları
Türkiye’ye uygulaması beklenemezdi. Dahası ABD’nin Türkiye’nin
tekrar IMF’ye yolunun düşmesinden yana bir beklentisi varken bu
kurumdaki veto hakkını Türkiye aleyhine işletmeyi yaptırım olarak
Ankara’nın önüne koyması akıldışı olurdu.
Ancak yaptırımların şiddetini salt -halihazırda sokaktaki insanı
ziyadesiyle sarsmakta olan- ekonomik krizi derinleştirip
derinleştirmeyeceği üzerinden okumak Erdoğan hükümetinin karşı
karşıya olduğu dikenli jeopolitik pazarlığı ortadan
kaldırmayacak.
14 Aralık yaptırım paketinin beş maddesinden en sıkıntılı olanı
kuşkusuz daha önce Millî Savunma Bakanlığı altında bir müsteşarlık
iken Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesinin ardından doğrudan
Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan SSB’nin kurum olarak “kara liste”ye
alınmış olması. Washington’ın bu hamlesiyle bugünkü sistem
çerçevesinde TSK’nın ihtiyaçlarının karşılanmasında ana kaynak olan
SSB aslında başta NATO üyesi ülkeler olmak üzere ABD ile ticaretini
önemseyen tüm ülkeler açısından radyoaktif hale geldi.
Henüz yaptırım kararı ortada yok iken Kanada’nın Bayraktar
İHA’ları için gönderdiği motor dahil diğer parçalara ilişkin
ihracat izinlerini nasıl tak diye askıya aldığını anımsamak bundan
sonra Türkiye’nin savunma sektörünün nasıl bir alacakaranlık
kuşağına girmekte olduğunu anlamak açısından ipucu niteliğinde.
Ermeni lobisinin kuvvetli olduğu Kanada lisans iptaline gerekçe
olarak Türkiye’nin Karabağ’daki emellerinin anlaşılamamış olmasını
göstermişti. Ankara kurnazlık yapıp SSB’yi by-pass edecek ve
tedarikçi olarak başka bir kurumu belirleyecek bir mevzuat
değişikliğine gitse bile yaptırımların sebep olacağı psikolojik
iklim pek çok ülkeyi Türkiye’den uzak durmaya zorlayacaktır.
Yaptırım ikliminin ne kadar süreceği ise Ankara’nın atacağı ya
da atmayacağı adımlara bağlı olacak. Yazının girişinde bahsettiğim
2021 savunma bütçe yasasına (NDAA) Türkiye’ye yönelik yaptırımların
ancak hangi koşullarda kaldırılabileceğine ilişkin bir madde
sokarak ABD Kongresi Başkanının elini kolunu bağladı. Aslında
Kongre Trump’a güvenmediği için Türkiye maddesini metne koydu.
Ancak aynı çerçeve 20 Ocak'ta başkanlık koltuğuna oturacak Joe
Biden için de geçerli olacak. 2021 savunma bütçe yasası gereğince
Biden’ın yaptırımları kaldırabilmek için Senato Dış İlişkiler ve
Silahlı Kuvvetler Komisyonlarına 3 konuda net garanti vermesi şart:
“1) Türkiye’nin topraklarında konuşlu bulunan mevcut S-400
sistemine artık sahip değil 2) Türkiye ikinci parti S-400
siparişini iptal etti 3) Türk hükümeti S-400’ün ardılı olarak
nitelendirilebilecek herhangi bir sistemi almayacağı konusunda net
güvence verdi.”
Türkiye’ye yaptırım kararını açıklayan “topal ördek” Trump olsa
da asıl sorumluluk yaptırım sürecini yönetecek olan Joe Biden’a
kaldı. Ankara’nın ipleri daha da gerecek adımları tercih edip Rusya
ile yeni angajmanlara girmesi durumunda Biden yönetimi
yaptırımların kapsamını genişletip CAATSA menüsünün şu an için
ellenmemiş maddelerini de pekâlâ pakete ekleyebilir. Washington 14
Aralık’ta, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey’nin
tabiriyle Erdoğan’a “dişini gösterdi” ama ısırmadı, şimdi karşı
hamleyi bekliyor. Bugüne kadar taraflar pozisyon korumanın ötesine
geçmemişti. Asıl pazarlık yeni başlıyor.