Çağdaş sanatın katarsisi: Erkan Özgen
Erkan Özgen; cam, ekran, monitör, ses, hareket, devinim, görüntü, renk, kurgu, metin vs. unsurların totalde video medyumuna dönüştüğü ve bu dönüşüm esasında “kürdün” bir gerçekliğe dönüştüğünü belirtmeye çalışıyor. Videonun yapısal formunu bir gerçekliğe dönüştürerek yaşanan tarihsel olguyu bir doğa olayı algısından çıkarıyor. Özgen, video içeriğinin hakikat olduğunu ve aynı zamanda doğal olmadığını göstermek için bir kayıt tutmaya ihtiyaç duyuyor.
Son dönemde dünyanın birçok önemli sanat merkezlerinde eserleri sergilenen Derikli Çağdaş Sanatçı Erkan Özgen bu aralar Amerika California’daki bir workshop’a katılarak ‘teorik ve pratik’ üretimlerine devam etmektedir. 2018 yılında İtalya’nın Palermo şehrinde 12. düzenlenen ve Avrupa’nın önemli Çağdaş Sanat Bienallerinden bir tanesi olan ’’Manifesta 12 ’’ ye katılarak büyük bir başarı sağladı. 2020 yılında Avustralya’da gerçekleşecek olan ’’22. Uluslararası Sydney Bienali’’nin katılımcı sanatçısı olarak davet edildi. Pek çok uluslararası Bienal ve sergilere katılan Özgen, 2017 yılında, ’’İyi Bir Komşu’’ temasıyla düzenlenen 15. İstanbul Bienaline ’’Wonderland’’ (Harikalar Diyarı) video çalışmasıyla katılmıştı. Bu çalışma yakın zamanda Tate Modern’de ’’Artist and Society’’ kapsamında sergilendi. Özgen’in Wonderland çalışması güncelliğini korumakla beraber, bugün hala dünyanın birçok önemli sanat organizasyonunda gösterilmektedir. Ben de bu durumdan hareketle çalışmayı birkaç noktadan ele almak istedim.
Çalışmayı kısaca tekrar anımsarsak: 2015 yılında Kobane’nin IŞİD tarafından kuşatılması sonucu ailesi ile birlikte bölgeden kaçmak zorunda kalan ‘’işitme ve konuşma engelli’’ Muhammed’in hikâyesine odaklanıyor. Muhammed, maruz kaldığı ve şahit olduğu barbarlığı salt bedenini kullanarak anlatmaya çalışıyor. Merleau-Ponty: ’’Çocuk için dil, bir durumu ifade ettiği zaman bir anlam kazanır.’’(1) der. Videonun temel paradigması ‘dil yoksunluğunun’ aslında ne kadar önemli bir olgu olduğunu anlatmaktadır. Bir başka deyişle yoksunluğun kendisinin dile dönüşmesidir. Videoyu çeken sanatçı Erkan Özgen’in dil yoksunluğu noktasında, temelde Muhammed’den hiçbir farkı yoktur. Çünkü Özgen’in de ‘ideolojik dil yoksunluğu’ söz konusudur. Muhammedin ‘biyolojik dil yoksunluğu’ ile Özgen’in ‘ideolojik dil yoksunluğu’ araçsallaşan –dile dönüşen- video aygıtı sayesinde olgusal bir ifade biçimine dönüşmektedir. Dolayısıyla bu noktadaki dil sadece bir iletişim aracı değildir, aynı zamanda gerçekliği kavramanın bir yoludur ve bu gerçeklik her şeyden önce ‘kültürel kimliğin’ gerçekliğidir.
Bu bağlamda Derrida’nın bir saptamasına değinmek istiyorum “Belki de genel olarak özdeşliğin saptanması, bir kimliğin yapılandırılması veya olumlanması, kendiliğin sunumudur. Bu kimlik ulusal olsun ya da olmasın, kültürel olsun veya olmasın; ancak kimliğin saptanması daima kültüreldir, asla doğal değildir; kimlik kendinde kendi dışına çıkıştır, doğanın kendi ile farkıdır.’’ (2) Derrida, ödün vermeksizin net bir şekilde kimlik nosyonu doğal değildir, kültüreldir diye belirtiyor. Asıl üstünde durulması gereken Derrida’nın son cümlesi; ‘kimliğin, doğayla olan kendi ile farkıdır’. Son kertede doğal olan tam da buradaki farkın kendisidir. Kürtlerin kimliğinin kültürel kodu, doğa fenomenleriyle iç içe geçmiş olması ya da doğa ile özdeşleşmiş olması, -Derrida’nın deyişiyle ‘farkın’ ortadan kalkmış olması- Kürtleri ‘tarih dışı’ bir ‘meta algısına’ dönüştürmüştür. Bana kalırsa Kürtlere angaje edilen -bilinçli ya da değil- materyalist bir algı durumudur bu. Çünkü ideolojik dil yoksunluğu doğuştan gelen biyolojik ya da herhangi bir doğa olayı gibi algılanmaktadır sürekli. Dilin yok sayıldığı bir yerde beden doğadaki bir göstergenin salt kütlesine dönüşür. Bu kütle Kürtleri artık bir ‘öteki’ dahi olmadıklarını, -yukarda belirttiğim gibi- bir adım ötesi ‘tarih dışı’ bir ‘meta’ ya da ‘varlığa’ dönüştürmektedir. Kürtlere dair açıktır ki her hangi bir algı durumunda, her zaman sonuç nedenlerden önce gelir. Kürtler tarihin içinde kültürel bir aksiyom olarak değil, aksine ‘tarih dışı’ hareket eden bir varlık ve doğanın genetik bir kodu gibi tasnif edilmektedir. Çünkü resmi ideoloji için ideal olan gerçeklik, Kürtlerin her türlü farklılığını ve gelecekteki olanaklarını ‘doğaya özdeş’ bir şekilde cisimleştirmektedir.
DİLİN YOK SAYILDIĞI BİR YERDE...
Özgen’in video çalışmasına da konu olan tarihi barbarlığın, tarihi bir olay olarak –tin, us, vicdan, etik- bağlamında algılanmamasının asıl nedeni, yaşanılanların bir ‘doğa olayı’ gibi algılanmasıdır. Çünkü Kürtlere dair uygulanan tarihsel hiçbir fenomen, ‘doğal olmayanın dışında’ algılanmamıştır. Dolayısıyla tabiatın bir sonucu olarak algılanan Kobane, Muhammed’in bedenini de bir ağacın gövde ve dalları gibi algılamaktadır. Muhammed’in videodaki can havli, bir maddenin içindeki kinetik enerji gibi görünmektedir ve bu can havlinin temelde bir doğa olayına gösterilen algısal bir duyarlılıktan ve hassasiyetten farkı kalmamaktadır. Bu bağlamda ve genel olarak mülteci olgusuna gösterilen algı aynıdır. Mültecilerin trajik ölümleri tüm dünyada bir doğa olayı gibi algılanmaktadır. Resmi ideoloji her zaman ‘mutlak ideali’ betimler fakat hiçbir zaman gerçekleştirmez. Mutlak ideal, ideolojinin kendi büyük ülküsünün amacıdır ama pratiği değildir. Resmi ideolojinin pratiği sürekli pozitif bir temenniye dayanmaktadır. Aslında hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan ‘mutlak ideal’ kendi dışında meydana gelen oluşumları kayıt dışı alana iter. Buradaki kayıt dışı oluşumlar ideolojiye göre paralel bir evrende hareket eden bir kütleye indirgenir. Tıpkı Alan bebeğin sahile vuran bedeni gibi.
Peki, bu doğaya özdeş olma durumunu Özgen’in video çalışmasında nasıl okuyabiliriz?
Özgen, kendini bir bedenle karşı karşıya buluyor ve bir sanatçı olarak bedene bakmasıyla, bedenin özünü, kültürel bir niteliğe dönüştüren süreci başlatıyor. Bedenin doğa ile özdeşleşen nesnesine el atarak bir dönüşüm sağlıyor ve dönüşümün sonucunda da bedene ‘dil’ katan kişi oluyor. Özgen’in, doğa kültür ilişkisini ve birinden diğerine geçişini, özellikle video aracılığıyla somutlaması çok anlamlıdır.
Özgen; cam, ekran, monitör, ses, hareket, devinim, görüntü, renk, kurgu, metin vs. unsurların totalde video medyumuna dönüştüğü ve bu dönüşüm esasında “kürdün” bir gerçekliğe dönüştüğünü belirtmeye çalışıyor. Videonun yapısal formunu bir gerçekliğe dönüştürerek yaşanan tarihsel olguyu bir doğa olayı algısından çıkarıyor. Özgen, video içeriğinin hakikat olduğunu ve aynı zamanda doğal olmadığını göstermek için bir kayıt tutmaya ihtiyaç duyuyor. Video kaydın yaşanandan daha fazla gerçek ve görünür olması yoksunluğun nereden kaynaklandığını da ifşa etmektedir. Bu bağlamda Lyotard: ’’Tarihsel göstergeler, her zaman herhangi bir tarihsel olay hakkında sözlerle söylenebilecek olandan söylenebilecek daha fazla bir şey olduğunu bilen ’sıradan insan’ tarafından hissedilir: yani sıradan insanın ‘hissi’, tarihsel-politik olayların hakikatine (ya da tekilliğine) ulaşmayı ummaya kuramsal söylemden çok daha yakındır.’’ (3) Ve sonuç itibariyle sıradan insanın hissi bir o kadar da kayıt dışıdır.
Kaynaklar
- Dünyanın Teni s.90 Maurice Merleau-Ponty Metis Yay. Haz. Zeynep Direk
- Öteki Hedef s.30 Jacques Derrida Bağlam Yay. Çev. Melih Başaran
- Postmodern Edebiyat Kuramı s.251 Niall Lucy Ayrıntı Yay. Çev. Aslıhan Aksoy