Çağdaş sanatta anonim bir isim: Beizar Aradini

Bir sığınma kampında dünyaya gelen Beizar Aradini, çalışmalarında daha çok ailesinin göçmen hikâyesinden yola çıkarak “bitmeyen” göçmenlik, yurtsuzluk ve yerinden edilmişlik üzerine yoğunlaşıyor.

Abone ol

Fatih Tan

Ünlü Fransız filozof Jean Baudrillard’a göre, Körfez Savaşı aslında yaşanmamıştı. O, artık askeri mekanizmanın caydırıcılığının gerçekliğini yitirdiğini ve bundan böyle bu gerçekliğin yerini simülasyonun aldığı yeni bir dünya düzenine geçiş yaptığımızı söylüyordu. Ancak ampirik olaylar bunun böyle olmadığını bizlere (Kürtlere) çok korkunç bir şekilde gösterdi. Doğrusunu isterseniz Baudrillard’ın kahince teorilerine hiçbir zaman ilgi duymadım. Bu bakımdan 1991 Körfez Savaşı'nda Saddam’ın vahşi saldırıları sonucu kaçmak zorunda kalan yaklaşık iki milyon Kürt, Türkiye ve İran’a sığınmak zorunda kalmıştı. Tabii sonrasında Baudrillard “Körfez Savaşı gerçekleşemezdi” diyerek teorisine yine kendince açıklık getirmeye çalıştı. “Zira gerçek bir savaş yaşansa, askeri gücün caydırıcı eylemiyle çelişirdi” gibi ilerleyen zamanlarda da birtakım yeni ifadelerde bulundu. Oysa her ne kadar savaş operasyonları sadece bilgisayar hesaplamalarıyla kararlaştırılmış ve etkileri sadece televizyon ekranlarından bütün dünyaya iletilmiş olsa da ki bu konuda Baudrillard pek de haksız sayılmaz, ancak yine de bizler Körfez Savaşı'nın birebir tanığıydık ve neredeyse bütün süreci canlı bir vaziyette deneyimledik.

Savaş sırasında Mardin’e sığınan ailelerden birisi de Beizar Aradini’nin ailesiydi. Aradini, 1991 yılında Mardin ile Kızıltepe arasındaki Birleşmiş Miletler'e ait bir sığınma kampında dünyaya geldi. 1992 yılında ise ailesiyle birlikte bugün yaşadığı Amerika’nın Nashville, Tennessee eyaletine göç etti. Bilhassa savaştan sonra Kürtler arasında Başûr (Güney) siyasetini savunan ve toplumun derinliklerinden, sistemin bir ürünü olan ama varlığının, etkinliğinin belirtisi olarak eleştirel talepleri bulunan yeni bir pastoral entelijansiya ortaya çıktı. Bu entelijansiya, bakış ve çözümleme özgürlüğüne eşlik eden mesafe koyma edimini her ne kadar diriltmiş olsa da, geleneksel bürokrasinin rizokolarıyla saf tutmaktan da hiçbir zaman uzak durmadı.

Beizar Aradini, Avrupa ve özellikle Amerika’da birçok solo ve karma sergiye katılmış olup, bugün ise Amerika’daki kişisel atölyesinde üretimlerine devam etmektedir. Chicago'daki Woman's Made Gallery'deki Between the Seams gibi sergilerde yer alan ve Julia Martin Gallery'nin Nashville'deki yıllık Bevy gösterisi için öne çıkan sanatçı, son zamanlarda Frist Müzesi ile iş birliği içinde. Çalışmaları, daha çok ailesinin göçmen hikâyesinden yola çıkarak “bitmeyen” göçmenlik, yurtsuzluk ve yerinden edilmişlik üzerine yoğunlaşıyor. Esasında yerinden ve yurdundan edilen insanlar için her zaman kültürel kodlar çok önemli bir yer tutar. Bu kodlara karşı duygusal eğilim çok yoğundur ve bir o kadar da koşulsuz sahip çıkılır. Hannah Arendt’in: “Eğer bir kişi bir Yahudi olarak hücuma uğramışsa, kendisini bir Yahudi olarak savunmalıdır. Bir Alman, bir dünya vatandaşı, bir İnsan Hakları savunucusu olarak değil”(1) söylemi tamamıyla kültürel kodların arkaik ontolojisidir. Yani savunmanın kendisi söylem olarak pekâlâ politik olabilir, ancak politik söylemi oluşturan yine de bin asırlık süregelen kültürel kodlardır. Arendt’in yukarıda işaret ettiği olayın kendisi, ötekinin genellikle enformasyon tarafından maruz kaldığı “anonim” bir olgudur.

Aradini de ip, iğne, kasnak, kumaş, tül, saç gibi nesneleri kullanarak Kürtlerin kültürel, kimliksel ve politik kodlarını fiber pratikler temelinde yeniden üretiyor. Halı, kumaş, bez ve tül gibi malzemelerin üzerine nakış tekniğiyle portre, mekân, manzara, doğa, insan ve hayvan figürlerini işliyor. Ayrıca bu üretimlere soyut ve dışavurumcu imajlar da ekliyor. Bazı çalışmalarının üzerine ise çeşitli politik metinler yazarak –daha doğrusu işleyerek- gündelik ve politik tarihi olayları anonimleştiriyor. Anonim, tanım gereği ve bilindiği üzere kimseler tarafından “bilinmeyen” olarak bilinir ancak aksine anonim “herkesçe bilinen” “bir bilinmeyen olgudur.” Bana göre Baudrillard’ın da Körfez Savaşı ile ilgili kastettiği tam da buydu. Körfez Savaşı esasında anonim bir savaştı. Bilinen bir savaşın herkes tarafından bilinilmediğinin bilinmesiydi. Ya da şöyle tersten de açabiliriz, o savaşta ölen binlerce Kürt'ün bilinmesi halinde, ölümlerinin bilinmesinin bariz bilinmemesiydi. Nitekim bu noktadaki durum bir paradoks gibi algılanabilir. Ancak bu paradoks tam da enformasyonun ürettiği bariz ve bilinen bir paradokstur. Bilinen, bariz ve enformasyona dayalı bu paradoks, bugün hala Kürtler için güncel olarak geçerlidir. Ve sistematik bir şekilde Kürtlere karşı yapılan politik ve ideolojik bir müdahaledir. Müdahalenin asıl amacı, bilinmeyenin barizliğinin hatırlatılmasıdır. “Bilinmeyenin barizliğinin hatırlatılması”, aynı zamanda müdahale sonrası ortaya çıkan sonucun kendisidir de. Bu rejimin uyguladığı çift başlı bir paradigmadır, hem amacın hem de sonucun eş zamanlı hareket ettiği bir paradigma. Bu bağlamda Ranciére’in tespitine kulak verelim: “Hakikat, olguların görünürdeki bağıyla açığa vurulan şeyin tam tersi olmasından belli olur.”(2)

Aradini de sanat nesnesi bağlamında yazdığı metinleri bir form gibi ortaya koyarak, üretilen eserleri kendisinden koparıyor. Eser, ondan koparak izleyicinin (anonim) bakışları içerisinde bir bakıma anonimleşiyor. Duchamp, düşünceyi merkeze alarak, düşünce üzerinden sanatçıyı sabitlemeye çalıştı. Ancak bu olgunun bir adım ötesine geçerek, düşüncenin de bir form gibi artık anonimleştiğini varsayabiliriz. Üzerine konuşulan, tartışılan, teoriler geliştirilen düşünce artık sanatçıya ait değildir. Yani Dadaizm her ne kadar Dadacı sanatçılara ait bir düşünce olarak bilinse de, gün itibariyle artık estetik rejiminin anonim bir parçasıdır. Ve sanatçılardan bağımsız sanatın içinde başlı başına bir düşünce rejimidir.

Dolayısıyla form gibi, düşünceyi de bu aşamada bir metot gibi estetik nosyonu üzerinden ele alabiliriz. Sanat nesnesinin kimin tarafından yapıldığı değil, kimler tarafından konuşulduğu andan itibaren düşünce kendi organik yapısı içinde anonimleşmiştir artık. Sanatçı tarafından ortaya konulan form ve düşünce, izleyicinin bakışıyla sanatçıdan koparak izleyicinin düşünce ve duyusu içinde gezinmeye başlar. Sanatçı, izleyicinin bu gezinme sürecinde, kendi yarattığı form ve düşüncesine dışsal bir konumda kalır. Badiou’nun da dediği gibi: “Bir sanatsal sürecin öznesi sanatçı ("deha" vs.) değildir. Aslında, sanatın özne-noktaları sanat eserleridir. Ve sanatçı bu öznelerin oluşumuna girer (eserler "onun"dur), ama biz bunları hiçbir şekilde "o"na indirgeyemeyiz (hem, bu hangi "o"dur ki?).”(3) Badiou’nun ‘bu hangi “o”dur ki?’ söylemi kesinlikle sanatçı temelinde “anonim olanı” işaret eden bir düşüncedir. Bu düşünce sanat nesnesi için de geçerlidir. Çünkü bir sanat nesnesi aynı zamanda nesnenin insan için ne yapabileceği ve insanın nesneden ne yapabileceğine ilişkin her zaman öngörülmeyen bir düşüncedir. Aradini de bu doğrultuda kendi yaşamsal deneyimlerinden yola çıkarak bilinmeyen olayları, durumları ve ilişkileri yaratmanın peşinde olan bir sanatçıdır. Ve aynı zamanda da kendi sanat serüvenini bu izlek üzerinden oluşturmaktadır.

Notlar:

  1. Irk Kavramını Kim İcat Etti? Robert Bernasconi, Çev. Zeynep Direk, İsmail Esiner, Tendü Meriç, Nazlı Ökten, s.144, Metis Yayınları
  2. Kurmacanın Kıyıları, Jacques Ranciére, Çev. Yunus Çetin, s.93, Metis Yayınları
  3. Etik, (Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme) Alain Badiou, Çev. Tuncay Birkan, s.53, Metis Yayınları