Erkek, iki eliyle kadının elini tutuyor. Bu harekette çekiştirmeyi akla getirecek hiçbir zor, gerginlik yok. Kadının elinde de bir isteksizlik yok gibi... Zarif, gevşek. Kadının hafif yatık (italik) duruşu, omuzlarından, uyluklarına, kalçalarına kadar bedeni hem sevilme, sevişme hazırlığını, vaadini konuşturuyor izleyene hem ikilemlerin, çekincelerin cem-i cümlesini...
Yakut yolculuğum benim. Kızıl Çağlayan. Ah! Bilmemem sana gelirken mi başlar yolculuk, buse edip erince mi yanağının gamzesine, o düşsel vadiye... bilir mi öpen, şarap mı daha kızıl dudak mı aşktan sarhoş bilir mi öptüğüm nerede yanıyor kor?
Öpücük, öpmek, öpülmek, öpüşmek... Hem iç içe hem her biri ayrı bir derya... Bugün öpücük var; çünkü bir başlangıçtır çoğu zaman. O bir anın, belki de zepto saniye (saniyenin milyonda biri) içinde olup biten o başlangıçta, belki yüzlerce ömür vardır:
İsteyen, korkan, yalvaran, dayatan, dostane, şehvetli, cesur ya da gözükara, sarhoş ateş, buz yanığı, köz kızılı hepsi bir öpücükte toplanıp çatışarak varolabilir...
***
Jean Honore Fragonard, “The Stolen Kiss / Çalınan (ya da Koparılan) Öpücük’üyle (1788); konuya el atmış bütün ressamlardan ayrılıyor. Buraya, ‘bence’ diye bir vurgu eklemem gerekiyor.
Bu ayrımın belirleyici noktalarının başında şu var: Öpmek, öpüşmek gibi konuları işleyen sanat nesnelerinin (resim, heykel vb.) büyük çoğunluğunun bir tenhası (kucağı) var. Bizim eski edebiyat, ‘kinar’ (kenar, sınır) derdi. Bu tür tablolardaki figürlerin çoğu dünyanın ortasında yalnızdır ve kendi tenhalarında, kenarları kendileriyle çizilmiş bir coğrafyadadırlar.
***
Fragonard’ın tablosu bir opera, tiyatro ya da sinema sahnesinin handiyse bütün gerilimleriyle, çelişkileri ve ince, sevgili endişeleriyle bir tabloya sığmış halidir.
Erkekle kadın arasında bir baştan çıkarma mı yaşanıyor? Bir kabul ediş ya da onaylama var mı? Bir reddediş varsa bunu nasıl anlayabiliriz? Bu öpücüğün ahlaki ikilemleri nedir?
Tablo ilk bakışta basit gibi ancak, bütününe bakmayı becerdiğimizde çok fazla ayrıntı içerdiği görülüyor.
Fragonard’ın tablosunun kahramanları bunu diyeceğimiz merhaleye henüz gelmemiş, lakin bunu düşünmeden de edemiyor insan.
***
Resim sanatının modern tarihi bakımından öpüşmeyi işleyen çok eser var; ancak, ‘Öpücük’ denince akla ilk ve en sık gelen tablo, Gustave Klimt’in “The Kiss / Öpücük” tablosudur. O tabloyu sonra konuşalım. Sözüm söz. Bu erteleme için iki gerekçem var. Birincisi şimdi üzerinde durduğum tabloyla Klimt’in dillere destan eserini kıyaslama ya da öyle görünme tehlikesi var. İkincisi, Klimt’in Öpücük’ü benim açımdan görkemli ve yüce olduğu kadar, tartışmalı bir tablo...
***
Fragonard, bize masum bir gençlik aşkının başlangıcını mı anlatıyor? İnce yollu bir tuzak mı? Sorular, Mozart'ın eseri Figaro'nun Düğünü’ndeki sahneleri akla getiriyor; bütün kadınlara asılmayı kendine hak gören Kont Almaviva’yı değil belki ama çok zahmete girmeden Cherubino ve Barbarina’nın o baştan çıkaran ilk öpücüğünü düşünebiliriz.
Bu hikâyede çok sağlam bir hız, bir müzik var. Baktıkça baş döndüren bu hareket, sadece kadınla erkeğe bağlanmıyor, tablonun bütününe yayılıyor...
***
Örneğin sahne farklı yere açılan iki kapıyı da kapsıyor. İki kapı da handiyse aynı oranda aralık ve bu, sessiz, ürkütücü bir yankılanma etkisi yapıyor; çünkü kadın neredeyse tam iki kapının arasında duruyor. O iki kapının arasında cereyan ediyor mahremiyet güvencesinin sarsılma olasılığı, lanetlenme kaygısı veya yeni hazlara yelken açma isteği ve diğer bütün ikilemler...
***
Sol kenardaki kırmızı pembe arası perde, erkeğin bulunduğu taraftaki esrarı artırıyor.
Diğer kapının açıldığı odada, kadının arkadaşları kâğıt oynuyor. Muhtemelen kadın az önce onların arasındaydı. O odadakiler, kadının bu kapıya hangi nedenle, nasıl geldiğini daha da beter düşündürüyor. Biri evin hizmetçisiyle haber mi gönderdi; erkek kadının oraya gelmesini sağlayacak başka bir yol mu buldu? Sorular çoğalıyor.
***
Sorularla didişerek bakarken insan, biraz durmak istiyor... Türk edebiyatı uzun asırlar ‘Buse’ dedi öpücüğe. Buse, önce kılık değiştirip yanaktan alınan makas için kullanıldı. Sonra unutulayazdı. Biraz da sözcükteki ses nedeniyle buse insandaki ürkekliği, geri çevrilme tedirginliğini, ya karşılık bulamazsam neylerim gibi duygu hallerini de bir kenara yazdırıyor. Bir de yanağa, dudağa ‘buse kondurmak,’ öpen insanın nefesinin öpülende yarattığı sıcaklığı düşündürüyor. Öpücük sanki daha sade, daha salt...
Fakat bu bıçkın delikanlı, bunlardan ziyade istediğini çalmayı, koparmayı akla getiriyor. Tablonun adı da bunu pekiştiriyor.
***
Ancak bu karara varmak, gerilimi sindirmek için yeterli değil. Erkek, iki eliyle kadının elini tutuyor. Bu hareket çekiştirmeyi akla getirecek hiçbir zoru, gerginliği söylemiyor. Kadının elinde de bir isteksizlik yok gibi... Zarif, gevşek. Olsa olsa bir şaşakalma hali geliyor akla...
Bakışımız ayaklara doğru kaydığında, erkeğin ayağının kadına doğru sokulduğu düşüncesi, ellere yeniden bakmamıza yol açıyor. Kadının hafif yatık (italik) duruşu yeniden her şeyi gözden geçirmeye zorluyor izleyiciyi. Omuzlarından, uyluklarına, kalçalarına kadar hem sevme, sevilme, sevişme hazırlığını, vaadini konuşturuyor izleyene hem ikilemlerin, çekincelerin cem-i cümlesini...
***
Fragonard’ın yarattığı hareket ve düşünce evrenindeki gerilimler hep bir narinlikle harmanlanmış. Kadın sol eliyle bir kumaşı tutuyor ya da çekiyor. Kol omuzdan parmak ucuna kadar gergin. Bu, masa örtüsü mü, kadının şalı mı bilmiyoruz, ancak kadının narin elinden başlayarak kumaş neredeyse dalga dalga hareket ediyor ve direnişle teslim olmak arasında, akarsuya ya da patikaya benzetilebilecek hareketi daha da güçlendiriyor... Çünkü sorular taşıyor: Kumaş kadının şalıysa, dışarı çıkacakmış gibi ona uzanmış olabilir mi; ve erkek bunu bile zaman kaybı gören bir “coşkunluğa,” sabırsızlığa mı kapılmıştır?
Ya da... Siz getirin üstünü...
***
Jean Honore Fragonard, Fransız Devrimi’nde giyotinden kıl payı kurtulanlardan biri... Pek çok eserinde erkek, ama özellikle de burjuvaziye mensup erkek gözünün kadına yönelişinin sorunlu yanlarını işledi.
Örneğin en çok bilinen eseri The Swing / Salıncak buna örnektir. Kadını sallayan adam ve kadının sallanma yönünde uzanıp gözlerini, kadının havalanan eteğinden görünen bacak arasına dikmiş, röntgenci adama bakın. Ha bir de kadının arkasında ve karşısındaki melekler var... Bu izleyici ve “gözlemciler” sıradan olması gereken bir salıncak keyfini değiştiriyor. Kadının ayağından fırlamış terliğin menzili de hayli manidar...
***
Bundan bir süre önce Gazete Duvar’da Rene Magritte üzerine yazdığımda öpüşmenin özünü parçalayan politik girdi çıktılara değinmiştim.
Öpmek, öpücük de politik dünyanın pek çok yansımasını taşır. Örneğin birinin elini öpmek; onun gücünü, büyüklüğünü kabul etmeyi, onun emrine amade olunabileceğini de içerir. Birini alnından, gözünden öpmek, öpenin öpüleni onayladığını, kendi büyük toplumsallığına kabul ettiğini de söyler.
***
Fragonard’ın, Çalınmış Öpücük’ü de neresinden bakarsak bakalım politik bir tablo. Aile kavramında, cinsellikte sabitlenmiş namusu da, kimin koyduğu ve kutsadığı bilinmeyen mahremiyeti de tartışabiliriz. Bu öpücüğü biri görürse benim hakkımda ne düşünür, yani "başkaları benim için ne düşünür korkusu"nu da...
Öte yandan öpülmek, sevilmeye değer görülmek, bir öpücükle gelen hazlar deryası, kalbin üstündeki ölü toprağının titremesi, çiçeklenmesi; bunları yasaklayan, kınayan politik dünyanın karşısında bambaşka politikalar konuşmamızı sağlamaz mı?