Sultanahmet Camii Süleymaniye’den 10 metre kadar alçak. Sultan Süleyman’ın hatırasına duyulan saygıdan dolayı daha mütevazı yüksekliğe sahipti. Bu bir Osmanlı geleneği idi. Çamlıca Camisi 76 metrelik kubbesi ve 107 metreyi bulan minareleriyle İstanbul’un en yüksek camisi… Muktedirler Sultan Süleyman’dan daha büyük işler başarmışlar ki onun hatırasını geçme hakkını kendilerinde buluyorlar.
Bu hafta Osmanlıca
tartışmalarına bir ara veriyoruz. Haftaya kaldığımız yerden devam
edeceğiz. Bu hafta bir arkeolog ve tarihçi gözüyle Çamlıca Camisi
olayını incelemek istiyorum. Çamlıca’ya bir cami hem de böylesine
görkemli bir cami neden yapıldı? Kimilerine göre bu Türkiye’de
artık bayatlamış bir mevzu olan cami yanlıları ve karşıtları
arasında bir tartışmanın alevlenmesi içindi. Ki beklendiği gibi "bu
tepeye 60.000 kişilik cami yaptırmaya ne gerek olduğu", "caminin
içinde 60 kişilik bile cemaat olmadığı" söylendi. Ayrıca Cami
yapımıyla birlikte tepenin yüzlerce senedir korunmuş koruluklarının
da imara açıldığı bunun bir rant projesi olduğu da söylendi.
Kimileri de bu tür tartışmalarda mutat olduğu üzere “cami yapılsın
da nereye nasıl yapılırsa yapılsın” dediler.
Çok yönlü bir mevzu olsa da ben asıl olarak Çamlıca Camii
olayının ideolojik yanına değinmek istiyorum. Bence bu caminin
yapılmasında iki farklı ideolojik mesaj vardı. Birincisi
Çamlıca’nın Osmanlı’dan tevarüs edilen ve erken Cumhuriyet devrinde
pekişen imajının yeni nesillere unutturulmasıydı. İkincisi ise
Osmanlı'nın mimari mirasını aşma çabasıydı.
Çamlıca Tepesi
AŞIKLAR TEPESİ ÇAMLICA
Hükümetimizin âşıklarla, sevgililerle, çalgı, çengi ve
eğlenceyle arasının peki iyi olmadığını görebiliyoruz. Benim
kuşağım ve benden büyükler için ‘âşıklar tepesi’ olan Çamlıca’nın
hedef alınması bu sebeple ilginç değil. Yeşilçam melodramlarında
birbirini kovalayan âşıklar hep bu tepede buluşurlardı. Gerçi
Çamlıca sinemadan önce de âşıklar tepesi olarak biliniyordu. En iyi
yorumunu Sanat Güneşimizden dinlediğim “Gel Güzelim Çamlıca’ya”
şarkısını biliyorsunuzdur. Güfte yazarı bilinmiyor, bestesi Faiz
Kapancı’ya (1871-1950) ait. Sözleri şöyle:
Gel güzelim Çamlıca'ya bu gece Gün doğarken a canım görüşelim gizlice Bülbüllerin efganını dinleyelim yan yana Gün doğmadan a canım sevişelim can cana
Çamlıca aşk yuvasıdır yuvası Zümrüt gibi a canım yemyeşildir ovası Gel geçmeden bu çağımız eğlenelim yan yana Kumru gibi a canım sevişelim can
cana
Evet bu şarkı buram buram ‘Eski Türkiye’ kokmakta… Ya Yesari
Asım Ersoy’un (1900-1992) dillere düşmüş ama bundan pek de şikâyet
etmeyen, Hellen sanatının Kharitlerini andıran üç güzeline ne
demeli, Sultaniyegâh makamında bestelenen şarkının sözleri
şöyle:
Biz Çamlıca'nın üç gülüyüz Aşk bahçesinin bülbülüyüz Dillerde gezer söyleniriz Gamsız yaşarız eğleniriz Yalnız gezene söz atarız Naz eyleyene biz çatarız Yüz bin kokulu gül satarız Billahi cana can katarız.
Evet Nuri Halil Poyraz’ın (1885-1956) Nihavend bestesinde
denildiği gibi bir zamanlar “Çamlıca yolundayken aşığınız
kolunuzdaydı”. Çamlıca aşk ve sefahat mekânıydı. Yahya Kemal,
Çamlıca’yı şöyle anmaktaydı:
Bu yaz kemençeyi bir dinledinse Kanlıca'da
Baharda bir gece tanbûru dinle Çamlıca'da
Yahya Kemal, aynı şiirinde “çok insan anlayamaz eski
musikimizden ve ondan anlayamayan bir şey anlamaz bizden”
demekteydi. İşte o bizden hiç anlamayanlar Çamlıca’nın bu neşeli,
diyonizyak imajından on yıllardır rahatsızdılar. On yıl
boyunca bir kamu üniversitesinde kendini muhafazakâr olarak kabul
edenlerin çoğunlukta olduğu sınıflarda tarih dersi verdim. İktidar
yanlısı gençler mevcut iktidarın ‘muhafazakâr’ olduğunu iddia
ediyordu. Muhalif öğrenciler de iktidarın ‘muhafazakâr’
siyasetinden şikâyetçiydiler. On sene boyunca iki tarafa da
iktidarın muhafazakâr falan olmadığını anlatmak için boş yere
enerjimi tükettim. İktidar muhafazakâr olsaydı bana göre Çamlıca’yı
-ve elbette İstanbul’un tüm tarihi dokusunu- Yahya Kemal’in
anılarında olduğu gibi bırakırdı.
Çamlıca Camii
BİR OSMANLI GELENEĞİ: CAMİ MİNARELERİ SULTANIN HATIRASINA
SAYGIDAN YÜKSELİR
Gelelim ikinci meseleye… Buraya neden bu kadar büyük bir cami
yapıldı? Neden sembolik, mütevazı bir yapı değil de her yerden
görünebilen ve İstanbul’un tarihi siluetini değiştiren bir yapı?
Çamlıca Camii yapılmadan önce İstanbul’un en büyük camisi
Süleymaniye idi. 1557’de yapımı tamamlanan Süleymaniye’nin kubbe
yüksekliği 53 metre. Minarelerin yüksekliği ise 76 metre… 1617’de
tamamlanan Sultanahmet’in ise kubbesi 43 metre, minare yüksekliği
ise 64 metre… Yani Sultanahmet, Süleymaniye’den 10 metre kadar
alçak. Sultanahmet Camii neden daha alçak yapılmıştı? Osmanlı'nın
parası mı bitmişti? Yoksa mimari teknoloji mi gerilemişti? Elbette
her ikisi de değil… Sultanahmet Camii, Sultan Süleyman’ın
hatırasına duyulan saygıdan dolayı daha mütevazı yüksekliğe
sahipti. Sonraki dönemde yapılan camiler de Sultan Süleyman gibi
bir padişah gelmediği için Süleymaniye ile rekabete girmeden inşa
edildiler. Bu bir Osmanlı geleneği idi. Bu gelenek neredeyse beş
yüzyıl korunduktan sonra ‘muhafazakâr’ iktidarımız tarafından
çiğnenip atıldı.
Çamlıca Camisi 76 metrelik kubbesi ve 107 metreyi bulan
minareleriyle şu anda bildiğim kadarıyla İstanbul’un en yüksek
camisi… Yani Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Süleymaniye’den 40 metre
daha yüksek. Buradan da anladığım şu, demek ki bu günkü muktedirler
Sultan Süleyman’dan daha büyük işler başarmışlar ki onun hatırasını
geçme hakkını kendilerinde buluyorlar. Memleket sağını bu konu
üzerine düşünmeye davet ediyorum. Dönem muktedirlerinin Sultan
Süleyman’ı hangi konuda geçtiklerini ben de merak etmekteyim. Bu
konuda beni de aydınlatırlarsa pek müteşekkir olacağım.
ASLI VARKEN TAKLİTİNE HAYRAN OLMAK
Bir arkeolog olarak Çamlıca Camii'nin yarattığı post-modernist
davranış kalıpları hakkında da bir iki kelam edeyim. Bu cami
ihtişamıyla Ayasofya, Süleymaniye ve Sultanahmet üçlüsünü gölgede
bırakmış durumda. Burayı ziyaret eden turistler yapının
muazzamlığından öylesine etkileniyorlar ki aynı duyguyu gerçek
tarihi camilerimizde yaşamaları artık mümkün değil. Cover
şarkıların orijinallerin yerini alması gibi bir durumla karşı
karşıyayız. İnsanların gerçekleri varken betonarmeden taklit bir
yapıyı neden bu kadar heyecanla ziyaret ettiklerini de anlayabilmiş
değilim. Yani içinde yaşadığımız dönemde bu türden yüksek yapılar
yapmak artık ilginç olmadığı gibi mimari açıdan bunun başarı olduğu
da söylenemez. Çamlıca Camii olayı, Paris’e ilkinin iki katı
yüksekliğinde yeni bir Eiffel Kulesi dikip ilkini gölgede
bıraktırmak gibi bir şey bence…
Çamlıca Camii içi.
Las Vegas gibi çölün ortasında hiç yoktan yaratılmış kentlerde
veya petrol zengini Arap ülkelerinde bu türden yapay mimari
örnekleri bolca bulunmakta. 100 sene önce çöl olan yerleri cazibeli
kılmak için Mısır piramitlerinin, sfenkslerin vb. taklitleriyle bu
yapay şehirler süsleniyor. Onlar için bu anlaşılır bir durum.
İstanbul’un simgeler açısından bu türden beton yapılara ihtiyacı
var mıydı orası bir muamma (Şimdi hatırlatmış olmayayım ama bir
ara, Sivriada’ya dikilecek 100 metrelik Semazen heykeli projesi
vardı. Heykel için New Yorkluları karşılayan Özgürlük Heykeli'ne
benzeyeceği söylenmekteydi. Allah’tan sonradan bu proje unutulup
gitti. Böylece İstanbul’u tarihsiz kentlere benzetecek bir proje
kendi kendine sönmüş oldu).
Son söz olarak şunu söyleyeyim. İktidarın böylesi ihtişamlı bir
cami yaptırarak tarihe bir damga vurmak istediği ortada… Ama tarihe
gerçek bir damga vurmak için bence Çamlıca Camisi'nin betondan
değil Osmanlılar gibi kesme taştan yapılması gerekirdi. O zaman
inşası daha uzun sürerdi ve yapı böylesine büyük çaplara
ulaşamazdı; ama ‘muhafazakar’ yöntemlere başvurulsaydı yapı çok
daha kalıcı olurdu. Neticede Süleymaniye 500 senedir ayakta ve
Ayasofya gibi 1500 sene daha ayakta kalabilir. Oysa betondan inşa
edilen Çamlıca Cami'nin yapısal mukavemeti bu ölçüde uzun
olmayacaktır. Yanılıyorsam eğer, mühendis okuyucularımız aksine
delilleri gösterebilirler ve “hayır bu yapı 1000 yıl ayakta duracak
şekilde inşa edildi” diye itiraz edebilirler. O zaman ben de
buradan yapının beklenen ayakta kalma tarihini açıklarım… Ama benim
bildiğim bu tür yapılarda dayanıklılık süresi 50-100 sene…