Soyadı uzun, kendi uzun bir ilkokul öğretmenimiz vardı. Oğlu
Abdullah’la amcamın oğlu İbo arkadaş olduklarından, hayatlarına
dair bazı manasız ayrıntılara da vâkıftım. İlkokul 3’ün ikinci
dönemine dek o okuttu beni şehrin ortasındaki ilkokulda. Sonra
tayin haberi geldi, gitmeden önceki dönem de nedense bizi müziğe
ısındırmaya adadı kendini. Blok flütler mi dersin, sınıfa üşenmeyip
kocaman teypler getirmek mi dersin, tok sesiyle şarkı türkü
söylemek mi dersin; hepsini birer birer icra etti. Helvacıoğlu
varmış, bilmem ne kırtasiyesinde varmış ama asıl Yamaha diye bir
şey varmış, o çok acayipmiş, habire bunları konuşup duruyoruz.
Çoğumuz beceriksiziz; bizim muallim de baktı olmayacak, “Haftaya
hepiniz bir şarkı ezberleyip gelin” dedi. Adamın niyeti yüksek
ihtimalle halisti ama hepimizi aldı bir telaş. Neyi ezberleyeceğiz
ve nasıl söyleyeceğiz?
Kara tahtanın önündeyim ve Coşkun Sabah’tan “Anılar” isimli
güzide eseri icra ediyorum. “Anılar, şimdi gözümde canlandılar”.
Müzik kariyerim başlamadan bitiyor, ilkokul 3’te “Anılar”ı bütün
sınıfın önünde söylemiş bir insanım. Kerterizimin bu olması
hüzünlendirmiyor değil.
Lise 2’deyim. Yorum’un “Boran Fırtınası”nın üzerimdeki fırtınası
henüz geçmiş, müzik zevki diye bir şey olması gerektiğine ikna
olmuşum, zevkler ve renkler tartışılmaz düsturuna salakça iman
etmişim. Telekom bayiinde, o küçük ve klostrofobik kabinlerde
telefon açmak üzere sıra bekliyorum. Masanın üzerinde bir kitap eki
var. O kitap ekiyle ilgili de şöyle kof bir inancım var; “sadece
ben okuyorum bunu”. Saçma tabii, elbette benden başkaları da
okuyor. Tanışıyoruz. Simasına aşinayım, yolda belde karşılaştığım,
amcamın yaşıtı olduğunu bildiğim biri. Ali Abi’yle o gün konuşmaya
başlıyoruz. O konuşmadan bu yana muttasıl konuşuyoruz.
Yöresini, adını, başka icralarını, sahih dizelerini sonradan
öğreneceğim. Ali Abi’nin bana her gece, evlerimizin tam sınırı
saydığımız parkın karşısında söylettiği bir türkü var. Anılar’la
başlayan maceranın buraya sürüklenmesini başarı olarak görüyor,
içten içe seviniyorum. O özgüvenle nağmeye falan bile başvuruyorum.
Ali Abi henüz Polatlı’daki askerliğinden ve öncesinden söz etmemiş,
Salih Abi’den bahis açmamışız, Dozê Ankara’ya gitmemiş daha, Köylü
İbo ölmemiş. Ben o sınırda, neredeyse her gece o türküyü
söylüyorum. “Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna/ Can ağrısı tesir
etti koluma” diye başlıyor, nakaratta coşuyorum. “Yazık oldu, yazık
şu genç ömrüme/ Bilmem şu feleğin bana cevri ne?” O kadar candan
söylüyorum ki o kısmı, gören der 63 yaşındayım ve eve gidip vasiyet
kaleme alacağım tüylü kalemimle.
Kazın ayağı perde perde. Mesele tabii ki sesimin güzelliği
değilmiş. Nakarat o yaşta beni ne kadar etkileyecekse etkiliyormuş
ama asıl hadise Ali Abi’nin o kısmı nasıl dinlediğiymiş. Ankara
Polatlı’da bir gece nöbete gönderilirken “tamam buraya kadarmış”
deyip, eve son bir telefon açmak ve helallik istemek ne demektir?
Tarlada gözü bağlı koşturulup “Şimdi dur!” ihtarıyla durmak ya? Ama
bütün bunlara rağmen Tugay’ın elektrikçisini saat tam dokuzda
ışıkları kapamaya ikna etmenin de bir manası yok mu? Var. Var ki ne
var hem de.
Kimine göre geçmiş yüktür. Ötekine göre sürekli geçmişten ve
çocukluktan söz etmek, oraya sığınmak ise korkaklık ve kolaycılık.
Sürekli kendinden bahis açmanın da eksikliğe tekabül ettiğini
söyleyenler var. Kokular ve müzikle düşünmenin psikoloji ilminde
bir karşılığı da vardır muhtemelen. Bütün bunları cânım cânım
duydum şu ömürde. Duydum da ne oldu? Uslanmadım.
Şu ömürde bilmediklerim, bildiklerimin yanında Karacadağ eder.
Yıllar geçti, Salih Abi mahpus, Dozê mahpus, Köylü İbo öldü, biz
bazı sokaklarda hâlâ yürüyoruz usanmadan. Ben o türküyü
söylemiyorum, Ali Abi’nin sesi çok güzel. İçinde kuyu olan evde o
söylüyor: “De rabe rabe mîro rabe/ Xewa sibê pir giran e/ Xewa sibê
pir xirab e”.
Biz, kötü seslerimiz ve görünür görünmez tüm sınırlarımızla
bakıyoruz dünyaya. Pervazlardan sarkıyor, sıkça bağırıyor ve
geçmişten söz ediyoruz. Her geçmiş, her ete yük değildir ya.
Hamiş: Bu yazı 2013 yılında yazıldı.
Eski yazılarımı “bile” yayımlamakta güçlük çektiğim bugünlerde,
madem “konuşamıyorum” bari Pervaz’ın ilk yazısını yayımlayayım
istedim. “Binxet”te savaş varmış dediler. Gördüm. Ali Abi’ye selam
olsun.